Gençlik yıllarımızda ne zaman bir memleket meselesine dair fikrimizi söylesek, karşı çıksak yapılan yanlışlığa, haksızlığa, alacağımız cevap hiç değişmezdi muktedirlerden: “Sizin beyninizi yıkamışlar”.
Çok sinirlenir, meramımızı anlatabilmek için kırk argüman sıralardık, yine de işe yaramazdı!
Biz, kendimizi iyi ifade edemediğimizi sanır, başka yol ve yöntemler bulmaya çalışırdık. Çok safmışız. Oysa cevap çok basitmiş. Evet, yıkanmış. Pırıl pırıl olmuş. Kendimiz yıkadık, bilerek isteyerek!..
Öyle yıkamışız ki beynimizi; sizden farklı düşünüp farklı yorumlamayı düstur edinmişiz. Yaptıklarınıza itiraz etmek zorunluluğa dönüşmüş hayatımızda. Bir kez bile ortak dil tutturamamışız sizinle. Kâh ‘vatan haini’ olmuşuz, kâh düzen düşmanı, kâh sermaye düşmanı. Nush ile uslanmayınca düşman bellemişsiniz bizi. Asmış, kesmiş, sürmüşsünüz ama yine de yok edememişsiniz. Neslimiz hiç tükenmemiş…
Aslında niye kızıyorlar ki. Nasılsa yıkanmaya alışkın beyinler. Siz de yıkayın gitsin değil mi? Yo öyle olmuyor işte. Bunu başaramıyorlar. Çok yöntem denediler, çok zaman harcadılar, olmadı. Zamanında öyle bir maddeyle yıkanmış ki bu beyinler, artık kir tutmuyor. Maddeyle de değil sadece, maddecilikle de. Bunun çözümü yok işte. Ne yapsan nafile. Maddiyatçılık varken maddecilik de ne ola ki değil mi!
Bu yüzden hayatımız, sizin yalanlarınızı, halk düşmanı, doğa düşmanı politikalarınızı engellemeye çalışmakla geçiyor. Aslında siz huzur vermiyorsunuz bize. Her şeyi sınırsızca sömürmek, çıkarlarınız için yok etmek elbette genel karakteriniz, bunu biliyoruz. Ama bunları yaparken uyguladığınız politikaları, uydurduğunuz yalanları ve elinizdeki büyük sermaye birikimi ile yaptığınız dezenformasyonları açığa çıkarmak kolay olmuyor.
“Barışcıl nükleer teknoloji” bile icat edebilecek yetenektesiniz! Tıpkı bizim “iyiliğimiz” için özgürlüklerimizi sınırlandırdığınız gibi. Bunun için, sizin çıkarlarınıza hizmet edecek en küçük bir düşünce kırıntısı taşımayan tertemiz beyinlere gereksinim var. İyice yıkanıp, tertemiz olmuş. Kirden pastan arınmış, bütün lobları işlevsel. Bu beyinler elbette size huzur vermeyecek. Ama kendisinin de huzur bulacağı şüpheli…
Dünya ölçeğinde, yüzyıllardır sürdürüyorsunuz bu zalim politikaları. Sovyetler Birliğinin itibarını düşürmek için uydurulan emperyalist yalanların aslı astarı olmadığı sonradan anlaşıldı ama neye yarar. Hiç unutmam, Sovyetlerin ardından Romanya da teslim olurken kapitalizme, dünyanın egemenleri siyah beyaz televizyonlarından Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku’nun ‘toplu mezarlarını’ servis etmişlerdi bütün dünyaya. Görüntüleri izlerken bunlar normal ölüler, hepsinde otopsi izleri var demiştim de, bir ay sonra Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü de aynı saptamayı tüm dünyaya açıklayınca huzura kavuşabilmiştim. Sana ne oysa elin komünistlerinden! İşte huzur bulamamak böyle bir şey. Bakmayacaksın arkasına olayın. Ne verirlerse alacaksın, sorgulamayacaksın. Görüneni gerçek bilip huzur bulacaksın. İşin çok zor yoksa.
Günümüzde de buna benzer sayısız örnekle karşılaşıyoruz her an. İşleri bu. Bu yüzden düşünen, sorgulayan nesiller yetişmesin diye uğraşıyorlar. Bu yüzdendir bilimle, sanatla alıp veremedikleri. Okur yazar düşmanlıkları. Evrimi inkar edişleri. Biz yıkayıp temizledikçe, hurafelerle doldurmak içindir onların bütün çabaları. Günümüzde ele geçirdikleri güç ve iktidarla, bütün dünya nimetlerini ve doğayı, bir avuç azınlığın çıkarı için hoyratça tüketen anlayışlara kafayı takarsan, itiraz edersen, yıkanmış beyninin direktiflerine uyarsan yani, işin zor dostum.
Oysa Adam Smith’ in liberal mottosu : “Laissez faire, laissez passer/bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” boşuna mı söylendi. Sen de uy huzur bul. Karnın doymaz belki ama huzurun olur. Hep anlatılmadı mı bize; “Bakma ülkenin en zengini olduğuna, sağlığı hiçbir şey yemesine elvermez. Paranın ne önemi var, mühim olan sağlık.”
İnan ve sağlığının kıymetini bil değil mi! Bırak isteyen istediği gibi kazansın. Hem kefenin cebi de yok nasılsa!..
İyi de bunlar kazanırken benim yaşam alanımı daraltıp, yok ediyorlar. Bu berbat koşullarla dahi yaşamamıza izin vermiyorlar. Sağlığımızla oynuyorlar, yaptıklarıyla hayatı hepimize zindan ediyorlar, nefes alamıyoruz artık demeye kalksak, yine o bildik argümanlarla saldırıya geçip, haddimizi bildiriyorlar; sizi gidi beyni yıkanmış , iflah olmaz sermaye düşmanları….
Bir gün Karadeniz’in yaylalarından geliyor haber, bir gün Ege’nin ovalarından. Bir gün Trakya havzasında başlıyor saldırı bir gün Mezopotamya ovalarında. Bitmiyor, Kuzey Ormanlarından sonra Maçka Parkı da alıyor nasibini talandan. Sırada Ayder Yaylası. Sonu gelmiyor zulmün, yok ediciliğin. Bütün güçleriyle yok ediyorlar bir bir yaşam alanlarımızı, doğal zenginliklerimizi, çocuklarımızın geleceğini..
Her gün yeni bir saldırı süreciyle baş etmeye çalışmaktan yorgun düşen, ama yine de umudunu yitirmeden direnen insanların durumu sadece beyinlerinin yıkanmış olmalarıyla açıklanabilir elbette. Özel bir maddeyle; iyilik, güzellik, kardeşlik, adalet, eşitlik ve özgürlük hammeddesiyle; doğayı, ağacı, hayvanı, bilimum canlıları sevdiren bir karışımla. Bunun başka izahı yok. Yoksa küçük bir itirazın, büyük bir sorunu çözmenin başlangıcı ve ateşleyicisi olabileceğine dair inanışların bunca yıldır hayat bulabilmesi nasıl açıklanabilir. Sevgiyle elbette. Yaşama ve insanlığın güzel gelecek günlerine dair beslenen inançla. Bize sunulan ve sorgulamamamız istenen fermanlara hayır demenin de böyle sonuçlar doğuracağına olan güçlü inancın açıklaması da budur. Kolay gelsin!
Nazım Usta’dan:
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler… (Şİ/HK)