Tiyatroya gitmek alçak gönüllüktür!
Hamiyet…
Hamiyet Müzikali; Deniz Madanoğlu yazdı, Işıl Kasapoğlu yönetti.
Kaybolmam lazım kendimde…
Etkilenmeseniz bile oyunun yönetmeni “Bir kere dinleyin” diyor, bir sözü var söylenecek!
Hamiyet’in künyesi... Oyuncular: Aslı İnandık, Bilgesu Kural, Cansu Bahadır, Esra Kızıldoğan, Ezgi Çelik, Sabahattin Yakut, Sermet Yeşil, Uygar Özçelik ve Peyk (Barış Tokgöz, Ertan Çalışkan, İrfan Alış, Özgür Ulusoy, Serdal Ersoy). Yardımcı oyuncular Caner Coşkun, Eslem Sena Işın, Güney Marlen, Peydayurtsever, Ümitcan Kaya…
Hamiyet’in hikâyesi ve şarkı sözleri: İrfan Alış… Müzik: Peyk, Yapım: Peyk ve Mom…
1950’li yıllardan günümüze kadar gelen rock müziğinin sahipleri siyah Amerikalılar… Zamanla bu notalardan siyah Amerikalılar ile aynı kaderi paylaştıklarını düşünen yoksul ve dışlanmış beyaz Amerikalılar da hoşlandı ve şimdi bütün dünya hoşlanıyor…
Sanki bütün dünya insanlardan dışlandı…
Hamiyet Müzikali'nin künyesinde emekçilerin, işçilerin, teknisyenlerin adları yazılı ama bu yazıya sığmaz…[1] Ama hikayesi bu yazıya sığar…
“Bir işçi mahallesinde iki çocuğu ve kocasıyla yaşayan Hamiyet, yoksul ve yorgun hayatına, bambaşka bir hayal dünyasına sığınarak katlanabilmektedir. O dünyada Hamiyet, önemli ve değerli biridir, bir müzik grubunun hem söz yazarı hem gözbebeğidir. O anlarda özgürce şarkılarını söyler, dans eder ve en önemlisi asla yalnız hissetmez. Ancak yaşadığı ve tanık olduğu ihanetler, aşağılanmalar ve hayal kırıklıklarından sonra Hamiyet’in gerçekle bağı iyice kopar. Sonunda hem evini hem de hayal arkadaşlarını kaybeder ancak herkesin aksine, onu unutmayı reddeden bir çocuğun belleğinde ve Peyk şarkılarında sonsuza kadar yaşamaya devam edecektir.
80 darbesiyle birlikte daha da yoksullaştırılan ve dayanışma hakkı elinden alınan fabrika işçilerinin dünyasında hem bir emekçi hem anne hem de kadın olmanın tüm yükünü sırtlamış bir hayalperestin ‘lan ben sana neyledim dünya’ deyişinin hikayesi…”
Zaman geçiyor ve mekanlar çok çabuk değişiyor…
Başka bir hikâyenin kahramanı Payidar…
Çiğdem Talu’nun sözleriyle hayat bulan şarkı gibi oyunun adı “Nereye Payidar?”… Oyunun yazarı Bilgesu Erenus, müzik Timur Selçuk…
“Şefle iyi geçinsen de
Bu gül için sevinsen de
Çıkmaz bu yol, çıkmaz bu yol
Çıkmaz bu yol bir yere
Nereye Payidar, nereye?
Seninkiler direnişte
Bir sen yoksun içlerinde…
Gönlün yoksa ezilmeye
Sen de katıl direnişe
İşçilerle, işçilerle, işçilerle el ele…”
Hayrola Hamiyet? Hayrola Payidar? Hayırdır Asiye?
Her üçü de gerçek… Oyunların gerçekliği bizim seçimlerimiz, bizim hikayelerimiz
Hatırlıyorum, 1971 yılında tıpkı Asiye’nin hikayesi gibi….
Sonra zamanda ve mekânda 12 Mart… Ardından 12 Eylül…
“Asiye Nasıl Kurtulur?” adlı oyundaki Asiye’nin hikayesi gerçek bir çığlık…
Ankara Birlik Sahnesi’ni kuran Vasıf Öngören askerlik görevini yaparken yazmış “Asiye Nasıl Kurtulur?” adlı oyununu… Toplumu yansıtan bu oyunda özellikle işçi sınıfının açmazlarını anlatmış.
Asiye’yi oynayan Zeliha Berksoy anlatıyor: “Kavaklıdere’de bir apartman bodrumunda çalışıyorduk… Oynayacağımız tiyatro henüz inşaat halindeydi. Bizlerse saatlerce Vasıf’ın çok önem verdiği yorum meselesi, yaşamın diyalektiği, insanlar arasındaki çıkar çatışmaları, insanların birbirlerine yabancılaşması, insanın kendine yabancılaşması meselelerini tartışıp duruyorduk… Ve karlı bir ocak günü 'Asiye' bir sevinç çığlığı gibi başladı.”[2]
Müzikli oyunların geçmiş zamanına bakalım… Tarihi yüzyıllık, 1923’lere kadar gidiyor…
Türk Operet Heyeti, 29 Kasım 1923’te Kadıköy’deki Şehbal Tiyatrosu’nda Balo Kaçakları temsilinde Fehamet Hanım rolünde Fikriye Naşid Hanım var. Bedia Hanım, Ferhunde Hanım oyuncular arasında…
XII. Dünya Tiyatro Günü’nde ünlü tiyatro adamı Luchino Visconti’nin uluslararası bildirisinden bir bölüm… “Tiyatronun öz malı da şudur: Günümüzde birlikte yaşamak dediğimizde ne anlıyorsak o; önemli bir olayı, bir umudu beklemek için toplanmak -tedavi, kurtuluş, belki de hiç değilse insanlar arasında çok önemli vazgeçilmez bir ilişki- esrarlı bir yüceliğin beklenmesi de diyebiliriz (…) Kenara itilmişe benzeyen tiyatro, toplum deneyinin ortasına dönüp oturmuştur. İşte bunun için günümüzde bir tiyatroya girmek demek ayrı bir eylem olmuştur; tiyatroya gitmek demek, bir seçme yapmak demek; aydınlık olanın, mutlak olanın rasyonel beklenişini önceden var saymak demek ve heyecanların, gerçeklerin toplumsal kaynağına dönüş, alçakgönüllülük ve sevgi eylemidir.”[3]
Hamiyet gerçek, Hamiyet ve arkadaşları müthiş… Çaputlara yazılan sözlerle oynanan oyunun önemli bir parçası olan çalgıcılar herkesin gözleri önünde sahnede çalıyorlar... Hamiyet, orkestrasına sözler yazıyor, onların gözbebeği ve onlarla dayanışma içinde… Ne güzel hayal!
Sessiz sedasız bir oyun değil. Eğlenceli ve dokunuyor… Tek başınıza oyun seyreder gibi kalıyorsunuz! Oyuncular oyunu sahnenin tam orta yerine getirip koyuyorlar… Hikâye orta yerde! Durup duruyor ve bakıp kalakalıyorsunuz!
Belki orta yerde duran hayatın gerçek hikayesidir ve insanlar arasındaki vazgeçilmez ilişki.
Belki tiyatroya gitmek demek, seçme yapmak demek, gerçek demek…
Belki sahnenin ortasına bıraktıkları oyun değildir; gerçeklerin toplumsal kaynağına dönüştür.
Oyunu bir kişi bile izlese olur, Işıl Kasapoğlu öyle söylüyor. Söylenen bir şey, sanatla ve tiyatroyla duyurulan bir şey çok kıymetlidir. Dinleyen bir kişi olmak, saygınlıktır.
Eduardo Galeano “sanatın saygınlığı” için şöyle yazmış:
“Beni okumayanlar için yazıyorum: Ezilmişler için, yüzyıllardır tarihe geçebilmek umuduyla kuyrukta bekleyenler, kitap okumayanlar ve kitap alacak parası olmayanlar için...
Cesaretim kırılmaya başlayınca, yıllar önce İtalya’nın Assisi kentindeki bir tiyatroda, sanatın saygınlığı üstüne öğrendiğim bir dersi aklıma getirmek bana iyi geliyor. Helena’yla ben o akşam bir mim gösterisini izlemeye gitmiştik; bizden başka kimsecikler gelmedi. Seyirci bizim ikimizden ibaretti. Işıklar loşlaşınca gişe görevlisiyle yer göstericisi bize katıldılar. Gene de sahnedekilerin sayısı izleyenlerinkinden çok olmasına karşın oyuncular, açılış gecesinde dolu bir salonun görkemi içinde yüzüyorlarmışçasına, canla başla çalışıyorlardı. Yüreklerinin, ruhlarının bütün gücünü verdikleri için oyun olağanüstüydü.
Alkışımız boş salonu çınlattı. Avuçlarımız patlayana kadar el çırptık.”[4]
Hamiyet’i tek başınıza izliyormuşsunuz gibi hissetmek olağanüstüydü!
Hamiyetin hikayesi gibi, biri birini gammazlarsa ne olur? Gammazlamak ne ki? İhbarcıların hakikati mi hayat? Bu para ne? Pirzolaları hangi parayla aldın? Yokluktaki bu çokluk neden? Para nerden gelir nereye gider? Kim kimin gözünü oydu? Dikersin yerine bir göz, eskisinden güzel olur! Olur mu? Kimin arkası daha kuvvetli? Radyon var mı? Fareleri kim bulacak?
Hayat hikayesini çaputlara yazan Peyk’in gözbebeği Hamiyet bilir gerisini... Ona sorun!
Kim deli, kim akıllı? Hamiyet’e sorun!
Kayboldu sanmayın kendi içinde; laf olsun diye öyle söylüyor Hamiyet…
O zaman kim kayboldu?
Ölünce gözlerinizi kim kapatacak bilmeyeceksiniz ama asıl soru oynanan oyunda gizli...
Hamiyet oyununu gerçeğe çeviren oyuncuların “Lan ben sana neyledim dünya!” sorusuna bir yanıtınız var mı ona bakın!
Dipnotlar:
[1] https://akmistanbul.gov.tr/tr/etkinlik/hamiyet-muzikali
[2] Vasıf Öngören, "Bütün Oyunları", Mitos Boyut Yayınları - Tiyatro Oyun Dizisi, İstanbul, Mayıs 1991, s.8. - Asiye Nasıl Kurtulur Sorusu Hala Yanıtsız, Cumhuriyet, 22 Mayıs 1984.
[3] Metin And, "50 Yılın Türk Tiyatrosu", İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1973, s.642.
[4] Eduardo Galeano, "Kucaklaşmanın Kitabı" (Çev. Nihal Yeğinobalı), Can Yayınları, 9 Basım, İstanbul, Aralık 2022, s.165.
(Fİ/VC)