Fotoğraf: Canva
Adettendir yeni bir yıla girerken umut dolu yazılar yazmak; en azından biraz daha iyisini dilemek. Kahır ömrümüzde, hiçbir yeni yılın umduğumuz gibi olmayacağını binbir tecrübeden bilsek de umudu hiç eksiltmedik, vazgeçmedik, hep umut barındıran söylevler çektik, umudu besleyen yazılar yazdık.
Acıların coğrafyasında belki insanlar kısacık ömürlerinde biraz mutluluk tadarlar diye, geçim derdiyle cebelleşen yoksul ve emekçi kitleler biraz olsun rahatlar diye,yok sayılanlar kayda geçer diye, hesabı sorulmayan faili meçhuller ortaya çıkar diye, Cumartesi Anneleri’nin acısı biraz olsun diner diye, üzerinden dokuz yıl geçen Roboski katliamının failleri bulunur diye, erkek egemen sistemin beslediği kadın cinayetleri artık biter diye, doğaya yapılan azgın acımasız saldırılar son bulur diye, biraz, hukuk ve adaletten nasibimizi alırız diye, insanlık galebe çalar diye!
Gerçekler
Gelin görün ki, yeni yılın, umudun duygusal olarak en yoğun yaşandığı birkaç günü geride kalınca, gerçeklerle yüzleşmeye başladık hemen. Zaten emekçiler, geçen yılı, bekledikleri asgari ücreti alamadan kapadılar. Bu yılın ilk günlerinde ise zamlar peş peşe gelmeye başladı. Ekonomik anlamda daha zor bir yıla girildiği, bitmiş, tükenmiş ekonominin bütün yükünü yine yoksulların çekeceği anlaşılmış oldu. Bazı üniversitelerde yapılan rektör atamaları, önemli davalarda verilen hukuki kararlarla da anlaşıldığı üzere hak hukuk bağlamında da değişen bir şey olmayacak. Bizler daha iyi bir yıl dilemiş olmakla kalacağız yine.
Dilekler gerçekleşti de
Peki, bu dileklerin gerçekleştiği zamanlar hiç olmadı mı insanlık tarihinde? Oldu! Ortaklaşa yaşamın, komünün hayata geçtiği günler olmadı mı hiç? Oldu! Yoksullar barikatlar kurmadı mı egemenlere karşı? Kurdu! 1871 Paris savunmasında, barikatlarda sosyalistlerle birlikte Türkiyeli Reşat, Nuri ve Mehmet Beyler de savaşmadı mı Almanlara karşı? Savaştılar! Fransa’da imparatorluğu alaşağı ederken gösterdikleri enternasyonal dayanışma önemsiz mi idi? Çok önemli idi, umut verici idi! Kimsenin ezilmediği, kimsenin kimseyi sömürmediği günler yaşanmadı mı? Yaşandı!
Bütün halkların, azınlıkların kendi kültürünü özgürce yaşayabildiği, kimsenin aç ve açıkta kalmadığı günler hiç olmadı mı? Oldu! Daha büyük deneyimler de yaşanmadı mı? Yaşandı; Kolhozlar Solhozlara belki dönüşemedi ama yine de güzel günler değil miydi? Güzeldi evet! Bunlar için büyük bedeller ödenmedi mi? Ödendi! Bu bedelleri ödeyenler, insanlık tarihinin sayfalarında yerini almadı mı? Aldı; hem de sonsuza kadar! Demek ki oluyormuş! Sadece cesaret!
Umut hiç bitmez
Humanitas, Roma’da İ.S. 150 yıllarında doğdu. Eğitimle gelişmiş zeka demekti; insanlık onuru demekti. Aynı zamanda insani zafiyetleri de barındıran, risk almayı, sorumluluğu, özgürlüğü ve hoşgörüyü içeren bir anlayıştı. Naifti, ilericiydi, devrimciydi. Geleceği simgeliyordu. Etkisi çağlar geçse de sürüyor. Bu kültürden beslenen, özgür yaşama ve insanlığın geleceğine sahip çıkmayı düstur edinenler, her daim umudu besleyerek, zalimlere boyun eğmeden insanlık onurunu her şeyden önemli sayanlar, günü geldi tarihi de değiştirdiler.
Kimi Galileo gibi Ortaçağın koyu taassubuna, kimi Demirci Kawa gibi zalim Dehaklara, kimi Pir Sultan Abdal gibi Hızır Paşalara karşı canını ortaya koymadı mı? Koydu! Kimi II. Enternasyonal’de Clara Zetkin gibi ‘Kadınların Kurtuluşu İçin!’ diyerek tarihe not düşmedi mi? Düştü; hem de en kalın çizgilerle! Kimi Denizler gibi, Mahirler gibi türkü söyler gibi ölüme gitmedi mi? Hem de daha yaşamlarının baharında! En azından, bu topraklarda umudun hiç bitmeyeceğini miras olarak alamadıysak onlardan, bu bizim ayıbımızdır!
Mücadele ve cesaret
Elbette yoksulların, emekçilerin, köylülerin, doğası talan edilen insanların bu sistemle mücadelesi güçlenerek sürecek. Hak ve adalet talepleri daha gür bir sesle dillendirilecek. Yaşanan korona pandemisinin, tüm dünyada taşları yerinden oynattığı bir süreçte, Türkiye’de de elbette bir şeyler değişecek, bu kaçınılmaz. Çok iddialı söylemlere hiç itibar etmemişimdir.
Japonların Kaizen Felsefesi gibi, küçük ama sürekli adımların, geri dönüşsüz büyük değişimlere yol açabileceğini insanlık tarihi birçok kez bize gösterdi. Küçük adımlar önemli; bunun ne önemi var demeden. Bergama köylülerinin 1990’larda başlattığı topraklarına, sularına, ezcümle doğasına sahip çıkma mücadelesi, son yıllarda bütün ülke coğrafyasında köylülerin yaşam alanlarına sahip çıkma mücadelesine dönüşmedi mi? Bu hiç küçümsenmeyecek çok önemli bir aşama ve küçük adımların önemini gösteren en bariz örneklerinden biridir. Maden işçilerinin hakları için verdikleri dirençli mücadeleler de öyle.
Bu mücadeleler, toplumun inançlı ve örgütlü mücadelesinin sonuç almada tek geçerli yol olduğunun, hakların ancak bıkmadan verilecek mücadele ile sağlanabileceğini açıkça göstermiştir. Yaşanacak güzel günler daha hiç yaşamadıklarımız değil mi idi? O zaman cesaret, daha fazla cesaret!
Nazım Usta’dan:
Topraktan ateşten ve denizden
doğanların
en mükemmeli doğacak bizden…
…..ve insanlar ellerini
korkmadan
düşünmeden
birbirlerinin ellerine bırakarak
yıldızlara bakarak:
“Yaşamak ne güzel şey!”
diyecekler;
bir insan gözü gibi derin
bir salkım üzüm gibi serin
bir ferah
bir rahat
bir işitilmemiş şarkı söyleyecekler…
Hiçbir ağaç
böyle harikulade bir yemiş vermemiş
olacaktır.
Ve en vaadedici
bir yaz gecesi bile
böyle sesler
böyle inanılmaz renklerle
sabaha ermemiş olacaktır…
Topraktan,
Ateşten
ve denizden
doğanların
en mükemmeli doğacak bizden…
(NÖ)