Alain Badiou, neoliberal kapitalizmin düşünmeden, eleştirmeden, isyan etmeden ve bir araya gelmeden yaşamada hepimizi eşitlemeye çalıştığını söylemiş, bunu da “fikirsizlik” diye özetlemişti.
Nihilist bir çağda yaşadığımızı söyleyenlerin temel yanılgısını burada aramak gerek: Neoliberal kapitalizm, hiçleşmeye dahi izin vermeyip herkesi herkesleştirmek için elinden geleni ardına koymazken hepimizi şeyleşmeye sürüklüyor ve mutluluğun burada olduğunu zihinlerimize kazıyor âdeta. Bu, bir anlamda despotizm.
Özgürlük ve güvenlik, ekonomi ve güvenlik ikilemleriyle yaşamaya zorlanan insan, kuralsızlığı bir “kural” hâline getirip âdil olmayan bir “adalet” yaratan yöneticilerin yasa tanımazlığıyla suyu bulandırdığı dünyada nefes almaya uğraşıyor. Bu da bir despotizm. Her iki durum da birbirini besliyor, birbirinden güç alıyor. Piyasayı her şeyin üstünde tutanlar ve ülkelerini şirket gibi gören ya da bir diktatör gibi yönetmeye girişenler ise kitlelerden kesin itaat bekleyince demokrasi rafa kaldırılıyor; demokratmış gibi görünen kerameti kendinden menkul yöneticilerin gücüyle şekillenen bir tahakküm sistemi ortaya çıkıyor.
Bülent Diken, Yeni Despotizm’de bu sistemin geçmişini ve bugününü incelerken çoğunluğun gönüllü olarak peşinden gittiği ve demokrasiyi sumen altı eden ya da düşman belleyen istisna siyasetini çözümlüyor.
Korku ve umut yönetimi
Eleştirisizliğin, uyumun, gücün ve muktedirlerin övgü talebinin, piyasanın ve tüketimciliğin selametinin her şeyin önünde konumlandırıldığı zamanımızda Diken, bir ayrıntıya dikkat çekiyor: “Despotların yönettiği bu dünyada despotizm sadece bir siyaset ‘sanatı’ olarak meşrulaştırılıp benimsenmekle kalmıyor, bir kült(ür) olarak da normalleştirilebiliyor.”
Kitlelere, “başarının” ve “güçlü olmanın” yolunun despotluktan ya da despot gibi davranmaktan geçtiğinin benimsetilmesi, Diken’in ifadesiyle “istisnanın norm hâline getirilişini, bir kültür olarak despotizmin sıradanlaştırılışını gösteriyor.” Hâl böyle olunca despotizm, günlük hayatı da siyaseti de kuşatıyor; despotun ayakta ve hayatta kalması, diğerlerini ya buyruğu altına almasına ya da yok etmesine bağlı olduğundan istisnai duruma kapı aralanıyor. Diken’in deyişiyle “oyun”a dönüşen bu eylemin bir arka planı var: “En arkaik anlamıyla despotizm, buyrukla -ele geçirmeye, hükmetmeye ve köleleştirmeye kararlı bir emirle- başlar. Buyruk üzerine düşünmek önemlidir çünkü iktidar, esasen emirler yağdırabilmek demektir. Her emir itaat üretecek, ‘tek kişi olsa dahi ona itaat edecek biri her zaman bulunacaktır.’ Bundan dolayı iktidar buyuramaz hâle geldiğinde çöker. Gelgelelim buyruk üzerine düşünmek, ilkelerini ayrıntılı bir biçimde açıklamak önemli olduğu kadar güçtür de çünkü buyruğun ilkesi yoktur. (...) Güçlü olan, korku yoluyla yarattığı kitleden beslenerek buyurur; ele geçme korkusuyla dehşete kapılan av ise bir kaçış hattı arar. Buyruk tam da böyle, hayvan geçmişimizden miras bir şey gibi insan toplumsallığındaki ‘en tehlikeli unsur’dur.”
Diken, farklı zamanlarda ve çeşitli biçimlerde ortaya çıkan, birbiriyle bağlantılı olan veya olmayan despotizm örneklerini incelerken “Buyruğun despotizmi nasıl kırılabilir?” sorusunu ve bunun yanıtlarını merkeze yerleştirip ayrımlara ve ortaklıklara dikkat çekiyor: “Despotizm, Hitler’in totalitarizmi, Franco’nun diktatörlüğü veya Saddam’ın tiranlığı gibi fiili biçimlere indirgenemez. (...) Klasik, erken modern veya geç modern tüm despotizmlerin ortak özelliği farklı olmasıdır. Hepsi aldatma teknolojileriyle o veya bu şekilde yasayı askıya almaya ve toplumsalı depolitize ederek korku ve umutları yönetmeye baksa da bunu her defasında ve her durumda farklı yapar.”
Eski bir kavramın, eylemin ve “canavarın” yeni biçimlerini gösteren Diken, despotizmi yasa ve yasadışılık arasındaki keyfî bir tutum ve yönetim olarak tanımlıyor her şeyden evvel. Despotik gücün sahiplenme ve yönetme arzusu, tarihin farklı dönemlerinde başka şekillerde karşımıza çıksa da söz konusu örnekleri birleştiren ve her daim antidemokratik olan bazı yönlerini hatırlatıyor: “Despotizmin tarihsel ve güncel biçimlerini birleştiren bir şey varsa o da despotizmin, gerçekten bir ilişki olması; despotun kapma (ele geçirme, el koyma) iradesi ile depolitizasyonun (ekonomi) ve rıza üretmeye yönelik bir aldatma teknolojisinin (gönüllü kulluk) birbirine eklemlenmesidir. (...) Despotik güç ancak kapabildiğini yönetir ve denetler; ‘kapma bağlantılar, düğümler ve ağlar’ yoluyla işler.”
İktidarını kötüye kullanıp yozlaşan muktedirin despotlaşma sürecini Eski Yunan’dan başlayıp günümüze dek inceleyen Diken; ahlak ve bilgelik, hesap verebilirlik ve iyilik yerine, güç ve itaat arzusunun tercih edilişinin farklı biçimlerini getiriyor karşımıza. Diğer bir deyişle ikna etme ve ikna olma; Ksenophanes’in “köleleştirme”, Platon’un ve Aristoteles’in “sapkınlık” dediği despotizmin kök salma süreçlerini…
Müşfik despotların yönetimi ya da buyruğu altındaki tebaanın, varlıklı ve mutlu olabileceğini fakat özgürlükten de eşitlikten de söz edilemeyeceğini gösteriyor bu süreçler. Bir de despotizme panzehir olma bahanesiyle demokrasiyi yıpratma meselesi var: “Yalnızca despotizm değil, onun kötüye kullanımını önlemeyi bahane ederek demokrasiyi ortadan kaldırma girişimi de siyasetin kötüye kullanılmasıdır. Âdeta bir kötüye kullanım biçimi (despotizm), diğerini (arci-politika), o da bir başkasını (para-politika) beraberinde getiriyor ve bu böyle sürüp gidiyor. Bu dizilişin, kendini bir bağ biçiminde geliştirerek despotizm meselesini her zaman gönüllü kölelik ve ekonomi ile bağlantılandırması önemli.”
‘Zorunluluk yasayı çiğnemeyi gerektirebilir’
Diken, despotik buyruğa giden yolda güç istencinin ilk sırada bulunduğunu hatırlatıyor. Bu yolculukta despot, ürettiği ve sürekli güncellediği adaletsizlikle var olurken ülkeyi âdeta evi gibi görüyor ve gücü “vazgeçilmez bir yönetim aygıtı hâline getiriyor.” Yazar bu noktada Machiavelli’nin Prens’ini anımsatıyor: “İnsanlar kişisel çıkarları nedeniyle itaat ediyorsa Prens, ‘tebaasında korku uyandırmalı, böylece ona itaat etmek her zaman tebaasının asgari kişisel çıkarına olmalıdır.’ Buna karşılık prens iki ihtimalden korkar: Dış tehditler, savaş ve iç ayaklanma, halkın nefreti. Prens bu tehditlerle mücadele ederken yasanın yanı sıra gerektiğinde olağanüstü yöntemlere, kaba güce de başvurabilmelidir. Başka bir deyişle ‘zorunluluk’, yasayı çiğnemeyi gerektirebilir.”
Diken, buradan bir sıçrama yaparak Hobbes’un güvenlik devleti tarifiyle ve insanların haklarını korkarak devrettiği Leviathan’la yüzleştiriyor bizi: “Leviathan’ın başlıca görevi itaatkâr bir tebaa yaratmaktır. İnsanlar akıl kadar ihtiraslar tarafından da yönetildiğinden ve akıl olmaksızın yönlerini kaybedeceğinden, Leviathan insani ihtirasları yönetmeli ve gerektiğinde korku yoluyla bastırmalıdır. Bu nedenle Hobbes, bir korku gösterisi olarak doğa durumu imgesine ihtiyaç duyar. (...) Hobbes’ta esasen önemli olan, bir sözleşmede ortaya konan bir iradeler toplamı olarak devlet değil, devletin şiddet tekeli ve daha da önemlisi istisnai durumlarda hukuku askıya alma kapasitesidir. Leviathan’ın egemenliği yasa koymasından değil, yasayı istisnai olarak askıya alma kapasitesinden kaynaklanır.”
Yirminci yüzyılda totalitarizm ile ete kemiğe bürünen despotizm; yasa ve yasasızlık, keyfiyet ve meşruiyet ikilemleriyle şekilleniyor; böyle bir yönetimde sosyal, siyasal ve kültürel yapılar yok edilmekle kalmıyor, toplum ayrıştırılıyor. Bir sonraki aşamada ise despot, düşmanlaştırdığı her şeyi ve herkesi ortadan kaldırmaya yönelip tarihten silme harekâtı başlatıyor; kendisini Tanrı gibi görürken kimin yaşayıp kimin öleceğine karar veriyor ve “mükemmel görünüşler dünyası yaratmaya” koyuluyor. Diken, Arendt’e atıfla bir not düşüyor: “Totalitarizm, hakikat sonrası bir durumdur. Totaliter hareket, gösteri sayesinde, fiili gerçekliğe kayıtsız kalabilir ve kendi gerçekliğini uygun gördüğü şekilde damıtabilir, bu süreçte mevcut fikirleri saptırabilir. Böylelikle de ‘demokratik özgürlükleri lağvetmek üzere’ kullanabilir. Ancak totaliter yönetimler, ‘zaten popüler’ olan fikirleri çarpıtmanın yanı sıra gerçek düşmanlıkları gizleyen, örneğin Alman ırkı ile Yahudiler arasındaki gibi sahte düşmanlıklar üzerinden toplumu kutuplaştırmaya çalışır.”
Arendt’e göre klasik despotizmde, despot kamu yararını hiçe sayarak zenginleşirken totalitarizmde ise düşmanlaştırılanlara karşı radikal kötülüğe yönelme ve onları yok etme söz konusu. Klasik despotizmde devlet ev hâline getirilirken totalitarizmde özel yaşam alanı tamamen siliniyor.
Güvenlikle paranteze alınan özgürlük
Korkutmayla ve kuralsızlıkla şekillenen, “güvenliğin” öne çıkarıldığı despotizmin yeni sürümünde demokrasi için, insan hakları için ve dünyayı despotlardan korumak için istisna kural hâline getirilip güvenlik siyasetinin sınırları kolayca genişletilebiliyor. Dolayısıyla terör ve karşı-terör ilişkisi bu; Diken’in ifadesiyle “küresel toplumun ürettiği terör”: “Bize güvenliğin bir zorunluluk olduğu, potansiyel bir felaket olarak terör tehdidi yerine onun ehvenişerliği konusunda güvence veriliyor.”
Ayrımların ve farklılıkların yok edilmeye uğraşıldığı, egemenlerin hukuka hâkim olabilmek için hukuk dışında konumlandığı çağımızda yeni despotizm hüküm sürüyor. Peki, nedir bu yeni despotizm? Diken’in deyişiyle despotik buyrukla insanlara boyun eğdirilip itaati şart koşan bir sistem: Sınırları olmayan istisna kültürü içinde kök salan, kendisini artık gizleme gereği duymayan ve ihlalin “kurala” dönüştürüldüğü bir idare tarzı. Neoliberalizmin düsturu olan tamamen ekonomikleşmiş toplumsal düzenle kendini bulan ve insanların geleceğini ipotek altına alıp politikayı bastıran, korkutmayla ve muhalefet korkusuyla şekillenen, yazarın ifadesiyle “despotun güvenlik emrinin onun güvenliğiyle eşanlamlı olduğu”, “özgürlüğün bir yüke dönüştüğü”, “kendisini halkın vücut bulmuş hâli” diye niteleyip elindeki gücü kötüye kullanmaya teşne kişilerin omzunda yükselen, üyelerini tüketici olarak görüp tüketmeyenlerin dışlandığı, hemen herkesin depolitize edilmek istendiği ve bireyselleştirilmiş toplum mottosuyla yol alan bir yönetim biçimi…
Uzun lafın kısası Diken, çalışmasında despotizmin neden her zaman yeni despotizm olduğunu, tarihsel ve felsefi bağlantılar kurarak anlatıyor. Farklı zamanlarda farklı şekillerde karşımıza çıkan despotik buyruğun nedenlerini ve sonuçlarını da… (AB/TY)