Anlatmıştı;
“Diyarbakır’a yaklaştığımızı, katettiğimiz yol ve süreden hissettiğim andı. Bir noktada aracı kullanan polise seslenerek, aracı durdurttu sivil polislerden biri. İndirdiler beni araçtan. Yolun kenarına çöktürdüler. Sonra biri kahkaha atarak ‘buraya kadar doktor, son duanı et, artık yaralı teröristleri tedavi edemeyeceksin’ dedi.
“Silahın şakırtısıyla namluya mermiyi sürdü. Ve o an film şeridi gibi otuz yıllık hayatım gözümün önünden akıp geçti. Buraya kadarmış, dedim kendime. Tek el silah sesi duydum. Ama vurulan ben değildim ve sağdım.
“Ve o polis bir kahkaha daha atarak ardından; ‘Bu kadar kolay mı sandın doktor’ deyip tekrar araca bindirdiler. Geldik Diyarbakır’a sorgular, birkaç günlük gözaltı ve bıraktılar.”
Bu gözaltı olayından sonra İlhan’ın tayini Diyarbakır’ın Bismil ilçesinden Diyarbakır merkezdeki Çocuk Hastanesine çıkmıştı. Orada çalışıyordu. Üzerinden çok zaman geçmeden bir süre sonra sabah saatlerinde hastaneden aldılar İlhan’ı.
O zamanlar doksanlı yıllarda gözaltı süresi 15 gündü. Onbeşinci günün akşam saatlerinde tutuklandı. “Yaralı bir PKK’liyi tedavi” etmekten tutuklanmıştı.
Sormuştu sorgucular; “Hadi, Hipokrat yemini ettiğini biliyoruz, teröristi tedavi ettin. Neden ardından bize ihbar edip bildirmedin!”
İlhan’ın cevabı şu olmuş; “Ben hekimlik meslek etiğim ve bağlı olduğun Hipokrat yeminim gereği benden talepte bulunan her kim olursa tedavi eder, gereğini yaparım. Yaptığım da benimle hastam arasında sır olarak kalır. Eğer sakıncalı bir durumu var ise o zaman da siz takip eder yakalarsanız gereğini yaparsınız.”
Tutuklandığı günün ertesi günü kendisiyle cezaevinin avukat görüş odasında özel bir görüşme yapmıştım. Koğuştan bir arkadaşı ile gelmişti. Arkadaşı “yanlış anlamayın bu tip görüşlere biz arkadaşlarımızı yalnız yollamıyoruz. Hani cezaevi idaresi malum, herhangi bir yanlış iş yapmasın, yönelmesin diye” demişti.
İlhan’a, cezaevinde de hekim olduğunu asla unutmamasını söylemiş, sağlık durumu ve ihtiyaç listesini alıp çıkmıştım.
Yargılama sonucu birkaç ayın içinde “Yasadışı terör örgütüne yardım ve yataklık” gerekçesiyle üç yıl dokuz ay ceza kesilmişti.
Sonrasında dosya temyize gitmişti ve orada da duruşmada bir avukatın olmasını uygun bulmuştuk. Ankara Hukuk Fakültesinden bir bilirkişi 25 sayfalık bir rapor hazırlamıştı Yargıtay’daki temyiz duruşmasına.
Duruşma öncesi ön incelemeyi yapan yargıca ulaşmıştık bir dost aracılığıyla. Yargıcın sözü ironikti. “Dosyanın üzerinde kırmızı mühür var. İnsani olarak da hukuki olarak da bu dosyanın aslında sanık lehine bozulması gerekir. Ama ben mecburen ve siyaseten bu dosyanın onanması yönünde görüş belirtmek durumundayım” demişti.
Eve, eşine söylemedim tabii ki bu bilgiyi ama cezanın onaylanabileceğine de hazır olmalarını ayrıca dışarıda her gün yurtsever insanların güpegündüz faili meçhule kurban edildiğini hem de gizli güçlerce korunaklı ellerle demiştim. Ve eklemiştim; bırakın içerde kalsın. Dışarıda olsaydı onu da öldürürlerdi!
Nitekim dosyası onaylanmıştı ve Diyarbakır, sonra Adıyaman’a, oradan da Gölbaşı cezaevine nakledilmişti. Gölbaşı’na gittik. Görüş yerinde sohbet ediyoruz. “Dur abi sana Diyarbakır cezaevindeki bir durumu anlatayım.
Bir gece geç saatte koğuş kapısına bir gardiyan dayandı yanında da iki asker. Cezaevi güvenliğinden sorumlu rütbeli askerlerden birinin çocuğu ateşler içinde kıvranıyormuş. Cezaevi lojmanlarında kalıyorlarmış. Biri demiş ki ‘içerde Doktor İlhan isminde bir PKK’li var. İyi de bir hekim diyorlar onun için acaba rica etsek gelir bir bakar mı?’
“Döndüm koğuştaki arkadaşlara baktım kararı bana bırakmışlar gibi. Olur dedim ama arkadaşlara da sorun. Arkadaşlar yanımda mutlaka bir arkadaşın olması şartıyla mümkün olabileceğini söylediler. Onlar da kabul etti ve koğuştan çıkıp iki askerin refakatinde gittik. Çocuk hakikaten çok kötü. Eldeki olanaklarla ilk müdahaleyi yaptım. Hemen bir reçete yazdım, gecenin bir yarısı gidip nöbetçi eczaneden ilaçları yapıp getirdiler. Bir süre sonra çocuğun ateşi kısmen düştü ve biraz rahatladı. Ama sabah mutlaka çocuk hastanesine götürmeleri gerektiğini de tembihledim. Bir süre de çocuğun başında kalıp durum takibi yaptım.
“Tekrar koğuşa dönmeye hazırlanırken kapıda çocuğun rütbeli komutan babası, dönüp dedi ki; ‘Doktor, ben çocuğuma bakmayı kabul etmeyeceğini düşünüyordum. Sonuçta ben devleti temsil ediyorum burada, sizlerse bize göre devleti bölmek isteyen teröristlersiniz.’
“Gülümsedim ve işte aramızdaki fark bu. Ben hekimim, hastanın ihtiyacına talebine bakar gereğini de yaparım, kimliğine bakmam…”
Evet, işte size hikâyenin asli kahramanı kardeşim Doktor İlhan’ın bundan otuz yıl önceki hikâyesinden bir kesiti kendi anlatıları üzerinden paylaştım.
E, İlhan tam on yıl önce gitti, elli üç yaşında kalp krizinden öte yakaya göçüp gitti. Peki bugün yaşananlara baktığımızda değişen bir şey var mı sahi!
(ŞD/RT)