Okuldan Haber Odasına (OHO) 2010'la ilgili haber ve yazıların tümüne ulaşmak için tıklayın.
IPS İletişim Vakfı'nın Okuldan Haber Odasına programının üçüncü gününde, gün değerlendirmesi yapmak üzere Bilgi Üniversitesi Kuştepe Kampüsündeki sunumları öğrencilerle birlikte izleyerek tartışmak benim için de öğretici oldu. Elimde bir konuşma metni yok ama bütün gün aldığım notlar ve katılımcı öğrencilerin katkılarıyla geçirdiğimiz değerlendirme sürecini anımsamaya çalışayım.
Programa katıldığım üçüncü günle ilgili olarak www.bianet.org sitesindeki haberde; "en hararetli tartışmaların medya sektörü ile iletişim fakülteleri arasındaki gerilim" konusunda geliştiği belirtilerek "idealleri olan insanların nasıl bir pazarda yer aldıklarını her an sorgulamaları gerektiği" yolundaki sözlerim öne çıkartılmış. Durumu gayet iyi özetleyen bu haberi yazan arkadaşa teşekkür ederim.
Öncelikle, okul ortamında ve medya ortamında nelerin ilgi çektiği konusuna özel bir merakla bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Herhangi bir özelliğe sahip olma yoluyla dikkat çekici olmak medyada yer almak için tek başına yeterli midir? Hemen satın alınıp tüketilmeyi bekleyen bir ürün müdür medya ürünü? Medyada başarılı olmanın ölçüsü pazarda adı çok anılan kişi olmak mıdır? Ünlü kişilerle tanıdıklık ilişkisi kurmak en kısa ve güvenilir yol mudur?
"Kariyer planı" gibi hızlı basamak çıkma kılavuzları yeterli olsaydı, dünyada bu kadar çok "başka türlü bir iletişim mümkün" diyen genç insan olmazdı.
Medya ile kuşatılmış, "medyalanmış" bir dünyada yaşadığımızın farkına varmamız gereken bir eğitim içerisindeyiz. Medyada çalışanlar ve yöneticiler gibi, medya eğitimi alan öğrenciler ve akademisyenler de "medyalanmış" bir dünyadayız. Bu medyalanma halini "çok şükür artık herkesin evinde televizyon var" olarak karşılayanlar da var ama insanın insanla, toplumla, doğayla ve hatta kendisiyle kuracağı ilişki biçimlerinin popüler eğlence televizyonundaki kalıplardan ibaret olması tercih edilecek bir insanlık hali değildir herhalde. Kötü mayayla iyi yoğurt yapılamaz.
Eğitim alanımız evet, bir yandan mesleki beceriler geliştirmeye yönelik ama diğer yandan da bilimsel birikimin aktarıldığı, eleştirildiği, tartışıldığı entelektüel bir boyut var. Dünyayı global formatlı medya aracılığıyla algılamanın getirdiği tektipleşme işte çabuk star olabilme yollarının peşinde koşmayı meşru hale getirmiyor mu? Sanki çok doğru, haklı ve geçerliymiş gibi, her şeyin "markalaşmasından" söz ediliyor; insanların, kurumların, üniversitelerin, kentlerin hatta ülkelerin markalaşmasından söz etmenin, bu sözü edilenleri paketlenip satılabilir meta boyutuna getirdiğini de yine iletişim eğitiminde okuyor, yazıyor, tartışıyoruz. Kısaca hem piyasada satılabilir olanları oluşturanları tanıma, hem de bu ortamın eleştirisini yapabilme ancak bilgi yoluyla kurulabilecek bir ağ içinde mümkün bence.
İletişim fakülteleri, ya da genel olarak medya eğitimi diyelim, yalnızca medya sektörüne eleman yetiştirme kaygısıyla kurulan okullar değildir. Türkiye'de akademik medya eğitiminin başladığı Ankara'daki Basın Yayın Yüksek Okulunun Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne bağlı olarak kurulması (1964) bir tesadüf değildir. Bu okul, daha önce (1947) İstanbul'da Sedat Simavi'nin İstanbul Üniversitesi rektörlüğünden talebi üzerine kurulan Gazetecilik Enstitüsü'nün İstanbul basınıyla fazla yakın olması ve akademik bilgiden uzaklaşma kaygısı üzerine kurulmuştu. Kuşkusuz ilk hocalarımız çok idealistti ve bu üniversite eğitiminin medyayı dönüştürücü güce sahip olması için gayret ediyorlardı. O yıllarda basının omzundaki "dördüncü kuvvet olma" gibi "yüce beklentiler" dönemi yaşandığını da unutmayalım. Hikâye kipi kullandığıma bakmayın, bugün de idealist gazeteciler ve idealist eğitimciler, para ve şan şöhretten uzak gönüllü işlere eğilimlidirler.
Zaman zaman kendi öğrencilerimle piyasa-eğitim meselelerini tartışırız, bu tartışmaların bir kısmını kaydetmişim, örneğin 2003 yılında gönüllü bir fotoğrafçılık topluluğunda çalışan SD: "Bu aralar düzenli dergi çıkarmaya çalışıyoruz. Bu yerin benim için anlamı gönüllülük temelinde bir sisteminin olması... Büyük medya bizden insanüstü şeyler bekliyorlar. Nasıl olsa daralan medya piyasasında başka iş bulamazlar düşüncesiyle çalışanlar da her şeye boyun eğmek zorunda kalıyor" demiş.
RÖ'nünse yine 2003'te yaptığımız bir forumda: "Ben Post Ekspres'te çalışmadan önce de onun okuruydum. 20 kitap okunarak elde edilen bilgiyi ben oradaki biriyle bir konuşmamla öğrenebildiğime inanıyorum. Bu harika bir şey! Mesela ilk çalıştığım sıralarda ki müzik bilgimle bugünkü bilgim arasında uçurumlar var. Sanıyorum ki bağımlı ve bağımsız medya kurumları arasında böyle bir fark var, sermayeye, hükümete, askere bağımlı olan medya çalışanları sadece kendilerinden veriyorlar ve kendilerine bir şey katmıyorlar. Çalıştığım yer, bana benzeyen ve benim benzemek istediğim insanlarla dolu, bu çok huzur verici bir şey" demesini bugün yine gülümseyerek anımsıyorum; kendisi şimdi global müzik ağlarında kesinlikle kendisinin de dinlemekten çok hoşlandığı müzisyenlerin konserlerini düzenliyor, yine coşkulu ve mutlu.
Öte yandan, büyük medya içinde yer almanın getireceği güven duygusunun cazibesini yadsıyamam. Öğrenciyken büyük bir televizyon kanalında çalışmaya başlayan bir başkası, okuldan uzak kalmaktan yakınırken "Sadece günlük olaylarla iç içeyim. Anlık şeyler hafızada kalmıyor. Okulda aldığım teorik bilgilerle sektöre girseydim, daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Bu gün sektör bir muhabirden çok şey istiyor. Haberini yap-montajını yap-telefon görüşmesiyle işi kotar vb. ben bu işleyişin tam ortasındayım. Muhabirin karar vereceği anlar vardır. Haberin ne olup olmadığına karar veren kişi olarak da piyasa bizden çok şey bekliyor" demiş. Halen aynı kanalın haber merkezinde çalışıyor ve yine muhabirin / kameramanın öneminden söz ettiğini duymak beni memnun ediyor.
Meslek ve iş ortamı her zaman aynı özellikleri paylaşmayabilir. Yönetici kuralların farklı beklentileri ile karşılaşabilirsiniz. Eğitim sürecinde aldığınız teorik bilgiyi uygulamaya nasıl geçirebileceğinize karar veremediğiniz zamanlar olabilir. Böyle zamanlarda, kolay ve ucuz medya örneklerine mahkûm olmayan bir dünyanın yine de mümkün olduğunu unutmayın. Bilginizle fark yaratın. (NT/TK)