Şimdilerde “ileri demokrasi” hamleleriyle dışarısı da bir tür mahpusu andırmaya başlasa da “içeri” ile kıyas kabul etmez. İçerde olmak, içerde yaşamak, içerde sağlıklı kalmak ve olmak gerçekten zor.
Mahpus, Arapça kökenli bir sözcük, hem hapsedilen kişi hem de hapishane anlamında kullanılıyor. Resmi bürokratik dilde ise hapishane için kullanılan terim “ceza infaz kurumu” ve çoğu harflerle sınıflanan 21 tipi var. En çok duyduğumuz, bildiğimiz, açlık grevleri, ölüm oruçları ve operasyonlarıyla “F tipi” olanlar.
Şimdilerde “ileri demokrasi” hamleleriyle dışarısı da bir tür mahpusu andırmaya başlasa da “içeri” ile kıyas kabul etmez. İçerde olmak, içerde yaşamak, içerde sağlıklı kalmak ve olmak gerçekten zor.
Geçtiğimiz yıl Mart ayında yitirdiğimiz doktor Ata Soyer, 2012 yılında yayımlanan bir yazısında cezaevleri ve sağlık meselesine şu satırlarla değinmişti: “Şöyle özetleyebiliriz durumu; bu topraklarda cezaevinde ölüm, hastalık, sakatlık bir SALGIN niteliğindedir. Dolayısı ile cezaevi-sağlık meselesi, bir toplum-sağlığı meselesidir”.
Dışarıda sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak ile içerde sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak arasında bir fark var mı? Dışarıda temiz hava, temiz su, güvenli gıda, sağlıklı barınma, iş, gelir, sosyal destek, koruyucu, tedavi edici, rehabilite edici sağlık hizmeti ve daha birçokları gerekirken içeridekiler için bunlar ve daha da özel başlıklar gerekmiyor mu sağlıklı olmak için?
***
Türkiye’de Adalet Bakanlığı 2012 yılı rakamlarına göre çeşitli türlerde 369 ceza infaz kurumu var ve bu kurumlarda yaklaşık 143 bin kişilik bir kapasite söz konusu. Aynı yıl Bakan’ın yaptığı açıklamaya göre de cezaevlerinde doluluk oranı yüzde 110. Son zamanlara ait veriler de 144 bin civarında insanın cezaevlerinde bulunduğunu gösteriyor. Tutuklu oranı yüzde 28 civarında.
Bakanlık verilerine göre son 13 yılda 2300 insan cezaevinde hayatını kaybetmiş. TİHV ve İHD 2013 yılı için cezaevlerinde 163’ü ağır ve ölüm sınırında olmak üzere 544 hasta tutuklu ve hükümlü bulunduğuna dikkat çekiyor. TİHV 2013 yılında “ciddi hastalıklarına rağmen en az 405 hasta tutuklu ve hükümlünün cezaevinde alıkonulmaya” devam edildiği saptamasını yapıyor.
Medyada ilgi gören davalarla gündeme gelen yasal değişikliklerle cezaevinde bulunan ağır hastaların tahliye edilebilmesi olanaklı. Ancak farklı örneklerde de görüldüğü gibi sadece “kâğıt üstünde”. Adlı Tıp Kurumu'nun "hastalığı nedeniyle cezaevinde kalamaz” raporu yetmiyor, savcılık ilgili birimlerden hasta kişinin "toplum için tehlikeli” olup olmadığına dair görüş soruyor. Toplum için tehlikeli bulunan mahkûm ya da tutuklular ağır ve cezaevinde kalamayacak düzeyde hasta olsalar da tahliye edilmiyorlar. Bazıları için tedavilerinin “tam teşekküllü devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkûm koğuşlarında uygulanması gerektiği" kararları çıkıyor.
Ancak…
"Tam teşekküllü yüksek güvenlikli" mahkûm koğuşu bulunan hastaneler var mı, varsa yeterli mi” sorunun yanıtını tahmin edebilirsiniz kolaylıkla. Mahkûm ya da tutuklu hastalara yönelik servis sayısı çok az, koşulları son derece kötü. Bu servisler çoğunlukla fiziksel mekân olarak hastanelerin en sağlıksız yerlerinde.
***
Ya cezaevlerinde sunulan sağlık hizmetleriyle ilgili sorunlar?
Cezaevi hekimliği, “eza hekimliği” olmuş durumda. Birçok başlıkta çok sayıda hizmetle yükümlü hekimler, sorunlarla boğuşarak hizmet vermeye çalışıyorlar. Ülkemizin yeni sağlık sisteminde aile hekimleri bölgelerinde bulunan cezaevlerine de hizmet vermekle yükümlü.
Aile hekimlerinden az zamanda çok görev bekleniyor. Aile hekimleri aile hekimliği mevzuatında belirtilen görevlerine ek olarak cezaevi mevzuatı tarafından belirlenen görevleri de yerine getirmek durumundalar. Dışarıda kendilerinin olmayan görevleri içerisi için yapmaları bekleniyor. Ağır ve cezaevinde kalamayacak durumdaki hastalarla onlar yüz yüze kalıyor. Üstelik kimi yerlerde tek başlarına!
Oysa cezaevinde sağlık hizmetleri tıpkı dışarıda olduğu gibi geniş bir ekip ve altyapı gerektiriyor. Hemşire, sağlık memuru, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, çevre sağlığı teknisyeni, diş hekimi ve daha niceleri gibi. Ama dışarıda da bu geniş ekip yok ki zaten, Sağlıkta Dönüşüm Programı ile gelen bir hekim ve bir hekim dışı sağlık personelinden oluşan “ekipçikler” var.
Hastalığı nedeniyle cezaevinde kalamayan ancak tahliye de edilemeyen ve uygun hastane koşulları olmadığı için hastaneye de gönderilemeyen mahpuslar, engelliler, kronik hastalığı olanlar, farklı özellikler ve ihtiyaçları olan risk grupları vs vs. Hepsi farklı düzeylerde farklı kapsamlarda sağlık hizmeti bekliyor.
Mahpus sağlığı kanayamayan bir yara!
Akşam erken iniyor mahpushaneye, hastalıklar da! (CIY/HK)
Not: Yazıda bahsi geçen Ata Soyer yazısı ve konuyla ilgili bir başka yazı için aşağıdaki linkler kullanılabilir. Ayrıca Toplum ve Hekim Dergisi’nin 2013 yılı 5. Sayısında yer alan Aydın Çubukçu’nun “Bir Düğüm Noktası Olarak Cezaevleri” başlıklı yazısı hem konuya hem de Ata Soyer’in konuyla ilişkili yaklaşımına ışık tutması açısından yararlı olabilir.
Tıp doktoru, halk sağlığı ve çevre sağlığı uzmanı. 1993'te Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde halk sağlığı uzmanlığı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp...
Tıp doktoru, halk sağlığı ve çevre sağlığı uzmanı. 1993'te Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde halk sağlığı uzmanlığı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde çevre sağlığı uzmanlığı eğitimleri aldı. Türk Tabipleri Birliği'nin çeşitli kol ve yayın organlarında aktivist olarak çalışıyor.
Vizontele Tuuba’nın ‘Mahmut Abi’si Mahmut Duran, hayatını kaybetti
“Ben Mahmut Duran değilim, Qîro’yum! Bu ismi küçüklüğümde ailem takmıştı. Çünkü hep isyankârdım, direngendim, mücadeleciydim. Qîro, Kürtçede zift, katran, kara ve direngen demek.”
Yılmaz Erdoğan’ın yönetmenliğini üstlendiği “Vizontele Tuuba” (2004) filminde “Mahmut Abi” karakterine ilham veren devrimci Mahmut Duran, dün (13 Nisan) hayatını kaybetti.
Duran’ın vefat haberini duyuran gazeteci İrfan Aktan, şöyle dedi:
“12 Eylül Diyarbakır zindanının direnişçisi, Hakkâri'nin efsanevi devrimcisi, Vizontele Tuuba filminde ‘Mahmut Abi’ karakterine ilham veren Mahmut Duran'ı, nam-ı diğer Qîro'yu (Kara-Zift) kaybettik.”
Uzun süredir kanser tedavisi gören Duran'ın cenazesi, memleketi Hakkâri'de defnedilecek.
“Diyarbakır Cezaevi’nde yedi yıl kaldım”
Duran, 2005 yılında Express’in “12 Eylül’ün 25. yılı” özel sayısında İrfan Aktan’a verdiği demeçte şöyle demişti:
Ben Mahmut Duran değilim, Qîro’yum! Bu ismi küçüklüğümde ailem takmıştı. Çünkü hep isyankârdım, direngendim, mücadeleciydim. Devrimci anlamda, tuttuğunu koparacak güçteydim. O yüzden de bana Qîro adı verildi. Qîro, Kürtçede zift, katran, kara ve direngen demek. Bir de tenim biraz kara olduğu için bu ismi bana uygun gördüler.
Cunta gelmeden hemen önce, Van’da tutuklandım. 18 gün Edremit karakolunda işkencede kaldım. Ondan sonra beni Hakkâri’ye getirdiler. Buradan da Diyarbakır’a götürüldüm. Diyarbakır Cezaevi’nde yedi yıl kaldım.
Zindandan çıktıktan sonra evime gelemedim ki. Beni alıp askerlik şubesine götürdüler. 17 gün askerlik şubesinde kaldım. İnan ki, yedi yıllık zindan sürecinde yaşadığım acıların iki katını o 17 gün yaşadım… Daha sonra annemler geldi, beni eve getirdiler. Tabii psikoloji bozuk, beden çökük… İnsanlar seni deli olarak görüyor. Çünkü yaşama adapte olamıyorsun. Bilmiyorum yani, insan kendini çok yalnız hissediyor. O psikolojiyi yaşamayan bilmez. Yaşayan da anlatamaz zaten. Yüreğinin bir yanı zindandaki arkadaşlarında kalmış… İşkencesiz çay içmek, yemek yemek bana çok acayip geliyordu.