Albert Louis Gabriel, 1883 doğumlu bir Fransız. Güzel Sanatlar ile birlikte Sorbonne’da Edebiyat okumuş, Paris Üniversitesinde de doktorasını yapmış bir entelektüel. 1926 yılında yolu Türkiye ile kesişerek Darülfünun’da görev alıp Arkeoloji-Sanat Tarihi dersleri verir. 1930 yılından sonra devrin Milli Eğitim Bakanlığı ile bir anlaşma yaparak Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasındaki eserler üzerine incelemeler yapmak üzere bu kez gezgin kimliğine bürünür. İstanbul ve Bursa’dan başlayıp Hasankeyf’e, doğuda Van’a kadar geniş bir coğrafyayı dolaşır. Fotoğraflarını çeker, çizimlerini yapar, üzerlerine ayrıntılı metinler yazıp raporlar döşer.
Bunlarla da yetinmeyip, 1931 yılında şimdiki İstiklal caddesinin hemen girişinde sağda eski Fransız Sefaretinin bahçesinde Tercümanlar Dairesinde “Fransız Arkeoloji Ensitüsü”nü kurar. 1931’den 1941’e kadar on yıl kesintisiz Enstitünün müdürlüğünü yapar. Bir süre ara verip, 1946’dan 1956’ya kadar bir on yıl daha aynı görevi sürdürür. Bugün “Fransız Anadolu Araştırmaları Merkezi” olarak da telaffuz edilen Enstitü çok zengin arşivi ve kitaplığı ile Türkiye’deki Fransız Kültür kurumları içinde en seçkin olanıdır.
Bizi, bir yazı boyutu içinde asıl ilgilendiren ressam, arkeolog, sanat tarihçi ve araştırmacı Albert Louis Gabriel’in Diyarbakır’la olan ilişkisidir.
Gabriel’in yolu 1930’larda o zamanın Diyarbekir’iyle kesişir. Kente geldiğinde dönemin valisi Faiz Ergun tarafından verilen bir talimatla Diyarbekir’in 30’un üzerinde kavime evsahipliği yapmış ve birçoğunun izini, imzasını taşıyan kadim surları Dağkapı ve Mardinkapı bölgelerinde top atışlarıyla yıktırılmakta, tahrip edilmektedir.
Bu durumu Gabriel gibi yaşamını kültüre, sanata adamış biri asla af edemez. Hem zaten Milli Eğitim Bakanlığının da görevlisidir kendisi. Anında raporunu yazar: “Diyarbekir’in müstahkem surları, burçları tarih ve arkeologya açısından olağanüstü öneme sahiptir. Surların sadece yapımında gösterilen teknik incelik ve sanatkârlık değil, surların cephesindeki kitabelerinde, figürlerindeki olağanüstü zenginlik itibariyle de tarihin canlı birer sayfalarıdır. Yerel makamlar verdikleri kararla bu sanat harikası surları dinamitleyerek yıkıyorlar.” Diyerek feryadını Ankara’ya kadar yollar.
Bununla da yetinmeyip altını kara kalemle çizdiği notunu da düşer Ankara’ya! Yıkarsanız Surları geleceğe bırakacak, anlatacak, paylaşacak hiçbir şeyiniz kalmaz! Yoksullaşırsınız Eyy Ankara der, demeye getirir.
O yıllarda Gabriel’in sesi duyulur elbet. Ve Ankara’dan gelen talimatla “Sur içine hava girmiyor, bulaşıcı hastalıklar yaygınlaşıyor bu sebeple surları dinamitleterek yıkıyoruz ki surda hava sirkülasyonu olsun…” teranesi boşa çıkarılmış olur ve Surlar Gabriel’in sayesinde yıkımdan kurtulur.
Seksen yıl sonra, siz bu satırları okuduğunuzda yani 93 gündür Surların içindeki altı mahalle resmen, diğer dokuz mahalle de fiilen “yasaklı hal” yönetimi altında…
Hendekli Barikatlı o “yasaklı hal” fiili savaş halini sadece sur içine değil, bütün bir kente, hatta coğrafyaya duyurmuş durumda. Kent her gün silah, roket, tank, top atışları altında güne başlıyor, günü bitiriyor. Gün geçmiyor ki; Gabriel dahil, ortaçağ gezginleri dahil, Evliya Çelebi dahil her kimin yolu bu kadim şehirden geçmiş ise taşın hatırına binaen düştüğü bir notun izi siliniyor bu kadim şehirden…
Sırasıyla gidiyor, harap ediliyor, yok ediliyor top atışlarıyla şehrin tescilli, kimlikli yapıları. Üstelik yakın zamanda UNESCO tarihi-kültürel miras listesine de dahil edilmişken!
UNESCO suskun, Tarihi Kentler Birliği suskun, Tarihten, kimlikten, kültürden söz edenler de suskun; dilsiz lal û ekbem olmuşlar sanki; muktedirin şiddetle “çözüm” politikasına karşı.
Sadece bir teki çıkmış konuşuyor şimdi, diyor ki; “Sur’un her taşını iyi bilirim. Ona aşkla bağlıyım”. Evet, bunlar Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun sözleri…
İyi bilen biri! Üstelik Başbakan; Sur’da yaşanan bunca mekan tahribatının bunca insan telefatının ardından bunları söyleyebiliyorsa artık ne diyelim. Biz hiçbir şey bilmiyoruz. O mekanlarda doğmadık, büyümedik. Oyunlar oynamadık. Hatta hiç yaşamadık. Ve hatta o mekanlar hiç var olmadı. Tümü birer sanal bilgisayar oyunuydu o kadar…”Game of…” oldu ve bitti.
Gabriel yaşasaydı sizi dünyaya şikayet ederdi. Çünkü bilirdi ki Ankara’da bu büyük felaketi rapor edecek kimseler yok artık. (ŞD/EA)