Hükümet yetkililerinin niyeyse ihtimal vermedikleri bir anda, yine "mümkünatı yok" diye düşündükleri bir sebepten, ilkin İstanbul, sonra neredeyse tüm ülke ayaklandı. Başbakan haziran ayının ilk gününden beri Gezi ile yatıyor, Gezi ile kalkıyor. "Geziciler" diyor, ötekileştirmek için "bunlar" diyor, bilimum hakaretamiz ifadeler kullanıp, kelimenin tam anlamıyla 40 yılda bir ortaya çıkan resmi flulaştırmaya, suyu bulandırmaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan'ın hıncı, 2012 yılının Aralık ayında söylediği şu sözlerin altında kalmasından kaynaklanıyor:
"Gündem başkalarının elinde kalırsa olmaz. Bu tartışmalar olmazsa ben Başbakan olamam. Bu tür tartışmaların zamanlamasını ben belirliyorum. Bazen arkadaşlarımızın bile haberi olmuyor."
Gezi direnişiyle birlikte başbakan artık bu yeteneğini kaybetmiş görünüyor. Nereye gitse "Geziciler"den bahsediyor. Artık halk Erdoğan'ın gündemini tartışmıyor, o halkın gündemini takip etmek zorunda kalıyor, tıpkı onun yakınında konuşlu medya gibi.
İktidara yakın medya da artık başbakanın çılgın projelerinden filan bahsedemediği için protestocuların kimlikleri üzerinden yeni oyunlar oynamaya çalışıyor. Son bir kaç yazıda sözünü ettiğimiz protestocu taraftar gruplarını bölme-parçalama çabası göze çarpıyor mesela. Çarşı adına konuşabileceği iddiasındaki bir takım insanlar bazı iktidar yanlısı gazetelere "bu iş hiç olmadı" türünden açıklamalar yapıyor. Çarşı grubu içinden olduğu öne sürülen, ya da bir zamanlar gerçekten Çarşı'da yer alan ama sonradan "zamanın ruhu"na uyan isimler olduğu kimseler belli ki...
Gerçi bu kişilere yanıt gecikmedi; muhalif gazeteler, direnen taraftarların yanıtlarını duyurdu. Türkiye gibi demokratik anlayışı kıt ülkelerde, bütünleşik grupların belirli bir tazyikle parçalara ayrılması, iktidara yönetme kolaylığı sağlıyor. Fakat görünen o ki artık başbakan Erdoğan ve ona yakın medya, gündem yaratma becerisini kaybettiğinden beri eski böl ve yönet taktiklerine geri dönme gayretinde.
Milli takım ve Olimpiyatlar meselesi
A Milli Futbol Takımı'nın antrenörleri neden bu kadar sık değişiyor? Sürekli olarak yeni isimler geliyor, geldikleri gibi hızla ayrılıyor. Eskiden, "milli takımlar tek seçicisi" adı altında bir kişi, tüm futbol işlerinden sorumlu olurdu. Ama o zamanlar doğru dürüst bir başarısı yoktu milli takımın.
Türkiye dünya klasmanında en gerilerden kurtularak Şenol Güneş yönetiminde dünya üçüncülüğüne kadar gelmeyi ancak 2000'li yılların başlarında becerdi. Zira o dönem yakalanan futbolcu nesli hiç fena değildi; Avrupa'da herhangi bir kulüpte aranan futbolcu olabilecek isimler vardı, dünyanın en çabuk golünü atan da o takımdaydı, sağ şeritten hızla koşarken, meşin yuvarlağı topuğuyla Roberto Carlos'un üzerinden aşırıp meşhur Brezilyalı sol beki sarı kart görmeye götürecek kadar klas hareketleri yapan forvetler de. O dönem Galatasaray'ın Avrupa'da elde ettiği büyük başarıların, Beşiktaş'ın ve Fenerbahçe'nin ligdeki kaliteli çekişmesinin de etkisiyle milli takım düzeyinde de istikrar yakalanmıştı.
Terim'in ikinci döneminde 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda yarı finale çıktı, 91'inci dakikalarda atılan goller, 2-0 mağlup durumdan son anlarda 3-2 öne geçmeler filan. İzlerken zevk veren, sürprizlere açık bir futbol kimliği oluşmuştu.
Ancak milli takımın getirisi hiç bir zaman bir kulüp takımının başındayken verdiği şöhreti vermedi teknik adamlara. Fatih Terim dünya sahnesinde daha çok görünür olmak, her hafta bitmez tükenmez spor programlarında yorumcuların daha çok konuştuğu insan olmak için kulüp takımlarını çalıştırmanın gerektiğini bir daha gördü, milli hocalıktan ayrıldı. Yerine gelenler ise yerlisiyle yabancısıyla o başarıları bir daha yakalayamadılar.
2008'den beri de futbolda A milli takım düzeyinde hiçbir başarı elde edilemiyor. Sonra Türkiye diğer spor dallarında tel tel dökülmeye başladı. Doping skandalı daha geçen haftanın haberi. Abdullah Avcı da herhangi bir başarısı yokken, Federasyon başkanı Yıldırım Demirören ve yönetimince takımın başına getirildi. Takım onun döneminde Avrupa Şampiyonası elemelerinde geri kalan maçlarda işi mucizeye bırakacak kadar kötü sonuçlar aldı. Oysa Olimpiyatlara aday ülkenin takımı başarılı olmalıydı, öyle ya? Sadece o takımı izlemek için stada gelen seyirci değil, bu ülkenin başbakanı filan da bunu ister, yoksa Abdullah Avcı'nın verilen şansı şimdilik kötü kullanmasına bu seferlik göz yumulabilirdi. Hal böyle olunca, Avcı istifa etti, kimsenin hayır diyemeyeceği bir isim, Fatih Terim allem edildi, kallem edildi. Amaç sadece futboldaki başarı değil, dünyanın en büyük spor organizasyonunu İstanbul'a getirmek olunca, birileri "Terim sadece Terim değildir" dedi. (BD/HK)