*Görsel betimleme: Görselde, kalp şeklinde dijital bir sanat eseri yer alıyor. Kalp, pastel pembe renkte ve etrafı mavi, yeşil, mor ve sarı tonlarda dijital piksellerle çevrili. Pikseller üç boyutlu bir etki yaratarak yüzeyde kabartma gibi duruyor.Kalp şekli, eserin merkezinde yer alıyor.
Tarihin erken dönemlerinden bu yana, söz ve mananın önemi her fırsatta vurgulanmıştır. Tevrat'ta yer alan "Başlangıçta söz vardı" ifadesi, yaratılışın, kültürün ve uygarlığın anlam üzerine kurulu olduğunu imler.
Antik Yunan’da ‘logos’ evrenin düzenini anlatan bir kavram olarak büyük bir öneme sahiptir. İslam’daki “maddî ve mânevî açıdan etkilemek, yaralamak” anlamındaki kelm kökünden masdar ismi olan ‘kelâm’, “konuşma, söz söyleme, sözlü etkiyi algılama” mânasına gelir. Bu örnekler, mananın insan yaşamındaki temel rolünü gösterir.
Ruhumuz, modern dünyanın karmaşasına ve her geçen gün büyüyen manasızlığın gölgesine gömüldükçe kurumakta, maddi varlıklara ve tüketime odaklanan çağımız, ruhumuzun derinliklerinde yatan asıl ihtiyacımız olan manayı alıp o koyulaşan sis bulutu içindeki çöpe attığında, temel ihtiyaç ‘anlam’ görünmez olmaktadır.
Mana arayışı
Günümüzde maddeden manayı soyma eylemi, ruhumuzdaki kuruluğun ya da derin boşluğun sebeplerinden biri olarak düşünülebilir. Endüstri devrimiyle kolaylaşan hayatımız, dijital çağ ile hem hızlandı hem de daha da kolaylaştı, kolaylaştığı kadar da ruhsal derinliğimizi aşındırmakta, bizi yüzeysel ve anlık tatminlere mahkum etti. Bu durum, insanın ruhsal anlamda her geçen gün daha büyük bir duygu sığlığı yaşamasına neden olmaktadır. Gelin bu süreci tarihselliğini referans alarak felsefe perspektiflnden inceleyelim.
Mana arayışının en derin ifadelerinden biri olan tasavvuf, maddi dünyanın geçiciliğine karşın, hakikatin ve mananın peşine düşmeyi öğütler. İbn Arabi'nin "varlığın birliği" (Vahdet-i Vücud) öğretisi, tüm varlığın tek bir hakikatin tezahürü olduğunu belirtir. Hakikati anlama çabası, insan ruhunu derinleştirir. Bu bakış açısı, mananın insan ruhunu besleyen en önemli öğe olduğunu gösterir.
Günümüzde dijital çağın getirdiği hızlı tüketim kültürü, anlık dopamin dolayımıyla insanı yüzeysel tatminlerin peşinde koşturur. Sosyal medya anlık geri bildirimlerle insanları sürekli bir haz arayışına iterken, doyumun önüne geçer. Marshall McLuhan’ın “araç, mesajdır” sözü, teknolojinin yalnızca bir araç olmaktan çıkıp hayatımızın merkezine oturduğunu, bununla birlikte anlamın yerini alarak bizi yüzeyselliğe sürüklediğini ifade eder.
Ruhsal doyumsuzluğun çaresizliği
Çünkü araç, kendisi etki olarak ulaştığı kişilerin algılarını belirler. İletinin alındığı araç ile bağlam, iletinin önüne geçer; bu da iletinin önemini ikincileştirerek önemsizleştirir, aracın kendisi iktidarlaşır. Dijitalleşen birey, kişiliğinden soyularak nesneleşir. Nesneleştikçe de doyum/u metafikleşir(?), anlam dünyasından uzaklaşır.
Tüketim çağı olarak da adlandırılan çağımız, tüketme eğilimini her gün binlerce kez kaşıyarak tülketim isteğini azdırır. Doyumu ideolojik imgesel temsillerle havuç olarak gösterir. Arzunun kaşınması da denebilecek bu bitimsiz imgesel kuşatma altında doyum, tüketimle ‘ikame’ edilir. İnsan tükettikçe daha çok yoksunluk hisseder. Bu his, onu, kendilik algısı anlamında ‘eksik’ ya da ‘tamamlanmamış’ bir varlığa dönüştürür. Tükettikçe eksilme ya da azalma paradoksunun kaçınılmaz sonucu obezitedir. Obezitenin kaynağında doyum arayışı yatar, oysa insan tüketim ile doyabilir ancak doyuma ulaşamaz.
Tüketim, ruhsal obeziteye yol açar: Fiziksel olarak doyumsuz olan insan, ruhsal olarak da tatmin olamaz. Jean Baudrillard’ın “Tüketim Toplumu” eseri, bu olguyu anlam dünyamıza tercüme eder. Baudrillard’a göre, tüketim nesneleri yalnızca maddi ihtiyaçları karşılamakla kalmaz, aynı zamanda simgesel anlamlar da yüklenir. Ancak bu simgesel anlamlar, insanın ruhsal açlığını doyuramaz. Maddeden mana soyulduğunda geriye salt nesne kalır, bağlam ya da ilişki de nesneleşir. Oysa ne o bağlam ne de insan nesneye indirgenebilir. Öyle ki insan manevi, ruhsal bir varlık olarak manaya ihtiyaç duyar, onu arar. Bu ideolojik manipülasyonla da seküler hayatlar kötücülleştirilerek New Age müzik dinler, ezoterik yönelişlere kapı aralanır, ama bunlar da o bitimsiz tüketim döngüsünün nesnesine dönüşmüştür ve murad edilen doyum değil, daha çok çaresizlik hissi berkleşir(?), ruhsal doyumsuzluk kendini her fırsatta tekrar tekrar hatırlatır.
Ruhsal doyumsuzluğun çaresizliği, insanın varoluşsal bir gerçeğidir. Maddi dünya, ruhsal ihtiyaçları karşılayamaz. Viktor Frankl, “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında Nazilerin toplama kampından sağ çıkmasını ancak anlam üretip ona sarılmasıyla mümkün olduğunu söyler.
Dijital çağın getirdiği yüzeysel ve hızlı yaşam tarzının insan ruhunu kuraklaştırdığı ileri sürülebilir. Ruh kuraklaştırdıkça da derin boşluklar oluşur. Bizi tükenmiş, doyumsuz nesneler haline getiren “maddeden manayı soyma eylemi”nin birbirinden farklı izdüşümleri vardır. Küresel iklim krizine neden olan doğanın insan için tüketim nesnesine indirgenmesi; derinleşen yoksunlukların ve yoksullukların yanında hedonizmi (hazcılık) aşıp pornografiye varan zenginlik imgeleri; artan eşitsizlikler; her şeyden haberdar olup sürece dahil olamamanın getirdiği engellenme neticesinde, iradenin hiçleşmesi artık invisible doctrine (görünmez doktrin) ile kavramsallaştırılan olgunun işaretleri olarak yorumlanabilir.
Madde ve mana diyalektiği günümüz dijital çağında nasıl bir boyut kazanmakta? Dijital çağın getirdiği yenilikler, madde ve mana arasındaki diyalektiği altüst ederek üretim süreçlerinde farklı bir boyut açmakta. Dijital çağda ise yapay zeka aracılığıyla madde ve mana arasındaki ilişki daha karmaşık ve etkileşimli hale gelmekte. Artık yapay zekaya beslenen basit bir promt ile özgün içerikler üretmek, 3D yazıcılar ile ise soyut bir düşünceyi somut bir nesneye dönüştürmek olanaklı. Bu durum, insanın madde ve mana ile kurduğu ilişkiyi de kökten değiştirmektedir.
Dijital dünyada insan, maddeyi şekillendirmekle kalmayıp aynı zamanda dijital kodlar ve algoritmalar aracılığıyla da manalar üretebilmektedir. Yarattığı manaları maddi nesnelerle ilişkilendirebilmekte ve böylece insan yukarıda andığımız ilahi sözün öznesine dönüşüp tanrılaşmaktadır.
Bu durum, insanın yaratıcılık ve özgünlük algısını da kaçınılmaz olarak sorgulatır. Yapay zeka tarafından üretilen içerikler, insanın el becerisi ve sanatsal yeteneğine duyulan ihtiyacı azaltır mı? Yoksa insan, bu yeni araçları kullanarak daha yaratıcı ve özgün eserler üretebilr mi? Bu yeni bağlamda insanın madde ve manayla kurduğu ilişkiyi sorgulamak, bu ilişkinin etik ve felsefi boyutlarını irdelemek, bizi nereye götürür?
Dijital çağın sunduğu olanakları, doğa ve onun uzantısı insanın, madde ve mananın diyalektik dengesini koruyucu bir açıyla yaklaşması, bu dönüşümün anahtarları olabilir.
Maddeye aşırı odaklanmak
İnsanın geleneksel üretim yöntemlerinden koparak düşüncelerini ve yaratıcılığını daha doğrudan ve hızlı bir şekilde maddeye dönüştürebilme gücüne sahip olması, maddenin manaya olan bağımlılığını azaltırken, mananın da maddi formlar üzerindeki etkisini artırmaktadır.
Böylece, insanın madde ve mana ile kurduğu ilişkiler daha dinamik ve etkileşimli bir hale gelir ve mana, somutlaşarak maddi dünyayı şekillendirirken, madde manaya yeni anlam ve boyut katar. Bu süreç, üretimin öznel ve nesnel boyutları arasındaki sınırları bulanıklaştırarak düşünce ve fiziksel gerçeklik arasındaki etkileşimi daha karmaşık ve bütüncül bir yapıya büründürmektedir.
Öyleyse insan ne yapabilir? Madde ve mana arasına sıkışan insan bu gerilimi nasıl aşabilir? İnsan, maddeye yazılım aracılığıyla tıpkı tanrı gibi "ol, dedi ve oldu"da cisimleşen ya da somutlaşan gücünü mana ya da anlam evrenine hizmet etmeye nasıl tercüme edebilir?
Teknolojiyi sadece üretim aracı olarak görmek yerine, anlam yaratma sürecinin bir parçası olarak değerlendirebilir. İnsanın maddi üretimleri, manevi ve etik değerlere uygun olarak şekillendirme sorumluluğunu anımsatır. Teknoloji, salt bir araç olmaktan çıkarak insanın içsel dünyasını ve değerlerini yansıtan bir platforma dönüştürülebilir.
Bu dönüşüm sürecinde insan, kendi varoluşsal sorularına, değerlerine yönelebilir, teknolojiyi bu değerler doğrultusunda kullanabilir. Örneğin, bir tasarımcı, 3D yazıcıları sadece estetik açıdan güzel nesneler üretmek için kullanmak yanında toplumsal fayda sağlayacak projeler geliştirebilir.
Aynı şekilde, yapay zeka tarafından üretilen içerikler, insan deneyimini zenginleştiren, onu toplumsal bir özne olmazlığını ihmal etmeden yönlendirilebilir.
İnsanın bu süreçteki kilit rolünün, yaratıcı gücünü etik değerlerle harmanlayarak maddeyi mananın hizmetine sunmakta olduğu söylenebilir. Bu, bireysel yaratıcılığın toplumsal ve evrensel bir bağlamda değerlendirilmesiyle varlık kazanır. İnsan, madde ve mana arasındaki gerilimi aşabilir. Bunu teknolojiyi anlamlı ve amaçlı bir şekilde kullanmayı öğrenerek yapabilir. Böylece hem kendi potansiyelini gerçekleştirebilir hem de türsel özelliklerine can verecek şekilde kolektif bir değer yaratabilir.
Ne dijital teknolojiler ne de bunun bir uzantısı olan yapay zeka, insanın yaratıcılığının ve hayal gücünün yerine geçebilir.
Bu teknolojileri manaya içkinleştirmek, insanın özgün bakış açısını ve yaratıcı potansiyelini geliştirebilir. Bunlar, maddeyi şekillendirme ve manaya dönüştürme gücümüzle birlikte etik sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. Bunu gözetmek her insan tekinin sorumluluğu olsa gerek.
Maddeye aşırı odaklanmak yani biteviye tüketmenin manevi tatminsizliğe ve bunun kaçınılmaz sonucu anlamsızlığa yol açtığı aşikar. Aynı şekilde, manaya aşırı odaklanmak da maddi ihtiyaçları ve gerçekliği görmezden gelmemize neden olabilir. Madde ve mananın dengesini korumak ve ikisinin de değerini anlamak, yeni pusulamız olabilir.
Bu pusulanın yol göstericiliğinde doyma ve doyum kavramlarını ve bunların yaşamdaki izdüşümlerini görmek, ruhsal doyumsuzluğu aşmak için gerekli ama yeterli olmadığını gösterir. Doyuma dair imgelerimiz, kişisel anlamda bize problemi gösterdiği gibi ilacın adresini de gösterebilir. Doyum, bir anlam varlığı olarak insan varoluşunun temel bir parçasıdır, maddi dünyada çözülemez.
Öyleyse, belki de yapmamız gereken, manaya olan ihtiyacımızın olmazsa olmazlığı ile barışarak anlam arayışımızı besleyerek derinleştirmektir. Özneliğimizi, dijital çağın getirdiği ruhsal kuraklığa direnerek koruyabiliriz. Yaşama arzusuna rengini veren anlamdır. Yaşamı yaşatan anlamdır.
(MVB/EMK)