Herkes konuşuyor, yazıyor! Belki de hayra alamet! Ne de olsa yasaktı. 80 sene boyunca var olan bir "realite" hasıraltı edilmişti. Konuşmak, yazmak isteyenlerin daha niyet halinde ilerken başlarına olmadık belalar açılıyordu. Kimileri belalara katlandılar da. Katlanmayı göze al(a)amayanlar iki yoldan birini tercih ettiler. Ya külliyen "yok" deyip kurtuldular. Ya da susup zamanın çözmesini, zamanının gelmesini bekleyip bir dolu beni âdeme de bu yönlü tavsiyelerde bulundular.
Şimdi iki kesimin "kavgası" orta yerde duruyor. 80 senedir "yok" diyenler, hâla "yok" demekte ısrarlılar. "Biz yok diyoruz kardeşim var mı ötesi" diyorlar. Demekle kalmayıp tehdit de ediyorlar. "Bizi dinleyip dikkate alın yoksa dünyayı başınıza dar ederiz" demeye getiriyorlar. (CHP ve MHP'nin tavrı buna delalet ediyor)
Zamanın çözme gücüne inanıp da susanlar ise, şimdi bir başka "ince iş" peşinde. "Bu bir devlet politikası" diyorlar. "Bize güvenin bu işi biz çözeriz" demekten imtina etmiyorlar. Peki, "muhatap" dediğinizde ise, "Onu karıştırmayın. Muhatap 72 milyonluk Türk Milletidir" diyorlar.
İşin asıl muhatabı Kürt cenahı ise; gayet mütedeyyin, gayet sakin ve sanki onca senenin ezasını, cefasını, belasını yaşamamışlar gibi... İşin açıkçası bu denli lütufkâr olmak gerekmiyor. Bir miktar söküp alıcı olmakta sizce de yarar yok mu? Yoksa bu canavarlar güruhu nasıl yola gelecek!
Sorunun çıplaklığı ortada...
Sağcısı ve "solcusu" (solcu derken medyanın kullandığı jargonla kasıt CHP'dir, gerçek solcular üzerine alınmasın) birleşmişler, adı ayan beyan aşikâr milliyetçi politikalarında. "Böldürmeyiz de böldürmeyiz" diye! Peki, bölen kim? Bölünmek istenen kim? O sorunun muhatabı yok. Çünkü "savaşın" Kürt tarafı neredeyse 15 senedir talepkârlık manasında "Bağımsız Birleşik (hatta Sosyalist) Kürdistan" ve muadilleri politikalardan vazgeçmiş durumda. Avrupa'da ve dünyanın değişik ülkelerindeki "demokratik cumhuriyet" modellerine rıza gösteren bir politikayı, anlaşılabilecek bütün dillerde anlatmaya, paylaşmaya çalışıyorlar.
Şimdi demiri tersinden bükmeye ihtiyaç duyulan bir politik sürecin uygulayıcısı olmayı gerektiren bir dönemeçten geçtiğimizi bir kez daha anımsatmakta yarar var.
Sistemden beslenen partilerden Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi 80 senelik retçi ve inkârcı politikanın devamında ısrarlılar. Son dönemlerin kendi tarihsel geçmişleriyle ters düşmek pahasına, asla taviz vermek taraftarı değiller. Diğer yakada ise sisteme tutunurken açık uçlardan dikiş tutturma gayretleri üzerine politika bina ederken "sistemin asıl sahibi ben olmaya adayım sizin devriniz doldu", demeyi mahcup bir eda ile becermeye çalışan Adalet ve Kalkınma Partisi var.
Adalet ve Kalkınma Partisinin bir "devlet politikası" gibi geliştirdiği ve henüz içeriğini oluşturmaya çalıştığı, çözümü, geniş bir sürece yayacağı şimdiden belli, tepkilere aşırı duyarlı, "derinlik sarhoşluğuna" da açık (her aşamayı askerle, polisle ve mit'le paylaştıklarını bizzat beyan ediyorlar), sorun çözücü karşı tezi, şimdiden kamuoyu oluşturuculuğa teslim olmuş gibi. Yarın, politikalar oluşturulurken "Bakın ey Kürt kardeşlerim aslında biz daha fazlasını vermeye razı idik de! Gördünüz işte solcusu da sağcısı da izin vermedi. Ne yapalım. Bu kadarıyla yetinin. Devamını zamanla bir mutabakat oluşturursak halederiz" diyecekler.
Şimdi Kürt cenahından gözüken taraf mecrasında iki eğilim var. İkisi de DTP grubunda. Parlamento muhataplığında bir başı, Demokratik Toplum Partisinin bir eşbaşkanı Ahmet Türk çekiyor. Epeyce mütedeyyin, sükûnetini koruyan, ılımlı ve deneyimli eski parlamenter gibi davranıyor. Bu yönüyle de "sorunun çözümüne" meyyal "resmi" kesimlerce, daha "muhatap" gibi bir algıya denk duran bir görüntü sergiliyor.
Öte yakada ise yine bir milletvekili diğer eşbaşkan, Emine Ayna duruyor, işin esas tarafı, mücadele eden ve hakkın, ellerinin arasından "çözülerek, kayarak" kaybedilmesini istemeyen tarafın sözcüsü Emine Ayna. Ayna, gerçek tarafı işaret ediyor gibi...
Aslında şimdiye dek meseleye "dışarıdan bakanların" anlamakta zorlandıkları nokta şu: İki anlayışı da meclise taşıyan aynı irade... Görünürde kimileri iki bakışın perspektifinde "farklılık" yaratma gafletine düşse de, gerçekte böyle bir farklılık yaratma, hatta yansıtma lüksü yok. Başta, o temsil hakkı olan irade bu farklılaşmaya izin vermez.
Şimdi işin bu noktasında "toplumsal tabanları" olmasa bile, zaman zaman görsel ve yazılı medyanın, muhatap olabilirler diye görüşlerine anlam biçtiği ve sıkça manşete çekmeyi "marifet" bildiği, hatta kanal kanal dolaştırdığı kimi Kürt çevrelerine de kanımca bir miktar ihtiyaç var. Madem "şiddetçi politikaları" nedeniyle eleştirdiğiniz Kürt tarafının (kasıt DTP'dir) sorunun çözümüne dair savunup önerdiği modelleri beğenmiyorsunuz (ya da beğenmiyordunuz!), o halde federatif, bağımsızlıkçı ve diğer modellerinizi ısrarla savunun. Savunun ki; bugünün reel ortamında Türk cenahının sağdan ve "solculuğu" eprimiş çökmüş, iflas etmiş "solcularının" milliyetçi ve Kürde düşman yüzü iyice bir iflas etsin. Ve bakın böylesine farklı sesler de var diyebilen bir geniş Kürt çözüm zenginliği orta yere serilsin. Serilsin ki; gerçekleşmesi mümkün politikaların zemin bulma şansı mümkün olsun...(ŞD/EÜ)