“duvarın dibinde resmim aldılar
ak kâğıt üstünde tanıyın beni…”
2013 Türkiye’sinde o kadar çok konu o kadar detaylarıyla hem de alenen konuşuluyor ki! İnsan tekinin “aman tanrım nerden nereye geldik” diyesi geliyor. Dudaklarına acı mı acı Urfa isotu sürülmüşçesine Kürt’ün adını dahi anmayı abesle iştigal bilenler dahi artık “yarabbi bu ne azap! Kurtar bizi bu Kürt belasından! Gece uykularımız haram oldu” dercesine gözlerimizin içine bakarak artık Kürdün-Kürdistan’ın adını telaffuz etmeye başladılar.
Kolay almadı tabi!
Boşuna çekilmedi bunca acılar…
Onca ölümler, hapisler, zindanlar, işkenceler, sürgünlerden sonra bugünlere gelindi.
İnsan hafızası kolay unutur. Hafızayı beşer nisyan ile maluldür der eskiler.
Ama bunca konuşulan hatta umut vaad eden iş icatlara rağmen kanayan bir yanımız var.
Mahpustaki-zindandaki ağır hasta tutsaklar…
Ne acıdır, hâla süreduran bir durumdur ki; Kürt siyasetçilerinin “içerde” olanlarının ve uzun yıllardır mahpus tutulanlarının bir bölümü asgari mahkum haklarından yoksun olarak hayatlarına tutun(ama)mak durumundalar.
Türkiye mahpushanelerinde; 230’unun sağlık koşulları çok ağır ve acil tedaviye ihtiyacı olan, 411 hasta siyasal tutsak her an kapılarını çalması muhtemel ölümle karşı karşıya. Ve bu tutsakların büyükçe bölümü Kürt Siyasi Mahkûmları…
Beklenen şudur; mahpusta sağlığını kaybetmiş siyasi tutsağın acil tedavi beklemesini, ya da dışarıda uygun koşullarda bir sağlık merkezinde tedavisinin yapılması için ilgililerin gereken resmi müdahaleyi yapmaları!
Ama bu yapılmamakta.
Hastasınız, acil tedaviye ihtiyacınız var. Ve mahpussunuz, zindandasınız. Ya sizin sağlık sorunlarınızın çözümü için tıbbi müdahalelerin yapılabileceği kurumsallıkta bir hapishanede olmanız gerek. Türkiye koşullarına göre na-mümkün. O halde hemen mahpusluk haline son verilip tedavi için hastaneye yollanmanız gerek.
Çok mu zor!
İnanın ki zor değil.
Bakın Türkiye’deki siyasetçilere bir lider ders verdi. Bundan tam yedi ay önce İmralı Adasından. Hani barış görüşmelerinin ve barış umudunun yeniden filiz de, umut da verdiği 2013 yılının ocak ayının ilk günlerinde.
Sayın Öcalan’ın ilk mesajı hiç kimsenin beklemediği bir konu üzerine olmuştu. Öcalan, doğrudan Türk analarının kalbine hitap ediyordu. PKK’nin elindeki esir askerleri serbest bırakın diyordu. Bir süre sonra 2013 Newroz’u öncesi sekiz tutuklu esir asker serbest bırakılıyordu. Bu önemli bir çıkıştı. Kamuoyunun Öcalan’dan büyük siyasi mesajlar beklediği bir anda, o büyüklük gösterip anaların yüreğine hitap ediyordu.
Sahi, ortada böyle bir örnek varken; Türk siyasal iktidarından, bir incelik, zarafet beklemek, hazır Eylül’ün arifesindeyken çok mu zor. Değil elbet.
Kürt analarının, hasta siyasi tutsakların bizzat kendilerinin ve yakınlarının yüreklerine değen bir damardan dokunmak mümkün. Böyle bir irade var mı? Var olmasına var, biliyorum. Ama yeterince cesur ve kararlılar mı! İşte ona emin değilim. Çünkü barış sürecinin başladığı yedi aydan bu yana “iyimser” biri olmama rağmen iyimserliğimi pekiştirecek yeterli bir ışık maalesef yok.
O hapishanelerde her gün ölüme bir adım daha yaklaşan 411 hasta siyasi tutsak var.
Haberiniz var mı ey insanlar! (ŞD/EKN)