Kadınların feminist karşıtı olmasının, elbette ataerkinin baskı ve tahakküm araçlarıyla, söylemiyle, yapısıyla yakından alakası var. Nasıl ki kadınların birbirleriyle kurdukları iktidar ve tahakküm, hatta zaman zaman düşmanlık ilişkisi, ataerkiden bağımsız değilse, bütün kadınların feminist olmaması veya kadınların çoğunlukla feminizme meyletmemesi de ataerkinin yaygın tahakküm sisteminden bağımsız değerlendirilemez herhalde.
Bu, kadınların 'özünde melek' 'erkek-egemen sistemde şeytan' olduğu anlamına gelmiyor elbette. Kadınlar da iktidarı sever, tahakküme heves ederler, o ayrı. Ama meseleyi özcü yaklaşımlarla çözmeye çalışmak fazlasıyla sakıncalı görünüyor.
Dolayısıyla şu kesin; kadın-erkek, hemen hepimizin, bu anlamda feminizmden ve feministlerden öğrenmemiz gereken dünya kadar bilgi, deneyim, izlenim, çalışma, araştırma var. Feminizmin temel uğraşlarından biri, hatta en önemlisi bu değil mi zaten: iktidar ve tahakküm ilişkileri.
Erkekler hükmettikçe...
Kapitalizm sonrası ataerkinin baskı ve tahakküm yöntemleri, kadın bedenini, kadın emeğini, 'kadınlığı' pazarlamaya, erkekler hükmetmeye devam ettikçe, feminist perspektif değişir, gelişir, genişler.
Ataerki, hangi sistemde olursa olsun, sürdükçe, feminizmden ve feministlerden öğreneceğimiz 'yeni' bilgiler var demektir... Kadın Çalışmaları'ndan (*), bu yüzden öğrenebileceğimiz çok şey var.
Fakat üniversitelerdeki Kadın Çalışmaları kürsüleri üzerinden feminizmi tartışmanın pek çok sakıncası var. Her şeyden önce Kadın Çalışmaları öğrencilerinin tümünü feminist addetmek mümkün değil. Hatta bazı Kadın Çalışmaları öğrencileri, "biz feminist olmadan da ataerkiye karşı çıkabiliriz" şeklinde görüş beyan ediyorlar.
Muhakkak, feminist olma hâlinden duyulan çekince, zamanla sönümlenip yerini radikal feminist görüşlere de bırakabiliyor; aynen de kalabiliyor. Fakat neticede Kadın Çalışmaları'ndaki sorunları doğrudan doğruya feminist hareketle ilişkilendirerek irdelemek, her iki alana da haksızlık olur.
Ayrıca Kadın Çalışmaları'nda okuyan öğrenciler, elbette feminist olmak zorunda değiller. Böyle bir kaide olmadığı gibi, kürsünün hedefi ve görevi de gelen öğrencileri feminist yapmak değil.
Dolayısıyla en son söyleyeceğimizi baştan söylemiş olalım; Kadın Çalışmaları'yla ilgili fikir beyanları, doğrudan doğruya feminizme dair değildir, olmamalıdır.
Oysa şu ayrıntı önemli: Feminist mücadelenin içinden gelen öğrencilerin yanı sıra, Kadın Çalışmaları Anabilim Dalları bazı kadınların -ve az da olsa erkeğin- kadın hareketiyle, feminizmle ilk tanışıklık kurduğu kürsüdür. O yüzden de bölüme ilk gelen, özellikle erkek öğrenciler, fazlasıyla 'hata' yapabiliyorlar.
Çünkü Kadın Çalışmaları'nı tercih edip orada okumaya karar vermek, kadın düşmanı söylemden, feminizme dair saçma sapan önyargılardan peşinen arındığımız anlamına gelmediği için, bu söylemin taşıyıcısı yargılar, dersler esnasında dillendirilebiliyor.
Bu da hummalı tartışmalara, zaman zaman küskünlüklere neden olsa da son kertede kadın düşmanı söylemin deşifre edilmesine yarıyor. Ne ki, tartışmaların hemen her zaman feminist bir perspektifle yapıldığını söylemek de pek mümkün değil.
Homofobi ve "Feministfobi"
Ancak, homofobi 'illetinden' kurtulmanın -hangimiz tam olarak bunu başarabiliyoruz ki!- en temel yollarından biri nasıl ki eşcinsellerle tanışmak, konuşmak, eşcinsellere kulak kesilip onlardan bir şeyler öğrenmek, eşcinselliğe dair bir şeyler okumak, izlemek, dinlemekse, kadınlara, feminizme dair önyargıları yıkmanın temel yollarından biri de ataerkiyi dert edinen kadınlarla, feministlerle, feminizmle benzer bir ilişki kurmaktır.
Çünkü homofobi de "feministfobi" de ataerkiyle, toplumsal cinsiyetle çok yakından ilişkilidir. Kadın Çalışmaları kürsüsü ve bu kürsü etrafında yapılan kimi sosyal etkinlikler (paneller, söyleşiler, yayınlar) bu açıdan çok hayati bir işlev görüyor.
Akademinin kasveti
Kadın Çalışmaları kürsüsü, muhakkak, akademinin genel sorunlarını da içinde taşıyor ama feminist kuramla ilişkiye geçmeleri bakımından öğrencilerin yeni bir perspektif kazanmasına da diğer disiplinlerden daha fazla katkı sunuyor sanki.
Ataerkinin 'tarihçesi', gündelik hayattaki cinsiyetçi ilişkiler, siyaset ve kadınlar, iktidar ve kadınlık, erkeklik, kadınlık, kadınlar ve yazı, kadınlar ve söz, sözlü tarih ve ataerki, militarizm, eşcinsellik, modernizm, kültür-cinsiyet ilişkisi, mahremiyet, aile, devlet, baba, anne, gibi kaba başlıklar altında toplayabileceğimiz hadiseler üzerine pek çok derste upuzun tartışmalar yürütülürken, kişisel olanın politikliğine de işaret ediliyor.
Kadın Çalışmaları'na gelip de 'apolitik' kalmak için çok fazlasıyla çaba sarf etmek gerekiyor.
Bununla beraber, Kadın Çalışmaları'nda, tıpkı akademinin diğer kürsülerinde olduğu gibi, sürdürülmekte inat edilen 'ödev sistemi', evvelden okutturulan kitapları sınıfta anlattırmaya dayalı ve bir hayli sıkıcı "sunuş" yöntemi, 8 Mart'ın sokakta değil de kasvetli üniversite dersliklerinde kutlanmasının adeta gelenekselleştirilmeye çalışılması, kürsünün kimileyin bir 'anne rahmi' olarak sunulması gibi uygulama ve yaklaşımlar da yok değil.
Galiba Kadın Çalışmaları'nda okuyup tezini teslim ettikten sonra bazı öğrencilerin, bir daha bölüme uğramamalarının temel nedenlerinden biri, kürsünün 'anne rahmi' olarak sunulduğu halde, tipik bir akademi kürsüsündeki problemlere sahne olması, öğrencilerin iletişimini engeller duruma da gelebilen ve hocaların müdahalesinden mahrum kalınan tartışmalar, hatta ve hatta ilk yıl gelen öğrencilerin, kendilerinden önceki öğrenciler tarafından küçümsenmesi, iki grup arasında kutuplaşmaların ortaya çıkması... Bu problemin çok yaygın olduğu da, hiç olmadığı da düşünülmesin.
İyi şeyler de oluyor!
Zaten feminist kuram okutuluyor diye, akademinin bu kürsüsünü pirupak addetmek, yanılgı olur. Bölümde okumaya başlayan öğrencilerin hiçbiri, ataerkinin olmadığı, toplumsal cinsiyet rollerinden arındırılmış bir toplumdan gelmiyor. Feminist hocalar hakeza!
Dahası, ülkedeki milliyetçi ve faşizan söylemin tipik yansımalarını da, apolitik karakterleri de, homofobik öğeleri de, kadın düşmanı yavan söylem çerçevesinde çizilmiş 'bakış açılarını' da derslerdeki tartışmalar sırasında gözlemlemek mümkün.
Ancak tüm bu sorunlar, gözlemlediğimiz kadarıyla öğrencilerin ve hocaların, hakikaten çok sıcak ve birincil ilişki içerisinde çalışmasını ve öğrenciler gibi hocaların da bir şeyler öğrenme heveslerini sürdürmelerini engellemiyor.
Zaman zaman kutuplaşmalar, çekişmeler olsa da, şenlikler, yemek günleri, ziyaretler, eğlenceler, paneller düzenleniyor, sıkıntılar bir biçimde gideriliyor.
Neticede, feminist lafının kaşları çattırdığı ülkede bazı öğrenciler, feminizmin olanaklarından, dudak uçuklatan zekilikteki tespit ve değerlendirmelerden faydalanarak ayrılıyorlar: Biraz yorgun, biraz bezgin, biraz heyecanlı, biraz burnu havada ve fazlasıyla gururlu!
Özellikle erkek öğrenciler, "kadın sorunları" ile "erkek sorunları" arasında fazlasıyla paralellik kurulduğunu, kadın sorununun aslında erkek sorunu olduğunu, erkeklerin bu meseleyle hesaplaşması gerektiğini öğrenmeye başladıklarında, hele ki bunu dillendirdiklerinde, fazlasıyla hafiflemiş hissediyorlar kendilerini; yaptığımız gözlem ve görüşmelerden öğrendiğimiz kadarıyla.
Kadın Çalışmaları'nda okumaya karar verdiği halde feministfobiyi aşamayan öğrencilerse, karşılaştıkları muazzam literatürü okumaya girişince zaten itinayla bu fobilerinden sıyrılmaya başlıyorlar.
Ve ayrıca, meraklısına mühim not: Kadın Çalışmaları şu sıralar erkeklerin de gözdesi haline geldi! Yılda yirmişer, otuzar öğrenci alan Kadın Çalışmaları Anabilim Dalları, her yıl en az iki erkek öğrenciye de sahne oluyor! Ee, hep söylenir ya; Türkiye'de iyi şeyler de oluyor! (İA/BA)
* Bu yazı, esas olarak Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı'ndaki gözlem, izlenim ve deneyimlere dayanıyor.