Erman Toroğlu’nun Hürriyet Gazetesi’nde bugün yayımlanan yazısı gözlerimi yaşarttı. Kendisi aslında futbolun epeydir ticari odak haline geldiğine nihayet uyanıp yazısını yazmış. Sponsor ne demektir, onu tanımlamış.
Sponsorların direkt süjesi futbolcu ve kulüplerin (ulusal takım dahil) yaptırım gücünden bahsetmiş. Tabii gördüğünü, tanık olduğunu yazmış. Ne ki, kendisinin de sponsorların tali kurbanı haline geldiğini henüz fark etmemiş, ya da bizlerle paylaşmaktan imtina etmiş. TV programında giydiği gömlekten pantolona, maçları izlediği locaya kadar, futbol endüstrisinin çarkında bir dişli olduğu gerçeğini ihmal etmiş.
Olsun, bir Dünya Kupası mücadelesinde sponsor firmanın Ronaldo’yu hastaneden çıkararak nasıl sakat sakat oynattığını anlatmış. İyi de etmiş, muz ortayı yapmış, kafayı vurmak bize kalmış. Öyleyse altı pastan topu “içeri” atmaya çalışalım şimdi…
Futbol ekonomisi büyük bir çark
Futbolun tek başına artık dünyanın en büyük ekonomilerinden birisi olduğunu söylersek yanlış bir şey demiş olmayız. Elimde şu an net veri yok, ancak şunu söylemek için de istatikçi olmaya lüzum yok: Avrupa’nın belli başlı
kulüplerinin bütçelerinin toplamı ile fakirlikle boğuşan Afrika ya da Asya’nın fakir ülkeleri kalkındırılabilir.
Futbol, elinde bulundurduğu mali gücü ile dünyanın en önemli bütçe kalemleri arasındadır. Bizim ihmal ettiğimiz şey ise tam da budur; futbolun kitleleri ve bireyleri köleleştirme gücü. Konuyu açarak devam edelim.
Tribünler futbol ekonomisinin perakende sektörüdür. Futbol üzerinden elde edilen gelir kalemleri çok çeşitli. Bu satırların okuyucuları futbolun sıcak parasının başta kombine bilet olmak üzere tribünlerden geldiğini bilirler. Yani eğer futbol bir holding ise tribünler bu holdingin perakende sektöründe faaliyet gösteren koludur: Tribün futbolun “süpermarket”idir.
İlhamını yurt dışındaki örneklerinden alan Türkiyeli spor kulüpleri sıcak para kaynaklarını genişletmek için tekstil sektöründe de faaliyet göstermeye yeni yeni başladılar. Bir dönem tümüyle kayıt dışı faaliyet gösteren tekstilciler, artık illerindeki gücü bizatihi kulüplere devretmiş durumda. Kulüp dükkanlarında bulunan forma, tişört, şapka, atkı gibi
ürünler sıcak para unsuru olarak satışta. Kulüp yönetimlerinin oturup anlaştıkları bir firma bu tekstil ürünlerini diktiriyor, kulüp parasız, yani sponsor geliri olarak temin ettiği malzemeyi satarak gelir elde ediyor.
Bunun yanı sıra yiyecek- içecek firmaları, bankalar, petrol şirketleri de kulüplerle, milli takımlara ve bizatihi bireysel olarak
yıldız sporculara sponsor olabiliyor.
Sponsor destekli kölelik dönemi
Yüksek meblağlarda para ile kontrat imzalanıyor. Sözleşmelere bir futbolcu için gerçekten zorlu maddeler konuyor. Altına imzayı basan futbolcu da hayatının bu sözleşme tarafından çerçevelenen diliminde, parayı verenin düdüğünü çalıyor. Onun istediği gibi yaşıyor, onun kurallarına göre oynuyor, zoraki reklam yıldızı oluyor, firma nereye isterse futbolcuyu oraya sürüklüyor, hatta gerekirse hastaneden çıkarıp sakat sakat oynamasını sağlıyor.
Futbolcu sadece üzerinde sponsor firmanın armasının olduğu giysileri tercih edebiliyor, onun istediği gibi yaşıyor. Böylece futbolcunun yüksek para karşılığı boyun eğdiği “kölelik” dönemi başlıyor. Sömürü düzeni sponsorlar tarafından böyle işletiliyor. Kısacası günümüz futbolu iktisadi bağımlılık ilişkileri çerçevesinde yolunu buluyor.
Tribünde bayi toplantısı
Kısacası sponsorlar ne isterlerse onu yaptırabiliyor; kulüpler, bireyler, taraftar grupları ve hatta federasyonlar. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) da kendisini sponsorların ekonomik gücüne teslim edenlerden. Zaten kıyamet
de buradan kopuyor. TFF’nin sponsorları ulusal maçlarda tribünleri sıradan taraftara değil, davetiyeleri dağıttıkları seçkin konuklarına açıyor. Onlar da Şehir Tiyatroları’nda temsil izler gibi, sessizce maçı izliyor. Bağırıp çağırmak, sponsor koltuklarının dışındaki yerlere bilet alarak maça gelen bir kısım kulüp taraftarına kalıyor.
Fatih Terim’in “taraftarımızı maça bekliyorum” derken kastettiği kişiler de bunlar işte: Fener’in, Cim Bom’un,
Kara Kartal’ın fanatik ve “profesyonel” tribün grupları… Eğer onlar maça gelip ulusal takımı desteklemek için kendilerinden bekleneni verirlerse futbol daha farklı olur, bunu herkes biliyor.
Ancak Fatih Terim’e hatırlatmak lazım: Futbol denen ekonominin çarkları böyle dönmüyor. Senin “taraftar” dediğin ve kulüplerin kendi imkanları ile beslediği taraftar grupları sponsor için hiç bir şey ifade etmiyor. Çünkü sponsor memnun
edeceği bayilerini tribünde bir araya getirerek iş motivasyonunu artırmaya çalışıyor.
Kısacası özellikle ulusal takımın maçlarında tribünler bambaşka bir işlevi yerine getiriyor. Böyle olunca da ne olursa olsun kendine has bir heyecan ve coşkuyu yaşayan/yaşatan tribünler suskun ve heyecansız kalıyor. Ama futbol simsarlarının elinde devasa bir ekonomik büyüklüğe dönüşen tribünler, Türkiye- Bosna Hersek maçında da filanca markanın hizmet içi
aktivitesine dönüşecek. Bol milliyetçilik katkılı savaş çığırtkanlığının da gırla gideceğinden handiyse emin olduğum maç, sonucu ne olursa olsun, “tribün profesyonelleri”nin hakimiyetinden yoksun, hayatında ilk kez maç izleyeceklerin arenasına dönüşecek.
Sponsor sisteminin alabildiğine yaygınlaştığı futbol sektöründe bu çok doğal değil mi? (BD/NZ)