*Görsel betimleme: Fotoğrafta, Diyarbakır'ın tarihi surlarına bağlı Ben û Sen Burç'undan Ben û Sen mahallesini görülüyor. Taşların arasından çekilmiş fotoğrafta, karşıdaki surların tahribata uğradığı gözüküyor.
İnsan dediğimiz eskilerin vurgusuyla eşrefi mahlukat birçok vasfının yanında aslında bir de sevgi paydaşıdır. İşte bu sevgidaşlık muhabbeti sanırım en çok yaşadığı coğrafya üzerinden aidiyete, oradan da sevmeye meyleder.
Peki o halde soruyu sormanın tam da yeridir. İnsan bir şehri neden sever?
Sever elbette, çünkü orada hatıraları vardır. Sokakları, çarşıları her bir yeri zamanın akışı içinde kendisine her defasında birçok acı tatlı yaşanmışlıkları yeniden hatırlatır.
Geçtik, hep şehrinde yaşıyor olmaktan. Belli bir zaman aralığında uzak düşülmüş ise şehrinden bu bağlılık, özlem daha bir kavi olur. Dönülünce, eskiye dair kalanların yerinde korunmuş olarak bulunması, ya da yitirilmişlerin izinin sürülmesi, izi dahi bulunulamayanların hatıralarının sözlü tarihe malzeme olması, yerine yapılan ucube yapılara öfke duyulması…
Say, sayabildiğin kadar. Çokçadır elbette dert edinilen.
İşte her şeye rağmen sevilen seçili şehirdir aynı zamanda. Hani şairin kelamınca;
Desem ki bu şehirdir. Adım adım yürünen, kapıları çalınan, avlusunda hâl û ahval dinlenen, çeşmesinden suyu içilen muhabbet şehri işte…
İşte, geriye dönüp baktığımda “Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım” önceki yayınevinde beş baskı yapmıştı. Kitap 2003 yılında yayınlanmıştı. İlk basımının üzerinden tam 21 yıl geçmiş. Kitap bir sözlü tarih çalışması. 13 şahsiyetle birebir yapılmış görüşmeler.
Zaman içinde 11’i öte yakaya göçüp gitti. İkisi yaşıyor. Göçüp gidenlerin ruhları şad olsun. Anlattıkları ve anılarıyla yaşasınlar. Yaşayanlara sağlıklı uzun ömürler dilemekten başka da elden bir şey gelmez.
Şehrin her bir şeyi adeta bir kent telefatı öncesi hafızalardan sökün edip dile gelmesi gibi…
Haydi gelin sekiz asır önce insanlığa kendine özgü bir kilit sistemi armağan eden Cezeri’den adeta el alarak geçtiğimiz yüzyılın başında kendi markasını dünyaya yollayan Mıtêlyan (Miteloğlu) anahtarı ile kapı kilidini açarak hele bir bakalım şehir bize ne söylüyor.
E, boşuna mı Stendhal Kırmızı ve Siyah romanında “Diyarbekir’in en serin kuyusu bu” diyerek hamravat suyunu işaret etmişti.
Geçtiğimiz yılın sonunda Diyarbekir Diyarımın bir nevi izleği ve güncellemesine gönderme kabilinden bugününü de anlatan “Tozu Kalsın” kitabım çıkmıştı.
Tozu kalsın’ı okuyanlar epeydir baskısı tükenmiş olan Diyarbekir Diyarım’ı merak eder olmuştu. Önceki baskılarının önsözü, girişi teşekkürü dahil her bir yazılanı yerinde kaldı elbette.
Everest baskısı için yeniden elden geçirip ince, zarif dokunuşlar yaptık. Sıra okurda, İyi okumalar olsun.
(ŞD/AS)