Her şey gayet iyi başlar gibiydi. Otobüsler, yüzlerce otomobil Atatürk Olimpiyat Stadı'na gidiyordu, saat daha 14.30'du, karşılaşmanın başlamasına daha 5 buçuk saat vardı. Stadın dışında bir festival alanı oluşturulmuş, şarkılar çalınıyor, taraftarlar eğleniyordu. Kapılar açılınca taraftar kontrol noktalarına akın etti.
Giriş iki bölümdü: önce stadyumun çevresindeki barikatları aşmak, buradaki polislere üstünü aratmak zorundasın, normalde biletleri bu noktada göstermek lazım, ama bu kurala riayet edilmiyordu. Sonra sıra bileti giriş yapılan elektronik turnikelere geldi. Taraftar grupları maraton tribününe de polis denetimindeki bu kapıdan giriyordu.
Polis biletsizlere neden engel olmadı?
Biletliler K ve L kapılarından, kombine bilet sahipleri ise M kapısından alınıyordu. Uzaktan görünen ise şu: güvenlik görevlileri biletleri olmadığı anlaşılan kitleyle baş edemiyordu, L kapısına gelenler biletini okutup turnikeden geçeceğine kapının yanındaki demir parmaklıklardan tırmanıp içeri girdi. Sayılarını kestiremiyorum, ama duvardan tırmanan biletsiz seyirci çoktu, bayağı çoktu. Bu durum şaşırtıcı ama uzaktan bakanlarda "stat büyük ve herkese yer var" düşüncesi hakimdi. Kimdi bu biletsiz girmeye çalışanlar?
Acaba Allah’ın dağındaki maç için binlerce polis görevlendiren yetkililer ne düşünüyordu? Ertesi gün öğrendik, belli ki kafalar pek karışıktı. Mesela Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan, “Beşiktaş - Galatasaray arasındaki maçta stada kaçak taraftar girişi yapılmış. Biletsiz giren bir kitle var, 3 kapı kırık, 8 bilet okuyucusu devre dışı kalmış durumda. Olimpiyat Stadı'nda bilet okuyucusu olan turnikelerin kabloları kesilmiş” diyordu.
Aynı gün İstanbul’un ismi hep hatırlanacak Emniyet Müdürlerinden biri olmayı şimdiden hak eden Hüseyin Çapkın ise “Biletsiz hiç kimse girmedi. Sadece turnikelerde bozulma olduğu için biletler yırtılarak girildi. Şu anda 67 gözaltı var. Devam edecek. Olaylara karışanlara yönelik devam edecek.” Gözlerime mi inanmalıyım, Çapkın’a mı, yoksa Spor Genel Müdürü’ne mi?
Dindar taraftar nesli
Sadece İstanbul'un çeşitli semtlerinden değil, başka illerden de otobüslerle gelenler vardı. Benim görebildiğim Karadeniz Ereğli otobüsü, arkadaşlar Kocaeli'den gelenler olduğunu söylediler. Aralarında İstanbul'dan gelenler olduğu gibi başka şehirlerden olanlar da vardır elbet, iki otobüs ile 1453 Kartalları otoparka girdiler.
Buraya bir parantez, hepinizin malumu; 1453 Kartalları AKP'nin tribün kolu olarak tanımlanıyor. Ben röportaj yapsam İstanbul'un Fethi ile Beşiktaş arasında nasıl bir korelasyon kurduklarını sorarım. Fakat şunu söylemek yanlış olmaz; daha önce yoktu böyle bir grup, ne zaman ki Gezi olaylarında çArşı öne çıktı, 1453 adlı grup aniden gündeme geliverdi. Bir nev'i tribün içi rekabet yaratma, tribündeki "çeşitliliği" ortaya serme projesi, çArşı'ya hitaben birilerinin cılız da olsa "biz de varız" deme çabası.
Hatta daha ileri gideyim, dindar nesil yetiştirme niyetini beyan eden hükümetin, dindar Beşiktaş taraftarı oluşturma gayreti. Hani bakanlar “maça giden herkes Gezi sloganlarına katılmıyor, rahatsızlık duyanlar da var" diyor ya, işte bunu söyleyebilmek için öyle birden bire iktidar eliyle hop diye yaratılan bir topluluk: iktidarın çArşı alternatifi, bakan demeçlerinin tribündeki "meşruiyet zemini".
76 bin’in çok üzerinde
Her neyse, duvarın üzerinden aşanların arasına karışmadan biz de kombine biletlerimizle her zaman geçtiğimiz turnikeye, M kapısına gittik. Fakat L kapısı hasar görmüş, "taraftarlar tarafından kırılmış", öyle dediler. Bu nedenle kombinesi olanlar K kapısına yönlendirildi.
Orası Olimpiyat Stadı arkadaş, M’den K’ya gidene kadar en az 5 dakika yürüyorsun. Sonunda maça bir buçuk saatten fazla varken içeri girdik. Tribünler daha o saatte doluydu. Maçın başlamasına kısa bir süre kala her yer tamamen dolmuştu. Beşiktaşlılar daha sezon başında belli bir havayı yakalamış, uzun süredir bulamadığı coşkuyu Lucescu’dan sonra Biliç ile bulmuş. “Halkın Takımı” taraftar grubu bağırıyordu: Slaven Biliç’in askerleriyiz!
Resmi rakam açıklandı: 76 bin küsur bileti izleyici. Ama bir tuhaflık vardı. Koltukların tamamı doluydu, buna rağmen merdivenlerde oturan binlerce insan vardı; hani devre arasında tuvalete gitmek için epeyce cambazlık yapmak lazım, “pardon” diye diye, onun bunun omzuna dokunup destek alarak tırmandık merdivenleri. Sahi kimdi bu merdivenlerde oturanlar?
Hakem tribünü kötü yönetti!
Bu arada hakem faktörüne değinmeden olmaz. Fırat Aydınus kötü bir maç çıkardı, en azından seyirci öyle düşünüyordu, tezahüratlarda vücut bulan rahatsızlık bir süre sonra küfürlü ifadelere dönüştü. Galatasaray'ın galibiyet golünde Burak Yılmaz'ın topu eliyle alması da hakemin gözünden kaçınca tribünün tepkileri ayyuka çıktı.
Bu arada Doğu tribününün üst tarafından birileri sahaya onlarca pet şişe fırlatmaya başladı. Polis ve özel güvenlik tribünlerden uzaklaşıp sahaya doğru geri geri gittiler.
Maçın son dakikasında Galatasaraylı Melo'nun, Ramon'a yaptığı hareket kırmızı ile cezalandırılsa da, tribünden bazıları vaziyetten vazife çıkarıp sahaya daldı. Hakemin verdiği ihraç kararı seyirciyi kesmeyince kuzey tribününden birileri daha atladı, futbolcular, hakemler deparlar atarak soyunma odasına kaçıştılar.
Muşta sopa ve dayak
Bu arada bazı Beşiktaşlılar şişe fırlatanları, sahaya girenleri uyarıyordu. “Yapmayın, etmeyin” derken kızgın güruh, olayları yatıştırmak isteyen kitleye saldırdı bu sefer. Yaralanan bir arkadaşım anlattı: Muştalar vardı ellerinde, kimisinde sopa. Biz yapmayın dedikçe kalabalıklaştılar, sürekli vuruyorlardı, zor kaçtım.
Bu arkadaşım, biz konuşurken yaralarına pansuman yapmaya çalışıyordu.
Durum hiç de öyle hafife alınır gibi değildi yani.
Müezzin dürüstlüğüyle!
Sonra sosyal medyada konu gündeme getirildi. Twitter'daki yansımalarına bakıldığında, olayların 1453 Kartalları'nın çArşı'ya saldırmasıyla başladığı izlenimi doğdu. Her şeyi başından sonuna izlemiş biri olarak şunu söyleyebilirim: İstisnası var mıdır bilmem ama 1453 Kartalları denen topluluğun sahaya indiğini görmedim.
Bulundukları yerden ayrılmadılar, zaten büyük bir kalabalık sayılmazlar. Üstelik "yarı resmi" bir oluşum oldukları düşünülürse, en azından şimdilik bu türlü şiddet eylemlerine girmekten uzak duruyorlardır, dedim ya, şimdilik. Olaylar esnasında 1453 Kartalları sahaya inmedi, kimseye de saldırmadı, aksini söyleyemem.
Üzerinde bu kadar durmaya bile gerek yok aslında, durup dururken bir günde bu kadar meşhur oldukları yetmez mi?
Peki, Kuzey tribününden sahaya inip saldıranlar, sahada güvenlik güçlerini, basın mensuplarını kovalayanlar kimlerdi? Metrelerce güvenlik duvarını aşıp içeri biletsiz girenler olabilir mi?
Lümpen ağırlıklı grupçuklar
Yıllardır zaten çArşı’ya karşı tavır geliştirmiş sağ eğilimli, lümpen ağırlıklı taraftar grupları mevcut. Tek tek isim vermeye gerek yok. Bu satırların yazarı yıllardır, çArşı da dahil, hiçbir taraftar grubunun homojen topluluklar olmadığını söyleyip durur. Popüler takımların taraftarları pür sosyalist, tümüyle merkez sağı temsil eden, hepten İslamcı, baştan aşağı milliyetçi – faşizan olamaz. Misal, çArşı’nın içinden epey kalabalık grubun bir Diyarbakırspor maçında, rakip takımın sıradan faulüne karşılık “Kahrolsun PKK” diye bağırmışlığı da vardır, hatırladınız mı?
Ama bu grupların içerisinde diğerlerine oranla insan haklarına, demokratik değerlere daha bağlı, itiraz edebilen, diktatoryal her türlü eğilime karşı durabilen topluluklar olabilir. İşte çArşı, içindeki “öteki” seslere rağmen demokrat bir yapıdır. Partili taraftarlık olamaz, özetle 1453 Kartalları “olmayacak şey”dir…
E peki kim bu adamlar?
Beşiktaş – Galatasaray maçında yaşananların sorumlusu kim peki? Bu sorunun yanıtını bulmak kolay değil. Yanıtı biletsiz girenlerde arayalım, kimdi o insanlar, nasıl ve niye geldiler, biletleri olmadığı halde içeri nasıl, niçin ve kimin motivasyonu ile duvarlardan aşıp girdiler?
İlin emniyet müdürü “maça biletsiz giren olmadı” diyorsa, devletin derinlikleri gereken yanıtı bulmaya isteksiz demektir. Öyleyse kuşkularımızı 9 puan farkıyla lige erken havlu atması muhtemel Galatasaray’ın bu durumu karşısında işleri bozulacak yayıncı kuruluşa mı yönelteceğiz? Komplo teorisinden öteye gitmez.
Fırat Aydınus Cem Papila’ya karşı
Bildiğim şu: Hesap her ne ise olan hakem Fırat Aydınus’a olmuştur. Aydınus, benzer komplo teorilerine sebep olan, 2004 yılında oynanan ve 5 kırmızı kartlı Beşiktaş - Samsunspor maçını yöneten Cem Papila’dır artık.
Bu maçta yaşananların cevabı tarihteki o maçtadır, o maçta olup bitenler çözülmeden Türkiye futbolundaki “kulüpler- federasyon- yayıncı kuruluş” karteli yıkılmaz, Beşiktaş ne yapıp edip “bi Alex” olmazsa devran böyle dönüp durur. Geriye çArşı’nın gezi direnişindeki rolü, AKP’nin çArşı nefreti, kibri ve öfkesi kalır, sahaya ne idüğü belirsiz tipler girmeye devam eder. Bu işlerin hesabı da sorulmaz, mevzu kapanır, iktidar istediğini alır! (BD/EKN)
* Fotoğraf: Onur Çoban / AA