Başkanlık sistemi diye tutturan ve bunu gerçekleştirmek için birçok politik taktik uygulayan Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı ortamdan meşruiyet devşirerek başkanlık sitemini yasalaştırdı.
Başkanlık sistemi tümüyle bir Erdoğan projesi miydi, bilmiyorum. Öyle ya da böyle, başkanlık sistemi, ister kendisi kazsın, ister kazdırılsın, bir kuyu olduğunun pratikleri çoktan ortaya çıktı.
Erdoğan ve çevresi başkanlık sistemiyle koalisyonlar döneminin biteceği ve yürütmenin daha hızlı, daha verimli olacağı iddiasında bulunuyordu.
Ekonomi başta olmak üzere diğer birçok sorunun başkanlık sistemine geçişle çözüleceği iddialarını saymıyorum bile…
Beni seçin, rahat edin diyen Erdoğan’ın başkanlığından bu yana bu toplum bir rahat yüzü görmedi. İşin ilginç tarafı, kendisi de rahat değil.
“Kızgın demiri soğutalım”, “82 milyon Türkiye ittifakı” diyen Erdoğan’a birkaç gün sonra ilk tepki MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den geldi.
Bahçeli’nin ‘bırak bu yolu Erdoğan, aklını başına topla’ mealindeki açıklamaları yaptığı günün ortasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na fiziki bir saldırı gerçekleşti.
Bu saldırı tipini tanıyoruz; Türkiye siyasi tarihinin defterinde böylesi insanlık düşmanı alçak saldırı kayıtları bir hayli fazla. Bu tür saldırıların siyasi, ideolojik veya lojistik arka planın doğrudan veya dolaylı olarak birtakım mahfillere dayandığının ipuçlarını bizatihi devletin ilgili kişilerinin ağzından da duyduk.
Örneğin Uğur Mumcu’nun katli üzerine dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Mumcu’nun eşine “Bir tuğla çekersek hepimiz duvarın altında kalırız” derken; 6-7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul’da Rumlara karşı yapılan talan ve katliamlar için de general Sabri Yirmibeşoğlu “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” demişti.
31 Mart yerel seçimlerinin sonuçları gerek AKP içerisinde gerekse Cumhur İttifakında tartışmalar yarattı.
Erdoğan, iç ve dış politikadaki sıkışmışlıktan gerilim politikalarını azaltarak çıkmaya ve yeni bir meşruiyet alanı yaratmaya çalışırken, en yakın ortağı Devlet Bahçeli, Erdoğan’ı yolundan döndürmeye ve mevcut durumu daha bir gererek devam ettirmeye çalışıyor. Böylece Erdoğan’ı kendine daha çok muhtaç hale getirmeyi ve ele geçirdiği tokmakla Erdoğan’ın boynundaki davula istediği ritimle vurmayı amaçlıyor. Elbette ki bütün bu süreçte Devlet’i de devletsiz düşünmemek gerekiyor.
Erdoğan bunu çoktan hak etti. Çünkü Erdoğan’ın politik yapısı, otokrat kişiliği, demokrasi düşmanlığı Devlet Bahçeli ile buluşmasının ortak paydasını oluşturuyor. Yani Erdoğan’ın Cumhur İttifakı projesi bir yanılma sonucu değil, kendi siyasetinin bu ittifaka teşne olmasındandır.
Fakat hayat planlandığı gibi gitmez. Siyasette istenilir olanla gerçekleşen, kimi zaman örtüşmez. Tıpkı toplumu bölen, çatışmacı dili kullanan, HDP’ye oy verenleri terörist ilan eden, Millet İttifakını aşağılayan ve onları terörize eden politikaların AKP’ye değil, daha çok MHP’ye yaradığı gibi.
Mevcut başkanlık sistemi Türkiye’nin ne sosyolojisine ne de siyasi tarihine uymamaktadır. Bundan daha önemlisi, Türkiye’deki başkanlık sisteminin demokratik bir yapıyla ilgisi yok. Meclisin etkisizleştiği, yargının bağımsızlığını yitirdiği, bütün gücün yürütmede ve yürütmenin de tek kişide toplandığı, dördüncü güç medyanın iktidarın emrine sokulduğu ve iktidarın denetlenemediği bir sistemin adına her şey denilebilir ama demokrasi denilemez.
Bu yapı Erdoğan’ın işine geliyor. Ancak bir sorun var: Türkiye toplumunun inanç, etnik, ekonomik, siyasal, kültürel kimlik coğrafyası, başkanlık seçimindeki yüzde 50’lik eşiğin tek bir partiyle aşılmasının önünde büyük bir engel oluşturuyor. Toplumun bu nesnel yapısı (elbette bu nesnelliğin temsilcileri/taşıyıcıları öznel yapılar) ittifakların, koalisyonların son bulacağı iddiasının tamamen geçersiz olduğunu gösterdi. Tersine, yüzde 50’lik baraj, siyasi ittifakları zorunlu hale getirdi.
Halbuki, önceki sistemde yüzde 30-35 bandında bir oy oranı hükümet kurmaya, belediye başkanlığı kazanmaya yetiyordu. Erdoğan’ın siyasi aç gözlülüğü ve güç zehirlenmesi, onu başkanlık sistemi inşasıyla arzuladığı totaliterliğe doğru yönlendirdi. Ancak arzuladığı ve kurduğu sistemin bir kuyu olduğunu Erdoğan da görüyor. Siyaset böyle bir şey işte.
Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı orada kendiliğinden oluşmuş ve sıradan bir saldırı değildir. Millet İttifakını tökezletmek, İstanbul seçimlerini iptal ettirmek için YSK’yı baskılamak, sokağı kaşıyarak çatışmacı ortam yaratmak peşinde olanların amaçladığı bir saldırıdır. Demiri kızdırarak bu ortamın yaratıcısı olan Erdoğan bunun neresinde nasıl duracak, göreceğiz.
Bu yazıdaki amacım başkanlık sistemini tartışmak değil. Başkanlık sisteminin başta kurumların dokusundaki bozulmalar olmak üzere, daha birçok alanda yol açtığı sorunların artarak devam etmesine ve özellikle Kılıçdaroğlu’na saldırının bu yapının dolaylı bir parçası olduğuna vurgu yapmaktır.
TIKLAYIN - Süleyman Soylu "Sandıkta Beraberlerse Cenazede de Olacaklar" Demişti
(HŞ/EKN)