Kürt sorununun çözümüne dair süreç konusunda PKK lideri Abdullah Öcalan’dan gelmesi beklenen mektup, bu seneki Newroz’un önemini daha da belirleyici hale getiriyor.
Çözüm süreci nereden nereye geldi? Hükümet/Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) - Halkların Demokratik Partisi (HDP) ilişkileri ve Kürt sorunu/Çözüm Sürecinde Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) konumu nedir? CHP, Öcalan'ın 10 maddelik çözüm perspektifine nasıl bakıyor, barıştan ne anlıyor ve Öcalan'ın Newroz mesajından ne bekliyor? Süreç şeffaf mı?
Yanıtları CHP Denizli milletvekili İlhan Cihaner'den alalım.
2013 Newroz’u arifesinde sizinle yaptığımız söyleşi, belirsizliklerin yaşandığı bir döneme tekabül ediyordu. Aradan iki yıl geçti. İmralı, Kandil, Ankara hattında yoğun görüşmeler oldu, oluyor. İki yıla kuşbaşı bakınca nasıl bir tablo görüyorsunuz? Nereden nereye geldik?
Doğrusu çok dinamik bir süreç ama çok umut verici görmüyorum. Eğer bu süreç tarihi bir barışı hedefliyorsa, bir kere tarafların dilinin de buna uygun olması gerekiyor. Bu kadar birbirine karşı sert açıklamalar yapan iki siyasi hareketin toplumsal barış açısından çok kötü.
Aslolan halkın barışıdır, Öcalan’la Erdoğan’ın değil. Müzakere yürüten, barışı arayan karşılıklı iki yapıdan ziyade, birbirine zerre kadar güven duymayan ama tabandan gelen barış arayışına da bigane kalamadıkları için süreci kerhen yürüten iki yapı gibi görünüyor.
Bir kere bunun herkes tarafından sorgulanması gerekiyor. Hele hele Tayyip Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” sözü, çok daha olumsuz bir duruma işaret ediyor. Bu sözler üzerine Kürt hareketinin yeniden bir durum analizi yapması gerekiyor. Bugüne kadar sürecin dışında kalmış veya her iki tarafın dışarıda kalmasına özen gösterdikleri toplumsal kesimlerle bu işin yürütülmesi gerekiyor.
Süreç artık amacından bağımsız olarak, sanki başlı başına bir meseleye dönüştü. Neredeyse kalıcı barışı sabote eden birtakım girişimler bile “aman süreç bozulmasın” diye görmezden gelinmeye başlandı. Çözüm süreci eğer sahiden barışı hedefliyorsa, bu hedefin önceliğe konması gerekiyor. Fakat öyle bir noktaya gelindi ki, sanki çözüm süreci, barıştan ve Kürt sorununun çözümünden bağımsızmış gibi algılatılmaya çalışılıyor. Ama Tayyip Erdoğan’ın “Ne Kürt sorunu ya” sözü üzerine herkesin şapkasını önüne koyması gerekir.
Taraflar arasındaki barış dili olmadığını söylediğiniz bu sert dile rağmen örneğin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu AKP ile HDP’nin anlaştığını öne sürdü. Muhalefetin bu tazyikinin de HDP’nin AKP’ye karşı dilindeki sertliği etkiliyor olabilir mi?
Zannetmiyorum ama anlaşmadan kastının ne olduğunu Genel Başkan (Kılıçdaroğlu) başka bir konuşmasında açıkladı. O anlaşmadan kastının, Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) Meclis’te, antidemokratikleşmenin birtakım dönemeç noktalarında şu veya bu yönde Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) verdiği desteği kastettiğini söyledi.
HDP hangi yasama faaliyetinde AKP’ye destek verdi?
Mesela 4+4+4’te bazı maddelere destek verdiler. Eğitim dinselleşmesi konusunda… Ayrıca Genel Başkan herhalde AKP’yle anlaşmaktan söz ederken o alkışlamayı da (Selahattin Demirtaş’ın Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak TBMM’de yaptığı konuşması öncesinde alkışlaması- İ.A.) kastetti.
Ben bunun çok önemli olduğunu düşünmüyorum; dilin sertleşmesinde bu tür açıklamaların bir etkisi yok ki. Zaten Kılıçdaroğlu’nun açıklaması daha yeni bir açıklama. Sonuçta siz eğer bu süreci götürüyorsanız, temsil ettiğiniz kitleyi de bu sürecin bir parçası haline getirmek durumundasınız. Barış da ilk önce dil üzerinden kurulur. Bir taraf “güvenmiyoruz” diyor, diğer taraf “Kürt sorunu yoktur” diyor.
HDP, barış için iktidarla görüşme yürütmek durumunda olduğunu ifade ediyor. Siz bunun hangi kısmına karşısınız?
Elbette kavga edenler barışır, barış görüşmelerini yürütür. Ama ben, bu sürecin topluma mâl edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer karşılıklı bir güvensizlik varsa, HDP, “biz AKP’ye güvenmiyoruz” diyorsa, bunun topluma yansıması çok daha sert olabiliyor.
Sizce HDP neden AKP’ye güvenmiyoruz, diyor?
Eğer muhatabınız “Kürt sorunu yoktur” diyorsa, o zaman bunu toplumun daha geniş kesimlerine mâl edip, şu ana kadar sürecin dışında bulunan insanlarla belki de bir araya gelinmesi lazım. Açıkçası meselenin bu kısmını çok ayrıntılandırmak istemiyorum. Çünkü söylediğimiz her şey, barışa karşıymışız gibi algılanabiliyor.
Çözüm süreci |
2013 Newroz’unda PKK lideri Abdullah Öcalan’ın HDP milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan tarafından okunan mektubu, mevcut sürecin başlangıcı olarak kabul ediliyor. Her ne kadar öncesinde, özellikle Temmuz 2012’de PKK’nin alan hâkimiyeti savaşı ve onu izleyen hapishanelerdeki kitlesel açlık grevleri sürecin başlaması konusunda belirleyici etkenler olsa da, Öcalan’ın 2013 Newroz’unda PKK militanlarına Türkiye sınırlarının dışına çekilme çağrısı yapması önemli bir dönemeç olarak tarihe geçti. 2013 Newroz’undan bugüne kadar, Kürt sorununun çözümü konusunda dikkate değer bir yol alınamadıysa da, gözden kaçırılmayacak bazı kilometre taşlarını da hafızada tutmak gerekiyor. İşte 2013’ün başından itibaren yaşanan belli başlı gelişmeler ve açıklamalar. |
O nedenle, sizinle 2013’te yaptığımız söyleşideki sözümü tekrar edeyim: barışı istememek, insanlıktan çıkmaktır. Yoksul halk çocuklarının ölmesini kim isteyebilir! Ama AKP’nin iktidara geldiğinden beri sündürdüğü ve gittikçe kırılganlaştırdığı bir süreçten bahsediyoruz. Geldiğimiz sonuç “Kürt sorunu diye bir şey yok” sözü mü olmalıydı! Eğer sahici, gerçek bir barış aranıyorsa, biraz daha şeffaf olunması lazım. Mesela İç Güvenlik Yasası, AKP’nin çözüm süreciyle ilgili olarak kodladığı bir başlık değildi, değil mi?
Ama birden bire, AKP bunu gündeme getirerek bunu çözüm sürecinde farklı bir başlık haline getirdi. Kurnaz esnaf önce malın fiyatını artırıp sonra indirim yapar ya; buradaki yöntem de öyle. Hak ve özgürlüklerin pazarlık konusu yapılması kabul edilemez. Tayyip Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” sözü üzerine keşke Kandil veya bu sürecin detaylarını bilenler çıkıp tutanaklarıyla neler yaşandığını madde madde açıklayıp “artık bu çatışmasızlık ortamını ve barışı tüm Türkiye toplumuna emanet ediyoruz, gelin bu barışı birlikte çözelim” deselerdi.
Detayları bilmediği için komplo teorileri üretenlere karşı da güçlü bir argüman olurdu bu. “Gene AKP’ye bir seçim başarısı kazandıracaklar, ondan sonra gene başa dönülecek” şeklinde sürece şüpheyle bakan insanlar var. Bu kaygıların, korkuların, komplo teorilerin hepsini giderecek açık ve şeffaf bir şey yapılsa; denilse ki, “bakın biz şunları şunları yaptık.” Cezaevlerinde hastalıktan ölen insanlar anlatılsa… Böylece bu toplum da AKP’nin insanlıktan çıktığını görsün.
Ya da desinler ki, maddeler şunlardır, gelin birlikte tartışalım. Böylece hem çatışmasızlık ve barış daha geniş kesimlere mâl edilmiş olur hem de inkârcılar daha kolay deşifre olmuş olur. Eğer siz bu açıklığı sağlamazsanız, insanlar da kafalarında kurgular yapar. Ben bu kurgulara inanmıyorum.
Çünkü Kürt hareketini formüle eden iki ayrı odak var ve bunların ortalamasını almaya çalışan ve aynı zamanda Türkiye siyaseti yapmaya çalışan bir HDP var. Ama bir Öcalan ve bir Kandil faktörü var. Zaman zaman bunlar da birbirlerine ayar veriyorlar. Bu kadar çok değişkenin olduğu yerde süreç de gitgide daha da kırılgan hale geliyor. Kobanê protestolarında bunu gördük…
Faysal Sarıyıldız, yaptığımız söyleşide şöyle diyor: “Yüz yıllık bir sorunun çözümü söz konusuyken, bunun daha şeffaf yürütülmesi gerektiğinde hemfikiriz. Ama bizim şeffaflık talebimizle CHP’nin niyeti arasında fark var. CHP, süreçte yapılan görüşmelerin ortaya çıkarılması halinde kendine daha fazla siyaset imkânı doğacağını düşünüyor. Böylece zaten şu ana kadar hiçbir şey yapmamış olan hükümeti zor durumda bırakarak iktidar devşirebileceğini zannediyor. Bu iyi bir niyet değil.”
Bir dakika bir dakika! Keşke gerçekten öyle olsa! Eğer hükümet gerçekten bir şey yapmamışsa, o zaman siz de muhatabınızı değiştirin, değil mi?
Muhatap nasıl değişecek? Sonuçta iktidarda olan parti AKP…
Eğer Faysal Bey, Kürt sorununun çözümünde AKP’nin CHP’den daha samimi olduğunu düşünüyorsa, o zaman zaten çok ciddi bir sorunumuz var demektir.
Öyle düşündüğünü söylemiyor…
Eğer hükümet şu ana kadar hiçbir şey yapmamışsa, o zaman bırakın deşifre olsun; toplum AKP’ye baskı yapsın. Tamam, muhatabı da değiştirmesinler. Anlaşılıyor ki AKP iktidarından bir memnuniyet de var. Onlar da kalsın iktidarda. Ama en azından bir şey yapmaya toplum zorlasın.
Toplum desin ki, “kardeşim sen bugüne kadar barış süreci yürütüyorum diyorsun. Bak, süreç şeffaflaştı… “ Yani burada şöyle bir sorun var: CHP’den pozisyon alması bekleniyor ama çok basit, evrensel bir ilke olan şeffaflık bile tartışmalı hale geliyor. Biz niye böyle bir pozisyon alalım? CHP’nin de kitlesi var, kendi politik gündemi var, kaygıları var. Biraz da buna saygı gösterilmesi gerekmez mi?
AKP ve HDP’den bağımsız olarak CHP’nin Kürt sorununun çözümü konusundaki politikalarını biraz anlatır mısınız?
CHP’nin perspektifinde genel olarak demokratikleşmeye temas eden unsurlar var. Örneğin seçim barajının düşürülmesi, Kürt siyaseti dahil tüm kesimlerin parlamentoda eksiksiz temsili. Bir diğeri; Kürt sorununu besleyen süreçlerin araştırılmasıyla ilgili bir komisyon kurulması.
Ayrıca parlamentonun, Kürt sorununun çözüm sürecinde belirleyici bir aktör olması. Parlamentodaki tüm aktörlerin dahil olduğu bir sürecin işletilmesi yani… Şu anda Öcalan’la AKP’nin dar oligarşi kadrolarının yürüttüğü bir süreç var. Hakan Fidan, Yalçın Akdoğan gibi birkaç kişi dışında AKP’lilerin bile ne olduğunu bilmediği bir süreç yaşanıyor sonuçta.
Tamam, belli aşamalarda belli bir gizlilik olabilir. Dünyadaki benzer olaylarda da bu yaşanmıştır. Ama şu anda bu yöntemin süreci çok daha kırılgan hale getirdiği de görülmelidir. Bunun dışında, CHP’nin, anadil eğitimi önündeki engellerin kaldırılmasıyla ilgili teklifleri var. Aslında şu anda Kürt sorununun çözümüyle ilgili olarak yeni temel aktörlerin ortaya koyduğu bir-iki unsur haricinde çok farklı şeyler söylemiyor CHP. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi talebi dahil.
Öcalan’ın kamuoyuyla da paylaşılan 10 maddelik çözüm perspektifini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Orada sayılan şeyler, Kürt sorununun çözümüne dair spesifik hiçbir şey içermiyor. Hemen hemen dünyadaki her ülkede tartışma konusu yapılabilecek genel politik programlar…
Kadın sorunu, çevre-ekolojik sorunlar, genel demokratikleşme sorunu… Kürt sorununu şunları tartışmadan çözebilir misiniz? Öcalan’ın statüsü, şu andaki silahlı yapıların nasıl tasfiye edileceği… Bunlar tartışılmadan Kürt sorunu çözülebilir mi? 10 maddelik metin içinde Kürt sorunu odaklı hiçbir şey yok. Buna Kürt sorununun çözümü konusundaki bir yol haritası denemez ki!
Kürt hareketinin aktörleri 10 maddede Kürt vurgusu olmamasını şöyle izah ediyor: “Bizim tek sorunumuz Kürt sorunu değil, Türkiye’nin genel olarak demokratikleşmesi sorunudur. Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorunu çözülemez.”
O zaman geldik mi “Kürt sorunu yoktur” diyen Tayyip Erdoğan’la aynı noktaya? Elbette eşit yurttaşlık sorunun belli bir boyutunu ortadan kaldırır. Ama bir de Kürt sorununun odağındaki bazı sorunlar var. Kandil’de ve Türkiye’de var olan, silahlı mücadeleyi bir yöntem olarak hâlâ kabul eden ve geçici olarak eylemsizlik kararı almış olan bir yapı var.
Bu ne olacak? Buna dair bir perspektifi ortaya koymadan herhangi bir çözümü inşa edebilir misiniz? Eğer bu boyut, işin gizli tarafıysa, o zaman da CHP ve diğer aktörlere bu kadar yüklenmemek lazım. Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’daki konuşmasına bakarsanız, orada zaten barışa ve çözüme ilişkin yaklaşımı net olarak ortaya koydu. Burada sevindirici olan tek şey, “CHP barışa karşıdır” dememeleri. Anlata anlata orada bir yol aldık sanırım.
Çözüm sürecinin temel öznelerinden biri olarak Abdullah Öcalan’ın mahpusluk koşullarının değiştirilmesi veya özgürlüğüne kavuşması taleplerine yaklaşımınız nedir?
Bunun bir kere sahici, gerçek, toplumun tamamına mâl edilmiş bir barışla ilişkilendirilerek sonuçlandırılması gerekir. Hatta bir ara Öcalan’ın kendisi de “beni serbest bıraksanız da bu koşullarda bunu kabul etmem” demişti. Buna dair toplumun nabzını tutmak gerekir.
Türkiye’deki barışı, kim olursa olsun, kişilerden çok daha önemli ve öncelikli bir yere koyuyorum. Dağlarında gençlerin ölmediği bir Türkiye için herhangi bir kimsenin üstünlüğünün olduğunu düşünüyorum. Bununla ilişkilendirilerek bu soru cevaplandırılmalıdır. Bunun için belki de devletin ve diğer tarafın elindeki verilere ihtiyaç var.
Başından itibaren vurgu yaptığınız şey, barışın toplumsallaştırılması…
Kesinlikle; Kobanê olaylarını bu açıdan önemsiyorum. Kobanê olaylarında sokağa halk çıktı.
Barışın toplumsallaştırılmasından söz edilirken Ege-Akdeniz ile Kürdistan karşılaştırılır. Hatta bu karşılaştırmayı yapan kitaplar da yayınlandı. Esas olarak CHP’nin tabanını oluşturan kıyı şeridindeki bazı kesimlerin anti-Kürt hissiyatının giderilmesinin, toplumsal barış açısından çok önemli olduğu ve bu anlamda CHP’ye görev düştüğü çeşitli kesimlerce vurgulanıyor. Size oy veren ama anti-Kürt bir pozisyon edinen kesimlere, barışın dilini taşıma konusunda neler yapıyorsunuz? Ayrıca bu tabandan size gelen mesajların muhteviyatı nedir?
CHP tabanında, bugüne kadar 40 bin canın yitirilmesinin de yarattığı belli kaygıların, endişelerin, hele hele süreç gizli kapaklı yürütülürken ortaya çıkması doğaldır. Ama CHP’nin tabanında kesinlikle ana bakış, barıştan, sorunun çözümünden yanadır. Yani CHP’nin tabanında barış karşıtı, “bu iş silahla çözülsün” gibi bir perspektifin ağırlığından bahsedilemez.
Eğer bunu bir orana vurursak, AKP’nin tabanında daha fazladır. Tayyip Erdoğan bugün çıkıp Sri-Lanka modeliyle bu işi çözeriz derse, inanın AKP tabanının yüzde 70’i silaha sarılacaktır. Bu anlamda CHP’nin tabanında böyle bir tepki yoktur. Yeter ki süreç şeffaf işletilsin. Biz bunu seçmenimizle temasımızda da görüyoruz. Süreç şeffaflaşırsa, bu tür kaygılar da giderilecektir.
CHP veya AKP tabanında Sri-Lanka modeline, yani Kürt hareketini silahla bertaraf etme girişimlerine destek verebilecek bir kitle varsa, bu kitlenin varlığı, mevcut sürecin şeffaf yürütülmemesinin sebebi olabilir mi?
Ben belirleyiciliği tersinden kuruyorum. Şeffaf olursa süreç, o kaygıların birçoğu giderilecektir. Bu konuda beni umutlandıran en büyük şey, Haziran direnişidir (Gezi olayları). Orada CHP’ye oy verenler de vardı ve hiç de silahtan yana bir profil çizilmedi. Son derece barışçıl bir duruş, hatta geçmişteki bazı hatalara özeleştiri getiren bir insan profili vardı.
O süreçte en çok sevdiğim sözlerden biri de “Bugüne kadar hep bu medyanın penceresinden olaylara baktığımız için Güneydoğu halkından özür diliyoruz” cümlesiydi. O süreçte, Gezi’yle bağlantılandırılamayacak bir eylemde yaşamını yitiren Medeni Yıldırım’ı da Gezi şehidi olarak kabullendi insanlar. “Diren Lice” sloganıyla insanlar sokaklara çıktı.
Dolayısıyla “anti-Kürt bir taban var, o yüzden süreç gizli tutuluyor” iddiasına itibar etmiyorum. Tam tersine, bu gayri şeffaflık, süreci daha da kırılgan hale getiriyor. Toplumda “ver özerkliği, al başkanlığı” gibi bir anlaşma olduğuna dair algı yeşeriyor. Böyle bir şey varsa bile, koyun toplumun önüne, tartışılsın. Madem milli irade, demokrasi diyoruz, o zaman bakalım halk buna nasıl yanıt verecek. Halka rağmen barış olabilir mi, olmaz.
17 Mart’ta HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Erdoğan’a hitaben “seni başkan yaptırmayacağız” sözünü bu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben kendi bakışımı söylemiyorum zaten. Toplumdaki kaygılarından bahsediyorum. Ben samimi olarak Demirtaş’ın, Erdoğan’ın başkanlığına karşı çıktığına eminim. Fakat peki, Öcalan’ın zamanında “Tayyip Erdoğan’ın başkanlığına karşı çıkmayız” gibi bir açıklaması vardı; onu ne yapacağız? Bunun temsiliyeti ne?
Kronolojik olarak Demirtaş’ın sözünden önce olması, o sözü yok saymamızı gerektirmez. Yanlış anlaşılmasın, benim kafam çok net. Demirtaş’ın açıklamasındaki samimiyete inanıyorum. Ama toplumda farklı algılamalar var. Hamaset yapmıyorum; dağlarda çocukların ölmediği bir barışın inşası için, tüm toplumsal kesimlerin bu sürece dâhil edilmesi lazım. CHP’nin tabanının barış istediğine dair hiçbir kuşku da taşımıyorum. Ayrıca faydacı olarak bakalım; bu süreçte sürekli CHP’nin eleştirilmesinin de hiçbir faydası yok.
Son iki yıldır Öcalan’ın Newroz’daki açıklamalarına herkes kulak kabartıyor. Öcalan’ın bu sene de tarihi bir açıklama yapacağı söyleniyor. Siz nasıl bir mesaj bekliyorsunuz Öcalan’dan?
Doğrusu biraz ürküyorum ben. Özellikle gitgide dozu artan siyasi İslam’ın dilinin egemen olduğunu görüyoruz bu açıklamalarda. Said-i Nursi’lere referans vermeler filan… Bunun çok sorun olduğunu düşünüyorum.
Kürt hareketi ve Öcalan her seferinde solun, Mahir Çayan’ların mirasının izini de sürdüklerini açıklıyor.
Bunu yapıyorlar ama bin yıllık İslam kardeşliğini ve Türkiye’nin bazı ezilmiş kesimler açısından sorunlu olan isimleri de referans gösteriyorlar. Zaten kendini sol, sosyalist olarak gören hiç kimse Mahir’in, Deniz’in mirasına laf edemez. Laf ederse, çok samimi de bulunmaz zaten.
Anlaşılan Öcalan’ın açıklamaları, Kürt hareketine mesafeli duran toplumsal kesimlerde de ciddi bir tesir yaratıyor.
Hiçbir sol, sosyalist hareketin tek bir kişiye odaklı olmaması gerekiyor. Çünkü tek bir kişinin hata yapma payı daha fazladır.
Belki de Kürt hareketinin ısrarla Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesini talep etmesi, iletişim eksikliğinin giderilmesi ihtiyacından kaynaklanıyordur. Çünkü Öcalan bir şey ifade ediyor; bu mesaj toplumsal kesimlerde bir etki yaratıyor ama Öcalan bunu sarihleştirene kadar, eğer varsa bir yanlış anlaşılma, o yerleşmiş oluyor…
Elbette bu da yan etkilerden biri olabilir. Hava durumuna veya Tayyip Erdoğan’ın keyfine göre görüşme yapabilen ve bir harekette bu kadar belirleyici bir konumda olan bir kişinin işi yürütmesi tabii ki zor olacaktır. İşte bunların hepsinin kritik edilmesi gerekiyor.
Sorularım bu kadar, çok teşekkürler.
Bu arada sizin sorularınızdan, sanki çözüm sürecine karşıymışım gibi algılandığımı hissettim. Sizin böyle bir algınız var mı?
Elbette yok ama CHP’yi eleştirenler adına bu soruları sormak durumundayım. İsterseniz sorunuzu ve yanıtımı da söyleşiye dâhil edelim.
Olur tabii. Barışı, adil ve eşit bir ülkede yaşamayı savunan, bunun için de sonuna kadar mücadele yürüten insanlardan birisiyim. CHP’nin anaakımı da öyledir. Onun için CHP’ye bu kadar şüpheyle yaklaşılmasını biraz haksızlık olarak görüyorum. Bilinmeyen ve iktidarın bazen “Kürt sorunu yok” diyebildiği, ya da HDP’nin “zaten bunlara güvenilmez” diyebildiği kadar kırılgan bir süreçte CHP’den çok net ve keskin bir pozisyon alınması isteniyor.
Bu, politik olarak bir haksızlık. Kalıcı, gerçek, topluma mâl olmuş bir barışa gidiş konusunda çok kötü bir yöntemdir bu. Aksine, belki de çok daha geri dönülemez düzeyde kötüye götürür bu yöntem bizi. Kobanê olaylarını hatırlayalım… İrlanda’da bir yerel yönetim biriminin önündeki bayrak üzerine yapılan tartışma yüzünden neredeyse süreçte başa dönülüyordu.
Kobanê olaylarında insanları sokağa çıkacak kadar zorlayacaksınız, sonra da Atatürk heykellerini yakmaya varan eylemlerini… E tabii siz sürekli gerilimi artırırsanız, halk da sokağa çıkınca bunu yapar. O yüzden her şey dilden başlamamız lazım. Ama birileri barıştan Öcalan’la Tayyip Erdoğan’ın barışmasını anlıyorsa; bu bizim kafamızdaki barışla örtüşmez.
Bundan on yıl sonra ne Öcalan ne de Tayyip Erdoğan olacak. Ama on yıl sonra Kandil’e veya askere çocuklar gidecek. Bizim hedefimiz, onların gitmemesini sağlamak, onların barışmasını sağlamak. Aktörler böyle bir perspektifi ortaya koymak zorundadır.
Ne AKP tarafından kişi kültü üzerinden gidilmeli ne de Kürt hareketi kişi kültü üzerinden gitmeli. Her iki taraf da bu süreci topluma mâl etmek zorundadır. Kobanê için çıkıp “düştü düşecek” dedi Erdoğan. Bunun üzerine halk sokağa çıktı ve bu tahrik nelere mâl oldu, gördük.
Sonra da çıkıp yok Demirtaş halkı sokağa çağırdı filan dediler. Oysa biz gerçeğin ne olduğunu, toplumun nasıl kırılgan hale getirildiğini iyi biliyoruz. Aynı gerilim, aynı kırılganlık, milliyetçi söylemin tırmandırılmasıyla Türkiye’nin batısında da oluşuyor. Benim temel kaygım, on yıl sonraki kuşağın ne yapacağıdır.
Ortadoğu’daki gelişmelere de bakınca; süratle bu işin çözülmesi gerektiğine inanmıyorum. Bu toplum, Oslo görüşmelerinin ortaya çıkmasına tepki göstermeyerek aslında kalıcı bir barış fikrine hazır olduğunu ortaya koymuştu. O zaman niçin hâlâ çıkıp CHP’nin tabanı barışa karşı deniyor? Üstelik öyle bir karşı duruş da yok. Demek ki biraz daha birbirimizi tanımaya ihtiyacımız var. (İA/BA)
İlhan Cihaner 47 yaşında, Kars'ta doğdu. Hukukçu. 24. Dönem CHP Denizli milletvekili. Reyhanlı, İdil, Çamlıdere, Vezirköprü, Alaşehir, Adana ve Erzincan’da cumhuriyet savcısı ya da başsavcısı olarak çalıştı. 1999’da İdil’de (Şırnak) cumhuriyet savcısıyken 1989’da öldürülen üç köylünün dosyasını açarak, JİTEM bağlantılı anılan Albay Arif Doğan,1993’te öldürülen emekli binbaşı Cem Ersever, Yüzbaşı Sinan Yaşar, itirafçı İbrahim Babat'ın da aralarında bulunduğu kişiler hakkında iddianame hazırladı. 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nı uygulamaya koyanlara arasında yer aldığı iddiasıyla 17 Şubat 2010’da tutuklandı. Erzincan Ergenekon silahlı terör örgütü davasında yargılandı, 10 Haziran 2010’da tahliye oldu. 2012’de CHP Parti Meclisi üyesi seçildi. |