İletişim fakültelerinin öğrencilerini dördüncü kez bir araya getiren OHO'da bir hafta boyunca sürdürülen tüm seminerler gibi, Nilüfer Timisi ile birlikte yürüttüğümüz "Haber Etiğinin Gerekliliği ve Hak Haberciliği" semineri de çok zevkli ve verimliydi. Konunun hak haberciliği boyutunu anlatan Nilüfer Timisi'nin Bia sayfalarında tam metnini bulabileceğiniz konuşmasında, gerek haberin ne olduğu gerekse hak haberciliğinin anlamı ve önemiyle ilişkili çerçeve o denli açık ve etraflı bir biçimde kuruldu ki dersin ikinci saatinde habercilik etiğinin neden gerekli olduğu meselesine odaklanmak ve tartışmayı burada derinleştirebilmek hayli kolay oldu.
Şimdi de burada, OHO seminerlerinin yarattığı birikimin kalıcılığına katkıda bulunabilmek için, seminer öncesinde hazırladığım dağınık notları görece derli toplu bir biçimde bir araya getirmeye çalışacağım.
Habercilik etiğinin neden gerekli olduğu sorusunun cevabı bir yandan neredeyse bu soruyu anlamsızlaştıracak kadar açık seçikken bir yandan da oldukça zor. Bunun en önemli nedeni de etiğin kendisinin çok tartışmalı, sınırlarının çizilmesi güç bir alan olmasıyla ilişkili.
Etiği, en geniş ifadeyle, ahlak ve ahlakilik üzerine düşünme, neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verme ve seçim yapma ve bu seçimleri temellendirme ile ilişkili bir alan, bir araştırma disiplini olarak tanımlayabiliriz.
Bu tanımın kendisi aynı zamanda etiğin gerekliliği meselesini de karmaşık bir hale getiriyor. Çünkü tanımın içinde "doğru" ve "yanlış" gibi ancak bir "görelilik içinde anlam kazanabilecek" sınıflandırmalar ve aynı zamanda evrensel bir hakikat iması var. İkinci bir sorun da doğru ve yanlışın içinden meşrulaştırılacağı haklar ve ölçütlerle ilişkili.
Sözgelimi haber yapmakla ilişkili olarak, bir haberi yapmak ya da yapmamanın, henüz daha nasıl yapmanın değil de yapıp yapmamanın etiği üzerine düşünmek; konuyu, "kamunun bilme hakkı" gibi bir hak ya da kriterle ilişkili bir meşruiyet temeline oturtmayı gerektirir.
Oysa ki kamunun bilme hakkının mahiyeti ve bu hakkın sınırının nerede başlayıp nerede bittiği kadar, tekil durumlar, olaylar ya da kişisel konuların bilme hakkı çerçevesinde bir kamusallaştırmanın konusu olmasına kimin ve nasıl karar vereceği de-ayrıca-etik bir perspektiften kararlaştırılabilecek konulardır.
Christopher Meyers'a göre " 'kamunun bilme hakkı' hemen hemen tüm gazetecilik faaliyetlerini hem meşrulaştırmakta hem de motive etmektedir. Bir başka deyişle, 'kamunun bilme hakkı' gazetecilere çok büyük bir savunma olanağı sağlamaktadır." (Çaplı, 2002: 64).
Gazetecilik faaliyetlerinde uyulması gereken ilkeler ve habercilik normlarının şekillenmesinin "ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında ticari gazeteciliğin gelişimiyle" tarihsel bir çakışma gösterdiği hatırlandığında (Taş, 2010) bu meşrulaştırmanın mahiyetini kavramak da kolaylaşmaktadır.
Bunun yanında genel bir etik tanımında içerilen karar verme ve seçim yapmayla ilişkili bir mesele var ki bu da yine ikinci bir sorun alanına işaret eder. Sözgelimi habercilik bağlamında düşündüğümüzde, bu tanımın, etik karar almayı önceleyen sınırlılıklar ve seçim yapmayı engelleyen yapısal sorunları (Adaklı, 2010) göz ardı eden bir boyutu var. Örneğin haberleştirmeyle ilgili karar anında kat edilen aşamalar nelerdir diye soracak olursak, bu mesele daha açık hale gelebilir. Tekil bir olgu ya da olayın habere konu edilmesi, en azından dört aşamayı kat eden bir karar alma süreci olarak tanımlanır ki bu aşamalar şöyle özetlenebilir.
Habere konu olan hikâyenin araştırılması sırasında etik pozisyona karar vermek: Bu karar, haberin nasıl araştırılacağı, hangi kaynaklara başvurulacağı, kaynaklarla nasıl ilişki kurulacağı gibi konularla ilişkili karar almayı gerektiren bir aşamadır.
Haberin yapılıp yapılmayacağına karar vermek: Bir konunun haber yapılıp yapılmayacağının kendisi, etik bir karar anıdır. Sözgelimi tecavüz haberleri, çocuk istismarıyla ilgili haberler, reşit olmayanlarla ilgili kimi haberlerin yapılıp yapılamayacağına ilişkin karar almak gibi. Bunun içine "ulusal çıkar" ya da "devlet sırları," gibi konuları sığdıranlar da olacaktır.
Habere hangi detayları içererek ya da olası tahripkar sonuçları nedeniyle hangi detayları dışarıda bırakarak ve nasıl yer verilmesi gerektiğine karar vermek: Muhtemelen yakın zamanlarda bu aşamada karar almakla ilişkili en problemli habercilik pratiklerine, Münevver Karabulut cinayeti etrafında tanık olmuş bulunuyoruz.
Ne tür görüntüler ve resimlerin habere eşlik edeceği konusunda karar vermek ki bu da bir önceki örneği hatırlayarak önemini değerlendirebileceğimiz bir karar aşamasıdır.
Kısacası haber üretiminin hemen her aşamasındaki en doğru konumu almayı güçleştiren etik sorunlar yanında, bütün bu karar aşamalarında gazetecinin esasen karar vermede özgür olmadığı; bir sınırlılıklar alanı içinden karar aldığı ve seçimler yaptığı hakikati sıklıkla göz ardı edilmektedir.
Dahası, "haber" dendiğinde yüzlerce seçenek arasından hızla ele geçirilip en uygun biçimde servis edilmediği takdirde bayatlayabilecek bir "şey"den söz ediyor olmak, etik davranışı da gazetecinin bireysel istemine, ahlaki önceliklerine bağlı bir karar verme, seçim yapma meselesi olmaktan çıkarır. Bu çerçevede liberal etik felsefe üzerine temellenen basın etiğine getirilen pek çok eleştiri vardır. Bu konuda en bilinen eleştiriler arasında John Kean'in görüşleri yer almaktadır; Kean'in dikkat çektiği sorunları Ayşe İnal şöyle özetler (İnal: 2010, 28-29):
Erken dönem liberal kuramcılar ve özellikle faydacılar gazeteciliğin tanımına her şeyi bilen, gören ve rasyonel karar alabilen bir birey varsayımının egemen olduğunu vurgulamıştır.
Serbest piyasaya aşırı güvenle ileride mülkiyette oluşabilecek yoğunlaşmayı tamamen gözden kaçırmışlardır.
Basın özgürlüğü düşüncesi ve basının etik ilkelerinin Batı demokrasilerinin tarihsel gelişme süreci içinde ortaya çıkmış olması ve bu tarihsel koşullar dikkate alınmadan evrensel ilkeler olarak bütün dünyaya neredeyse diretilmesidir.
Liberal etik anlayışa getirilen önemli eleştirilerden biri de feminist etik eleştirisidir. Etiğe feminist yaklaşımlar, etiğin içerebileceği açık ama daha da önemlisi eril tarafgirlikleri yeniden düşünme konusundaki ısrarcı tutumlarıyla ayırt edilirler. Feminist etik, Batı etik felsefesinin kadını dışlama veya ikincil konumunu rasyonelleştirmeye yarayan açık ve örtük yolları tanımlama ve bunlarla mücadele etme imkanlarını araştırır.
Feminist eleştirinin amacı hem eyleme dönük pratik rehberlik hem de hiçbir kadının ya da kadınlar grubunun çıkarlarının başka hiçbir birey ya da grup lehine açık ya da örtük bir biçimde ikincil kılınmadığı bir etiğin doğasına ilişkin teorik anlayış sunmaktır. Feminist etik perspektife sahip yaklaşımlar nesnellik, tarafsızlık gibi etik nosyonların kendisini sorunsallaştırır ve bu nosyonların eril bir etik anlayışın ve iktidarın yeniden üretimi olduğunu öne sürerler.
Eşitlik meselesiyle ilişkili olarak, söz gelimi kadın ve erkeğe eşit davranış yerine kadınlara farklılıklarını gözeterek davranma talebi benimsenmeye başlanmıştır. Bu anlamda "eşitlik"in etik bir standart olarak eril yapısı da vurgulanmış olmaktadır. Tarafsızlığın da eşitlik, nesnellik, rasyonellik gibi eril bir standart olduğu ifade edilmektedir.
Feminist yaklaşım görev temelli bir tarafsızlık anlayışı ile durumlara tepki vermek yerine, her durumun özgüllüğünü gözeten duygusal bir tepkinin daha değerli olabileceğini göstermiştir. Bu bağlamda feminist etik, eril-tarafsızlığın yerine "kadınsı-özgüllüğü" ve eril-adaletin yerine "kadınsı-ihtimam"ı önerir (Jaggar, 1992; Scott, 1993).
Çerçeve böyle kurulduğu zaman temel amacın da uygun etik standartlar geliştirmek ya da etiğin neden gerekli olduğunu kanıtlamaya çalışmak değil, esas olarak batılı, ussal ve eril bir etik anlayışın kendisini sorunsallaştırmak olacağı açıktır. Haber üretimi dil olarak, anlatı olarak, üretim koşulları ve ilişkileri olarak etik bir karar verme, seçim yapma ve etik bir biçimde temsil etmeye sınırlar koymaktadır. Dolayısıyla bu sınırları ve sınırlılıkları tanıma ve deşifre etmenin kendisi en etik yaklaşımı oluşturabilir. Başka bir deyişle mevcut gazetecilik pratikleri içinde etik olmanın ne kadar sorunlu olabileceğini tanımak, bir ilk adımı oluşturabilir.
Haber etiğinin gerekliliği sorusuna gelince, bu konuyu, etik davranma zemininin güçsüzlüğünü paranteze almadan-ki bu oldukça geniş bir parantezdir-tartışmak da imkân dahilinde değildir. Ancak bu noktada haber etiği üzerine konuşabiliriz. Ben haberi her şeyden önce bir "anlatı" olarak tanımlama eğilimindeyim.
Haberin bir anlatı olduğunu kabul edersek, kimi zaman yoktan var edileceğini de kabul etmiş oluruz. Bugün magazin haberciliği esas olarak bir yoktan var etme pratiği üzerinden ilerliyor. Anlatı olduğunu kabul ettiğimiz anda haberin tarafsız, nesnel ya da çıkar gözetmeyen bir enformasyon iletimi olduğuna ilişkin bütün meşrulaştırma mantığını da sorgulamış oluruz.
Bununla birlikte haberin bir anlatı olduğunu kabul etmek, haberi bir sorumluktan da kurtarmaz. Anlatı kurmak çoğu kez -kişisel ya da toplumsal- bir tarih yazma sorumluluğunu da üstlenmek gibidir. Çünkü gerçek ya da kurmaca, sözlü ya da yazılı her tür anlatı Tarih'in bir parçasıdır. Anlatı kurmak, tıpkı tarih yazımında olduğu gibi, bir bakış açısı kurmaktır. Bakış açımız, yani nerede duruyor olduğumuz, ne gördüğümüzü ve ne anlattığımızı büyük ölçüde tayin eder.
Küçük bir hikâyeyi, fıkrayı, sinema filmini, bir romanı ve hatta kişilerin kendileriyle ilişkili küçük, basit ve gündelik anlatılarını sorgulayabiliyor, "hakikatle" mesafelerini irdeleyen bir eleştirinin konusu yapabiliyorsak; çevremizde, ülkemizde ve dünyada ne olup bittiğini anlatma iddiasında olan haberden ve habercilikten de bu sorumluluğu-ki bu etik bir sorumluluktur- almasını talep edebiliriz.
Bir toplumun üyelerinin işittikleri, izledikleri ve okuduklara "haber"e güven duyması, her şeyden önce o toplumun dış dünyayla ilişkili "temel güvenlik duygusu"nun güçlenmesine yardım edecektir. Kedini güvende hissetmek bugüne ve geleceğe korkusuz bakmanın da önemli bir koşuludur. "Korkan insandan korkacaksın" gibi güzel bir tespit vardır.
Bunu, korkan toplumdan korkulacağı biçiminde genişletebiliriz. Ayrımcılığın ve ötekileştirmenin en temel nedenlerinden birinin de "korku" olduğu hatırlanırsa, etrafımızda olan bitene, yaşadığımız dünyaya ilişkin bir enformasyon olarak habere güven duymanın, genel güven duygusunu pekiştirebileceği ihtimaline de önem atfetmek gerektiği açıklık kazanır.
O halde mevcut mesleki kodlar ve liberal bir etik anlayış, haberin hakikatle mesafesini "doğru" kurması için gereken zemini sağlayamıyorsa, böyle bir etik perspektif nerede kurulabilir. Bu anlamdaki bir haber etiği elbette gereklidir. Etiğin gerekliliğini vurgulamak için uzun uzun açıklama yapmaya gerek yoktur. Kişilerin, toplum hayatında olan bitene ilişkin hakikate yakın bir enformasyona sahip olabilmesi, her şeyden önce, toplum yaşamına demokratik bir katılım için, toplum yaşamının demokratikleşmesi için gerekli. O halde bize eleştirel bir etik perspektif, bir davranış etiği imkânı sağlayan şey nedir?
Agnes Heller'e göre, "ahlaklılığın özü Öteki ile olan ilişkimizde"dir (2006: 3). Öteki ile olan ilişki hemen her zaman bir anlatı içerir, anlatısal bir ilişkidir. Adil olma ısrarındaki bir vicdan Öteki'ne dair anlatıyı "etik" kılabilir. Bu, Heller'in söylediği gibi, insanın kendini varoluşsal anlamda dürüst bir insan olarak seçmesiyle ilişkilidir.
Yalnızca iyi ile kötü arasındaki ayrım değil, böyle bir ayrım yapmanın ahlaki ölçütleri de varoluşsal olarak seçilmiştir. Peki, neden bazı erkekler ve kadınlar kendilerini namuslu kişiler olarak seçiyor da diğerleri böyle yapmıyor. Bu sorunun hiç bir yanıtı yoktur, yanıtı biliyormuşuz gibi yapmamak en iyisi. İyiliğin kaynağı aşkındır ve "bilmiyoruz"un olumlu formülasyonu işte budur. Ama, bir kişinin kendini varoluşsal olarak dürüst bir insan diye seçtiği nasıl bilinir? Onun pratikteki namusluluğundan, başka bir şeyden değil (2006: 4).
Anlatı sahibinin vicdani sorumluluğunu bu temel üzerinden tarif etmek önemlidir. Gündelik hayatın önemli bir kısmını oluşturan ilişkiler, büyük oranda bir anlatı, bir haber verme, kısacası bir "bildirme" üzerine kuruludur. İlişki içinde olduğumuz kişiler, bize birçok şeyi bildirir, birçok yerden haber getirir. Kendilerinden ve kendi hayatlarından olduğu kadar başka evlerden, başka insanlardan, başka sokaklardan, başka mekânlardan anlatılardır bunlar.
Dahası bu anlatılar hayatlarımızla ilgili -açık ya da örtük- açıklamalarla doludur. Bu açıklamaların niteliğine veya içeriğine bakarak, bir vadede, anlatı sahibinin bencil veya başka hayatlara duyarlı, adil veya vicdansız olduğunu çıkarsamakta nadiren güçlük çekeriz. Çünkü "anlatıcı" anlattığı şeyi basbayağı bir pratikler dizisi içinden, bir hayat pratiği içinden derler: Bu adeta, "bana bir hikâye anlat, sana kim olduğunu söyleyeyim" demek gibidir.
Türkiye gibi kaotik coğrafyalarda, bu sorumluluğun daha ağır bir tarafı da var. Neredeyse her gün onlarca zamansız ölümün yaşandığı bir ülkede, sadece "hayatta olduğumuz için" yüklendiğimiz bir vicdani sorumluluk var: "artakalan biri olarak" (Levinas, 2006: 72). Levinas'ın dediği gibi, Öteki'nin ölümü karşısındaki sorumluluğumuzu; artakalan [hayatta kalan] olmanın sorumluluğu olarak tanımlamak zorundayız. Bu sorumluluğu, Öteki'yle birlikte söylemimizin ve özne'liğimizin koşulu olan dilimizi yitirmemek için ya da yitirmemek adına yüklenmek zorundayız. Çünkü Levinas'ın düşünce üretiminin izinden giderek, Öteki'nin kırılganlığını yorumlayan Judith Butler'ın da söylediği gibi, ancak bize hitap edilmesi koşuluyla dili kullanabiliriz: "işte Öteki bu anlamda söylemin koşuludur. Eğer öteki yok edilirse, dil de yok edilmiş olacaktır, çünkü dil hitap koşullarının dışında var kalamaz." (2004: 141). Öteki'nin sesini kendi sesinin koşulu olarak görmek etik bir sorumluluktur.
Burada son olarak Alan Badio'den soz etmek gerekir. Badio'ye göre, öteki felsefesi bir "kurban" tanımı üzerinden işler. Ona göre etiği ister Kötü'nün mutabakata dayalı temsili olarak, ister ötekine yönelik kaygı olarak düşünelim, etik her şeyden önce günümüz dünyasının bir iyiyi adlandırma ve bu İyi'ye ulaşmaya çalışma konusundaki tipik yeteneksizliğinin adıdır (2006: 43).
Bu çerçevede Badio eski Yugoslavya'daki savaşla ilgili olarak Fransa'daki yazı ve yorumlarda sık sık tekrar eden bir cümleye dikkat etmek gerektiğini söyler. Bu cümle bütün bu gaddarlıkların "Paris'ten uçakla sadece iki saat uzakta" meydana geldiğini vurgulayan bir cümledir. Badio, Fransız basınında kötülüğün fena bir biçimde geri dönüşünden söz edildiğini hatırlatır.
Yazar, eğer mesele etik ilkeler, insanın özü gereği kurban oluşu ya da "hakların evrensel ve baki" olması meselesiyse, uçuş mesafesiyle ne demeye ilgileniyoruz diye sorarak bu ifadelerin gülünçlüğünün altını çizer (45). Badio Öteki'ni tanımamız için onun bir anlamda menzilimizin içinde olması mı gerekir diye sormaktadır.
Sonuç olarak denilebilir ki, habere konu olan olay ve olgularla ilişkili olarak, "etiğin imkânsızlığı"nı da ima eden bu türden bir müzakerenin ya da sorgulamanın öneminin farkında olmak, habercilik pratiklerinde etik bir konum almanın da en önemli koşuludur. (SÇ/TK)
Kaynaklar
Adaklı, Gülseren (2010). "Gazetecilik Etiğini Belirleyen Yapısal Unsurlar: Mülkiyet ve Kontrol Sorunu." Televizyon Haberciliğinde Etik. Der. Bülent Çaplı ve Hakan Tuncel. AU ILEF: Ankara. 61-95.
Butler, Judith (2004). Kırılgan Hayat: Yasın ve Şiddetin Gücü, Çev., Başak Ertür, İstanbul: Metis.
Badio, Alan (2006) Etik: Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme. Çev., Tuncay Birkan. İstanbul: Metis.
Çaplı, Bülent (2002). Medya ve Etik. Ankara: İmge.
Heller, Agnes (2006). "Modern Etiğin İki Temel Direği" Cogito, Sayı: 46 (Bahar).
İnal, Ayşe (2010). "Tarihsel gelişimi içinden gazetecilik etiğini yeniden düşünmek" Televizyon Haberciliğinde Etik. Der. Bülent Çaplı ve Hakan Tuncel. AU ILEF: Ankara. 27-44.
Jaggar, Alison (1992). "Feminist Ethics" Lawrence C. Becker and Charlotte B. Becker (der.) Encyclopedia of Ethics içinde. New York: Garland Publishing. 361-370.
Levinas, Emmanuel (2006). Ölüm ve Zaman, Çev., Nami Başer, İstanbul: Ayrıntı.
Scott, Sandra Davidson (1993). "Beyond reason: A feminist theory of ethics for journalists". Feminist Issues, 02706679, Spring 93, Vol. 13, Issue 1.
Taş, Oğuzhan (2010). "Medya Etiğinin Tarihsel temelleri ve Gelişimi" Televizyon Haberciliğinde Etik. Der. Bülent Çaplı ve Hakan Tuncel. AU ILEF: Ankara. 3-23.