*Fotoğraf: Birleşik Devletler Holokostu Anma Müzesi'nden
1915 Ermeni olayları için ister kırım ister büyük felaket ister soykırım denilsin, ortada büyük bir tarihi trajedi ve onun travmatik sonuçları var.
Bu olay için bu yıl iki yeni gelişme yaşandı. ABD Başkanları 1915 için şimdiye kadar her 24 Nisan’da “Büyük Felaket” diyordu. Bu yıl ilk defa Başkan Joe Biden tarafından “Ermeni Soykırımı” tanımı yapıldı.
30 ülkenin Ermeni Soykırımı'nı tanıması ile ABD’nin tanıması arasında büyük fark olması nedeniyle, bu açıklama doğal olarak Türk resmi çevrelerinde bir sarsıntı yarattı. İlk tepki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'ndan geldi. Çavuşoğlu, “Sözcükler tarihi değiştiremez” dedi. Çok doğru söylüyor: Sözcükler tarihi değiştiremeyeceğine göre, kendi söyledikleri de tarihi değiştiremez!
HDP’nin dışındaki muhalefet ise, iktidarın yanında hizalandı. Burada artık esamisi kalmamış soykırımı inkâr eden görüşler üzerinde durmayacağım. Bu ayrı konu.
İkinci gelişme de tam bu günlerde tarihçi profesör Taner Akçam’ın Aras Yayınları'ndan “Ermeni Soykırımı’nın Kısa Bir Tarihi” kitabı yayınlamasıyla yaşandı. Bu vesileyle Akçam’ın aşağıda yer alan açıklamaları tartışma yarattı.
TIKLAYINIZ- Taner Akçam anlatıyor: Ermeni Soykırımı | "Türkiye'nin tezlerini ciddiye alan yok"
Taner Akçam’a saldırılar
Öncelikle bu bir Taner Akçam savunusu değildir. Biliyorum ki, Akçam’ın buna ihtiyacı yoktur ve konuya dair o birikimiyle kendisini her koşulda savunacak donanıma sahiptir.
1915 Ermeni Soykırımı üzerine araştırmalar yapan, içeriği dolu dolu kitaplar yazan Akçam’a devlet eksenli saldırıların olması şaşırtıcı değildi. Ancak bu kez Akçam’ın kitabı ve konuşmaları daha çok, Kürtler üzerinden gelen yeni bir tartışma başlattı. İyi de oldu. Milliyetçi savunuların nasıl birbirlerine benzediği bir kez daha görülüyor böylece.
Akçam, kitap üzerine yaptığı konuşmalarda yeni sayılabilecek (aslında önceki görüşleri bağlamında) iki şey söylüyor. Soykırımın 1878 Berlin Antlaşması'yla 1923 tarihi arasındaki bir süreci kapsadığını söyleyen Akçam, Ermeni Soykırımı’nı İttihatçı iktidarın/devletin örgütlediğini ancak uygulamanın yalnızca devlet güçleriyle yapılmadığını, bu sürece toplumun bir kesiminin de özellikle Kürtlerin fiili olarak katıldığını söylüyor. Gönüllü katılımın gerekçesinin gavur diye nitelenen Ermenilere duyulan dinsel tepki ile Ermeni mallarına el koyma ve yağmanın oluşturduğunu söyleyen Akçam, “Eğer gönüllü katılım olmasaydı, bu kadar insan ölmezdi” diye ilave ediyor.
Akçam diğer görüşünü ise, “Korkunç bir örnek vereyim: 19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi. Onun ötesinde Ermeniler çifte vergi veriyordu. Bir devlete normal vergi veriyorlardı, bir de 'hafir' (veya hapir; kiafir) denen yöredeki Kürt feodal yöneticilerine vergi veriyorlardı, yani vatandaş sayılmıyorlardı…” diyerek ifade ediyor. (https://www.arasyayincilik.com 20 Nisan)
Bir kısım Kürtlerin (ki, bunların içerisinde kendilerine demokrat, solcu diyenlerde var) Akçam’ın konuya ilişkin binlerce sayfa tutan yazılarından ve onlarca konuşmasından öne çıkararak tartışma konusu yaptıkları “ilk gece hakkı” ve “soykırıma gönüllü katılım” cümlesi oldu.
Katliamı Kürtlerin üzerine yıkıyor iddiası
Akçam’a saldıran kesim, "Ermeni katliamını Kürtlerin üzerine yıkıyor" diyerek Akçam’ı devleti temize çıkarmakla suçluyor. Ne kolay değil mi, bir Türk olarak böylesine netameli bir konuyu ilk defa derinlemesine araştıran Akçam’ı bir kalemde devletin sözcüsü haline getirmek! Bu kesimler ne yazık ki söylemlerini tarihi kayıtlara, bilgi ve belgelere dayandırmak yerine, "Kürtler katliam yapmaz" retoriğini ileri sürmekle yetiniyorlar.
Türk resmi tezleri de "Türkler asla soykırım yapmaz" demiyor mu? Kürtler katliam yapmaz demekle, Türkler katliam yapmaz demenin bir farkı var mı? Bir diğer deyişle Kürtler için, Kürtlerin katliam yapmayacağını söylemek bir haksa, Türkler de Türklerin katliam yapmayacağını söylemesi bir haktır!
Her iki iddia da tamamen milliyetçiliğe dayanan ve Kürt’ün Kürt, Türk’ün de Türk olarak katliam yapabilecek kötülüğe sahip olmadıkları tahayyüllerini taşıyor. Ama aynı Kürt Türk’ün, aynı Türk de Kürt’ün katliam yaptığını, yapacağını iddia eder.
İşte milliyetçilik, böyle bir tuzaktır: Ben iyiyim, öteki kötü!
Tamam hiçbirimizin ecdadı katil değil. Peki onca ölünün katili kim ya da kimler? Konu Sherlock Holmes'lere mi havale edilsin?
Bu bakış açılarının tarihçilikle değil, hamasi siyasetle ilgisi vardır!
Bu tür konularda Türkler, Kürtler, Müslümanlar gibi kelimeler üzerinden genelleme yapma ve kategorize etme zorunluluğu bir konuyu ifade etme, tanımlama ihtiyacından kaynaklanıyor. Yoksa Türkler soykırım yaptı, Kürtler soykırıma katıldı demek, bütün Türkleri, bütün Kürtleri kapsamaz. Bilindiği üzere soykırıma karşı çıkan ve bu süreçte Ermenileri koruyan birçok Türk ve Kürt vardır. Hatta devletin resmi görevlilerinden bile bu zalim emirlere direnenler oldu.
İlk gece hakkı
Cinsel bir eylemi içermesi nedeniyle, spekülatif ve sansasyonel çağrışımlar yapan bu cümlenin bu denli dikkat çekmesinde şaşılacak bir durum yok.
Fakat bu olayın yalnızca feodal Avrupa’ya ait olduğu, böyle bir uygulamanın Müslüman toplumda olamayacağı, ayrıca bölgede feodal bey ve serf köylü ilişkisinin dayalı bir ekonomik düzen olmadığı, dolayısıyla bunun kültürünün de olamayacağı iddiaları kulağa hoş geliyor. Hatta bilimsel bile gözüküyor.
Ancak toplumsal hayatların böyle şematik sistem teorilerine uymadığını, toplumda yaşanan ilişkilerin çok daha renkli, katmanlı ve karmaşık değerler içerdiğini anılarda, romanlarda hatta mahkeme kayıtlarında görmek mümkün.
Biz böyle şeyler duymadık demek, öyle olayların olmadığı anlamına gelmez. Çünkü böyle bir olayın doğrudan ya da dolaylı (akrabaları, komşuları, çocukları) muhatabı olan hiç kimse bir ahlak, onur, utanma ve ezilme pozisyonu nedeniyle bundan bahsetmez!
Akçam’ın iddiasındaki genelleme isabetli olmayabilir. Tekil örneklerden hareketle bunun genele tahvil edilmesi, bir kuralmış gibi algılanmasına neden oluyor ki, bu aşırı bir yorum olarak da görülebilir.
Ancak Ermeni köylülerine Kürt beylerinin eşkıyaları tarafından yaşatılan onca zulüm, baskı, sömürü sürecinin yaşandığı o dönemlerde, az sayıda da olsa kimi Kürt beylerinin ilk gece hakkı dayatmasında bulunması neden mümkün olmasın?
Arsen Avagyan ve Gaidz F. Minassian tarafından yazılan ve 2005'te Aras Yayınları tarafından yayınlanan “Ermeniler ve İttihat ve Terakki: İşbirliğinden Çatışmaya” kitabında Rus Tarihçi Kürdolog Lazarev’den, ilk gece hakkına dair yapılan bir alıntıyı hatırlıyorum.
Akçam’da iddialarını daha çok bu tarihçinin “Kürdistan ve Kürt Sorunu” kitabına dayandırıyor.
Ermeni köylülerinin kadınlarına Osmanlı’nın son 30 yılı boyunca Kürtler tarafından yaşatılan ve kayıtlarla sabit onca tecavüz olaylarının içerisinden Akçam’ın ileri sürdüğü ilk gece hakkı hususunu öne çıkarmak ve bunun üzerinden bir savunu geliştirmek, doğrusu hiç de tutarlı değil.
Diyelim ki ilk gece hakkı yoktu ve bu bir onursuzluktur! Peki, yaşanan binlerce tecavüz ve kadınlara zorla el koyma bir onursuzluk değil mi? Neden mesele onur kavramını içerisine tıkılıyor ki?
“Gülüzar’ın Kara Düğünü” adıyla 1885’lerde yaşanmış bir olayı anlatan kitap okunduğunda Ermenilerin ne trajediler yaşadığı görülecektir. Abdülhamit’e dahi şikâyet edilen Muşlu Musa Bey’in zalimliklerinin bir kısmı, mahkeme kayıtlarında da sabittir.
1896 yılında Abdülhamit tarafından Van bölgesine gönderilen müfettiş (Osmanlı Sarayı 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesi gereğince, göstermelik de olsa Vilayet-i Sittelere ve Ermeni bölgelerine müfettiş gönderiyordu) Saadettin Paşa’nın anıları, Sami Önal tarafından 2003'te yayımlandı. O kitapta devletin paşası bile, Kürtlerin Ermeni köylülerin ekinine, malına, davarına el koyduklarını, tarlalarda kadınlarına tecavüz ettiklerini anlatıyor. Jandarmaya şikâyet edenler, bir de jandarmadan dayak yiyorlar. Devletin paşasının, devletin o jandarmalarını tayınlarını satan, bir eşkıya gibi davranan alçaklar olduğunu rapor etmesi ilginç değil mi? Resmi raporlara girenler bunlar, varın siz hesap edin bir de raporlara girmeyenleri!
Milliyetçilik tuzağı
Ermeni soykırımı gibi devasa bir sorunu ilk gece hakkı söylemine indirgemek, sadece sorunu sulandırmaya, magazinleştirmeye yarar.
Devletin ana çizgileriyle çizdiği sahada inşa edilmiş egemen siyaset iktidar eliyle, ideolojik taşlaşmalar ve kimlikçi darlığa indirgenmiş olarak sürdürülmektedir. Kimlik hakları demokratik bir taleptir. Fakat kimlikçi darlığa indirgenmiş anlayış/siyaset, tam da milliyetçiliğin tuzağına düşmektir.
Halbuki onur da alçaklık da insana ait kavramlardır. Devletlerin tarihi kirlidir ve bu kir, şu veya bu ölçüde toplumlara da bulaşır! Örneğin Alman halkı, Nazi faşizminden münezzeh değildi!
Soruna kimlikçi bataklığına ve resmi görüş ezberlerine düşmeden serinkanlı yaklaşmak ve karşılaştırmalı okumalar yapmak, sorunu doğru anlamanın ön koşuludur.
Umuyor ve diliyorum ki Türkiye yakın gelecekte bu travmatik sorunu insan hakları hukuku çerçevesinde aşacak ve bu kamburdan kurtulacaktır. Ve bu hem Türklere hem Kürtlere hem de Ermenilere iyi gelecektir.
(HŞ/NÖ)