Gazeteci Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 günü oniki yıl önce öldürüldü. O bir "istisnaydı". Yazdıkları hep "olay"dı. Hukukçuydu. Gazeteci gibi gazeteciydi. Yaşamı C4 patlayıcıları ile havaya uçurulduktan sonra onu tanıyan, tanımayan, bilen, bilmeyen herkes "gazeteciyi" tanıdı. Sevgi Özel zoru başardı. Saygıyla ve dostlukla kutluyorum. "Bir Devrimcinin öyküsü Uğur Olsun" adlı Uğur Mumcu'nun kitabını yazdı (Bilgi Yayınları.Birinci baskı Ocak 2003).
Gazeteci Uğur Mumcu hukukla harmanladığı yazılarıyla kaleminin ucunu sivriltmeyi çok iyi bilirdi. Hukuk; işlenen cinayeti çözemedi. Katiller bulunamadı. Katiller hep kazandı. Uğur Mumcu'nun ve gazeteci cinayetlerinin failleri meçhul kaldı. Bizler ne yaptık? Ağıt yaktık. Başka...Başka ne yaptık? Uğur Mumcu ise yıllar önce "olanlara" bakarak "olacakları" yazmıştı. Neydi olanlar ve neden olanlara kayıtsız kalmıştık?
"Çatlı'nın olduğu her yerde Çelik; Çelik'in bulunduğu her eylemde Ağca ve Şener'de bulunurlar. Bu gün Çatlı kaçırıldı; yarın da bakarsınız Ağca kaçırılır! Çatlı, hiç kuşku yok, İsviçre'deki cezaevinde yine bir örgüt tarafından kaçırılmıştır. Bu örgüt, bu günlerde Avrupa'da ve Türkiye'de büyük yankılar yapacak yeni cinayetler işleyebilir. İpekçi cinayeti zamanında aydınlansaydı, bir çok olay da kendiliğinden gün ışığına çıkacaktı.
Başta basın olarak bizler bu konularda görevimizi yaptık mı? Ne acı ki hayır yapmadık, çoğumuz kayıtsız kaldık; cinayeti aydınlatmaya çalışanlar da ilkel saldırılarla, sövgülerle ve karalamalarla karşılaştılar! Birtakım karanlık çevreler, İpekçi cinayetinin aydınlanmasını istemediler. Niçin acaba" (Cumhuriyet 24 Mart 1990/ Sevgi Özel'in anılan kitabı sayfa 419)
Görevimizi yapmadık. Niçin acaba? O ise 1 Şubat 1979'da öldürülen gazeteci Abdi İpekçi cinayetini Çatlı'yı, Ağca'yı sorguluyordu. Kayıtsız kalanlara kızıyordu. Yıllar sonra karşımıza Susurluk çıktı. Şaşırdık, ama biliyormuş gibi yaptık. Aslında neler olup bitmiş hiç bilmiyorduk. Gazeteci Uğur Mumcu'nun sağlığında yazdıkları; ölümünden sonra yargı kararlarında sanki yeniden yazıldı. Yazıları Susurluk çetesinin "gerekçeli kararı" oldu. Kazayla ortaya çıkan "çete" Uğur Mumcu'nun yazılarında yazdığı gibiydi...
Akılda kalsın. Unutulmasın belki işe yarar diye yeniden yazıyorum. İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 1997/180 Esas, 2001/36 Karar ve 12.2.2001 günlü hükümle "Susurluk Çetesini" mahkum etti. Bu karar Yargıtay 8.Ceza Dairesinin 2001/16176-125 sayılı ve 15.1.2001 günlü ilamı ile onandı.
Ceza Dairesi onama gerekçesinde: "Susurluk kazasından sonra Mehmet Özbay sahte kimlikli şahsın, yurt dışında uyuşturucudan mahkum olmuş ve yurt içinde de katliam sanığı olarak aranan Abdullah Çatlı olduğunun anlaşılması, aracı kullananın Emniyet görevlisi, araç sahibinin de Milletvekili olması karşısında, (.....) devletin yetkili organlarında olmakla birlikte emniyet teşkilatında görevli olup haklarında kamu davası açılan sanıkların terörle mücadele adı altında yola çıkıp bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde ve kendi çıkarlarını gözeterek her türlü yasa dışılığı meşru sayıp amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek yanlarına kamu görevlisi olmayan kumarhane işleticisi, uyuşturucu kaçakçısı ile katliam sanığı ve hükümlüsü de alarak tam bir dayanışma ve işbirliği içinde hareket edip çeteleşme sürecine girmeleriyle... bir örgütlenme ve yetki kullanımı yoluna gittiklerinin görüldüğü, bunun ise hukuk devleti kuralları içinde savunulur yerinin olamayacağı, terörle mücadele adı altında da olsa açıklandığı gibi hukuk dışı bir örgütlenme ile devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmanın, devleti, hukuk devleti olmaktan çıkaracağı, bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasa dışılığın egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta yurttaş-devlet ilişkisinde hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da bir anayasa ve Yasa ihlalinin ötesinde tam bir hukuk ihlali niteliği taşıyacağı göz önüne alındığında."tüm sanıklar hakkındaki mahkumiyet hükmünün ONANMASINA karar verilmiştir.
1 Şubat 1979'da gazeteci Abdi İpekçi'nin öldürülmesinin üzerinden 20 yıl geçmişti. 1999 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyet'inde düzenlenen toplantıda kızı Nükhet İzet İpekçi suskunluğunu bozmuş "katilleri" kutlamıştı: "Ey katiller, tetikçiler ve onların işverenleri / Yirminci yılınız kutlu olsun. Halen zafer sizindir./ Yirmi yıldır biz aşağıdayız, siz yukarıda / Yirmi yıldır biz merak ettik, siz merak ettirdiniz, "sır" dediniz, / Yirmi yıldır biz kaybettik, hep kaybettik. / Siz kazandınız" demişti.
Doğru söylemişti. Yıllardır katiller kazanıyor. Biz hep kaybediyoruz... Ama çok şükür artık; gazeteciler evlerine dönerken öldürülmüyor. Çok şükür artık; gazeteciler evlerinin önünde otomobillerine konan bombalarla havaya uçurulmuyor... Kimse ölmesin ve cinayet işlenmesin. Katiller kazanmasın; uzak dursunlar gazetecilerden...Sakın ulaşamasınlar.
Yaşamı ve onurlu gazeteciliği seçin. Çok şükür sayıları az da olsa gazeteci gibi gazeteci olanlardan olun. Onlar varlar ve yaşıyorlar... İstisna olun. Bizler "istisnalar" olalım. İstisnalar çoğalsın. Hangisini isterseniz siz seçin...İstisnalar var ama; zaten onlar gibi "gazeteciler" yok artık. Ağaçlar ayakta ve artık günümüzde bazı gazeteciler de; yaşarken ölüyorlar zaten...