Sabah gazetesinin internet sayfalarında "Etik Servisi" adıyla ilginç bir bölüm var. Gazetenin Yazı İşleri Müdürü Barış Soydan tarafından hazırlanan sayfada okurların karşı karşıya kaldığı kimi durumlarda yaptıkları ya da yapacakları davranışların ahlaki olup olmadığına ilişkin sorular yanıtlanıyor.
Bir nevi ahlaki Güzin Ablalık hizmeti yani. "Aman ne güzel bir hizmet" diye aklınızdan geçirebilirsiniz. Ancak yöneltilen soruları okuyunca insan bir garip hissediyor kendini.
Garabet, sorulara verilen yanıtlardan ziyade soruların kendisinde. İnternet kullanılarak ulaşılabilen bir siteye girebilen, ortalama okuryazar zekasına sahip olsa da internet erişimi nedeniyle beyaz yakalı olduğunu düşünegeldimiz Türkiye halkının yönelttiği sorulardan bir kaçı şöyle mesela: "Aldatmak etik mi?", "Yasaklı olan YouTube'a çeşitli yöntemler kullanarak girmek etik mi?", "Kuyruk bekleyen taksicinin müşteri seçmesi etik mi?", "Eski sevgilinin başına gelenlere sevinmek etik mi?"
Türkiye'nin halleri
Pür hal-i mealimizi anlatan bu ve benzeri soruları daha fazla yazmak niyetinde değilim. Bu yazının yazılmasına vesile olan konu başka. "Uzmanı yanıtlıyor" denilen internet sayfasında 28 Ekim 2010 günü A.K. rumuzlu bir okur, "Üniformalı polislerin otobüslere ücretsiz binmesi etik mi?" diye bir soru sormuş.
Uzman da yanıtlamış: "Rüşvet almıyor, işkence yapmıyorlar ya, alt tarafı otobüse bedava biniyorlar, ne var bunda? Gazetecilerin, kendilerini bedava ağırlayan şirketler hakkında haber yapması ne kadar etikse, polisin ücretsiz otobüse binmesi, bedava çorba içmesi de o kadar etik. Yani tabii ki etik değil! Şaka yapıyorum yahu, böyle bir şey nasıl etik olabilir ki!"
Doğru ama eksik tespitler
Soydan yazının devamında, polisin kendisine şahsi çıkar sağlayanlar hakkında tarafsız, adil, objektif davranmasının mümkün olmadığını vurgulayarak dünyanın her tarafında bunun adının "çıkar çatışması" olduğunu da eklemiş.
Otobüse bedava binen polisin o şoföre ceza kesmesi gerektiğinde elinin titreyeceğini vurgulamış. Doğru da söylemiş. Ama eksik. Soydan, polislerin çalışma koşullarından, ağır mesai saatlerinden ve yaptıkları işin yıpratıcılığından ya da amirlerinden işittiği haraketler ya da literatüre "mobbing" adıyla giren tacizlerinden ve en önemlisi aldığı ücretlerin yetersizliğinden de bahsetse belki eksik bir nebze olsun tamamlanırdı.
Ya da en sonda söylediğimiz üzere yaptıkları işin karşılığında kendilerine ödenen ücretin bırakın geçinmeyi karın doyurmaya bile yetmediğini de söylese vatandaşın canını, malını emanet ettiği polislerin bir abonman parasına neden tenezzül etmek zorunda kaldıkları daha bir anlaşılır olabilirdi. Derdim polisleri savunmak değil. Sadece durum tespiti. Yukarıda kısacık aktarılan sorunların çözümünün de polislerin de, eylemlerde dövdükleri işçiler gibi sendikalşmasında olduğunu tekrarlayabilirim o kadar.
Peki ya gazeteciler
Bu durum tespitinden yola çıkarak, nihayet esas meramımıza gelebilirim. Soydan 8 Kasım 2010 günü, "Ya işte böyle. 'Polislerin otobüse ücretsiz binmesi etik mi?' diye sorgulamaya kalkarsan böyle sorarlar adama" diyerek kendisini de ilgilendiren bir soruyu taşıdı ilgili internet sayfasına.
Bu kez de T.A. rumuzlu bir okuyucu, 1 hafta önceki yazıdan yola çıkarak, "Gazetecilerin sarı basın kartıyla belediye otobüslerini ücretsiz kullanması etik mi?" diye soruyordu. Polislerle ilgili soruya verdiği yanıtta da mesleğine ilişkin özeleştirilerde bulunan Soydan, "Sarı basın kartı olana sadece belediye otobüsü bedava olsa yine iyi, bazı giyim mağazaları yüzde 30, bazı şehirlerarası otobüs firmaları da yüzde 50 indirimli" dedikten sonra, "Ama tabii ki bunların hiçbiri etik değil" diyor. Sonra ABD ve Avrupa ülkelerinden örnekler de vererek dünyanın hiç bir yerinde gazetecilere yönelik bu tür uygulamaların olmadığını anlatıp etik konusunda neden dünya standartlarıyla ilgili bir derdimiz olmadığını sorguluyor.
Kim haklı?
Dünyanın en büyük gazetelerinin, etik ilkelerinin arasında gazetecilerin "çıkar çatışmasından" kaçınması şartını getirdiklerini belirttiği yazısında New York Times'dan örnek vermiş Soydan.
New York Times'ın Etik İlkelerinin 35'inci maddesinin, "Hiçbir çalışan, hakkında haber hazırlanan (Ya da hazırlanabilecek) kişi ya da kurumdan hediye, bilet, indirim, para iadesi alamaz" diye yazan Soydan, Türkiye'nin Basın Kartı Yönetmeliği'nde ise, "Basın kartı hamilleri, devlet ve belediyelerin, özel idare ve köylerin veya bunlara bağlı kuruluşların, şehir içinde veya dışında işlettikleri tarifeli taşıtlardan, indirimli veya parasız olarak yararlanır" dediğini aktarıyor.
Sonra da , "Acaba hangisi haklı?" sorusuna ise "Bana New York Times haklıymış gibi geliyor" yazan Soydan, "Devletin himmetiyle otobüse bedava binen, sinemaya bedava giren gazeteci kendisini devlete borçlu hissetmez mi? Yıllarca hissetmedi mi, topluma değil devlete hizmet etmeyi öncelikli bilmedi mi?" diyerek noktalamış yazısını.
Dolar üzerinden maaş alanlar ve...
Söyleyebileceğimiz yazılanın doğru olduğunu vurgulamak. Ama tıpkı polislerle ilgili yazılanlarda olduğu gibi yine eksik olduğunu anlatmakta fayda var. Elbet gazetecilerin ücretsiz seyahat etme ya da bir takım indirimlerden faydalanmasını savunacak değilim. Ancak gazetecilik mesleğine ilişkin etik tartışmaların da belediye otobüsüne bedava binmek gibi bir argüman üzerinden tartışılmasının anlamsızlığını vurgulamak da fayda var.
Yıllar önce de gazetecilerin telefonlarının ve THY biletlerine uygulanan yüzde 50 indirim de yine böyle bir tartışma sonunda kaldırılmıştı. Siz tartışma dediğime bakmayın. O dönem Star gazetesinin manşetten gündeme taşıdığı bu ahlaki sorunla ilgili görüş beyan edenler de maaşlarını dolar üzerinden alan medya yöneticileriydi.
Ağabeyler (Evet hepsi erkekti) işin ne büyük ahlaksız ve eşitliğe aykırı bir durum olduğundan dem vurup gazetecinin böyle şeylere tenezzül etmemesi gerektiğini anlatıyordu. Tenezzül etmesini istemedikleri ise yönettikleri gazetelerde ve televizyonlarda muhabir, foto muhabiri, düzeltmen ve benzeri adlarla çalışan, yöneticilerinin bir ayda aldıkları maaşları ömürleri boyunca çalışsalar bir arada göremeyecekleri koşullarda çalışanlar yani.
Medya patronlarına sorular
Duygu sömürüsü yapmayalım. Elbet bu tür uygulamalar etik değil. Ama buradan yola çıkarak soru(n)ları çoğaltmak ve hepsinin sonuna da "etik mi?" diye eklemek mümkün. Gazetecilerin çalışma koşullarının yanı sıra, AKP iktidarı ile birlikte medya sektöründe yaşanan sermaye değişimiyle birlikte ortaya çıkan kutuplaşma ve gazetecilik anlayışının geldiği nokta da buna dahil elbette.
Soydan'ın hem kendine hem de özellikle patronuna ve diğer medya patronlarına yönelteceği, yanıtını alamayacağımızdan emin olduğumuz ilk aklımıza gelen birkaç sorumuz şöyle:
Gazetecileri belediye otobüslerine ücretsiz binme durumunda bırakacak maaşlarla çalıştırmak etik mi?
Muhabirden yayın yönetmenine uzanan çizgide en altta yer alanlarla en tepede yer alanların arasındaki maaş uçurumuna sessiz kalmak etik mi?
Soydan'ın çalıştığı Sabah gazetesinin binasının önünde 2 yıldır duran "Bu işyerinde grev var" yazılı pankarttan yola çıkarak sorarsak basın sektöründe sendikalaşmayı engellemek, sendikalı olanları işten atmak etik mi?
Güç odaklarının, iktidarın, sermayenin yanında saf tutmak etik mi?
İktidara yakın duracağım derken, karşısındaki tüm güçleri hasım belleyen bir habercilik anlayışı etik mi?
Patronun, devlet kesesinden kime verileceği belli ihalelere girmesi etik mi?
Bu ihaleleri sağlayan iktidarın aleyhine bir şey yazmamak etik mi?
Çok kanallı, çok gazeteli ama tek sesli medya düzenini savunmak etik mi?
İktidarı eleştiren medya organlarının öyle ya da böyle susturulmaya çalışılması ve bunun eleştirilmemesi etik mi?
En büyük medya gruplarının iktidarın ekonomik kıskacıyla susturulması ve buna sessiz kalmak etik mi?
İktidarın ekenomi politikalarının sadece büyük ya da yandaş sermayenin kasasını doldurduğunu görüp, tabanın çoğunluğunu oluşturan halkın alım gücünde bir değişiklik yaratmadığını yazmamak etik mi?
Tüm ülkeyi yakından ilgilendiren bir davanın hukuksuz bir zeminde ilerlediğini, gerçek suçluların gerçek suçlarından yargılanmadığı ortadayken Türkiye'nin karanlık geçmişinin aydınlatıldığını iddia etmek etik mi?
Kovula kovula gidecek köy bulamayan bir gazeteci yazarın sırf iktidar istemediği için işsiz bırakması etik mi?
"Bekir Coşkun'un gazetesinden kovulması etik mi?" sorusunu, olayı hiç bir siyasi analitik düzlemde ele almadan, "Ne bir veda yazısı koydu gazetesi, ne de bir açıklama.. Ortada bin türlü rivayet var. Ama Coşkun'u kovan yöneticilerin düşüncelerini okuyamadığımıza göre gerçek yok. Tevatür üzerine ahkam kesmek etik değil. Dolayısıyla bu sorunun yanıtı yok. Olsa olsa şu sorunun yanıtı var: Köşe yazarını kovduktan sonra okurlara hiçbir açıklama yapmamak etik mi? Hayır değil" diye yazmak etik mi? (AŞ/EÖ)