Tarih, eylül ayının başları. Bisikletimle vapura binip, Kadıköy'den Karaköy'e geçtim. Taksim'e çıkmam gerektiği için de Tünel'e gittim. Çünkü Taksim Tünel Meydanı'na Karaköy'den gidebilmek için yolda yeterli can güvenliğim yok, ayrıca o rotanın topografik şartları da benim için bisiklet kullanılması mümkün olmayan bir eğimde. Sonuç olarak o gün, hiç bir sıkıntı yaşamadan, akbilimi bastım, bisikletim için kapı açıldı ve ben Tünel'e bindim.
Bu olayın ardından iki hafta sonra, tekrar aynı rotayı izlemek üzere bisikletimle evden çıktım. Vapurla Karaköy'e geçtim. Vapurdaki görevliler çok ilgililer ve herhangi bir saygısızlık yapmıyorlar. Hatta vapura bisikletle binmek serbest ve yasal olmasına rağmen, bisikleti bırakmak için özel bir yer yok olmadığı için -yeni vapurlarda bile- sizinle ve bisikletinizle ilgilenmek zorunda kalıyorlar. Yine vapurun ardından Tünel'e yöneldim. Ancak bu sefer binmem mümkün olmadı. Alamayacaklarını ve yasak olduğunu söylediler. Daha önce bindiğime göre bu seferkinin keyfi bir uygulama olduğunu ve yetkili biriyle görüşmek istediğimi söyleyince, beni yetkili kişiyle görüştürdüler. Aynı konuyu onlara da anlattım. Bu kadar kötü bir trafiği olan bir şehirde hayatımı kolaylaştırabilmek için bisikletle seyahat ettiğimi ve daha önce binebildiğim için de bunun keyfi bir uygulama olduğunu ilettim. Neyse ki nefes almadan uzun ve can sıkıcı cümleler kurabiliyorum. Bana kapıyı açtılar, ancak uyarılarını da yaptılar: "Bu seferlik geçmenize izin veriyoruz, yoksa yasak."
Neden yasak olduğunu gerçekten bilmek ve anlayabilmek istedim. İETT'nin sayfasından hem bilgi edinme kanunu hakkım üzerinden hem de halkla ilişkiler üzerinden talepte bulundum. Önce yapılan uygulamaları, farklılıklarını ve neden keyfi göründüklerini anlattım. Bir yerel yönetimin en temel işlevinin kentliler için hizmet sağlamak olduğunu ve bunun da kentin ulaşım sistemlerinde kullanıcı yani kentlinin en kolay erişebilir, güvenli ve ekonomik şekilde sağlanması gerektiğini yazdım. Hali hazırdaki ulaşım sistemimizin de toplu taşım hizmetlerimizin de yetersizliği üzerinden kolaylaştırıcı bir araç seçtiğimi ve şehir içerisinde mümkün olduğunca bisiklet ile ulaşımımı sağlamaya çalıştığımı, ancak yolların ve anlayışın henüz hazır olmadığı şu zamanda buna destek olacak toplu taşım araçlarını da kullanmak zorunda kaldığımı anlattım. Sonunda da bu yasağın hangi yasal yönetmelik, kanun, karar, vesaireye dayanarak uygulandığını öğrenmek istedim.
4 gün sonra cevap geldi (aynen değiştirilmeden yayımlanmaktadır).
18 Eylül 2009
Değerli Yolcumuz Ece Aksakoglu,
İETT'ye yaptığınız başvuru incelenmiştir;
Bilindiği gibi toplu taşıma araçları,insanların birlikte kullandığı taşıtları asgari düzeyde kullanarak diğer yolculara rahatsızlık vermeden faydalanmalarına imkan verir. Çok yoğun yolcusu olan ve günün her saatinde tercih edilen Tünel araçları, yerli ve yabancı turistlerin de sıkça kullandığı bir ulaşım aracıdır. Büyük ebatlı ve fazla yer kaplayan eşyalarda bile çok fazla şikayet alındığı için sadece bebek pusetleri ve tekerlekli sandalye kullanımına imkan sağlanabildiği, bunun dışında kesinlikle bisiklet, hayvan ve eşya taşınmasının mümkün olmadığını saygılarımızla bildiririz.
"IETT Halkla ilişkiler"
Dayanmak mümkün mü böyle bir cevaba? Benim için değil; değil ki tekrar cevap yazdım. Öncelikle toplu taşıma araçlarındaki yoğunluğu azaltmak adına benim bisiklet kullanmamın mantıklı olduğunu, çünkü şehir içinde bisikletle seyahat etmem halinde, bir çok toplu taşım aracından bir kişinin eksileceğini yazdım. Bunun için teşvik edilmem gerekirken engellendiğimi bildirdim. Ayrıca bisikletin tünel gibi araçlarda nelere kıyasla, ne kadar daha az yer kapladığını da ekledim.
Cevabımı alamadığım sorumu ikinci kez sordum: "Bu uygulama hangi yönetmelik ya da resmi yazılı bir belgeye dayanılarak uygulanmaktadır?" ve ekledim, "bunu bilmek bir kentli olarak hakkım."
Bunun keyfi bir uygulama ve düşünülmeden konmuş bir yasak olduğu gönderilen gayrıresmi yazıdan da kolaylıkla anlaşılıyor diye düşünüyorum. Madem şikayet üzerinden gidiyoruz, kararlar şikayet sayısı üzerinden değerlendiriliyor, o zaman bu konudaki şikayet sayısını ve şikayetleri de bilme hakkımız var. Sonuçta bu kentte karar mekanizmalarının nasıl işlediğine dair kısıtlı da olsa fikirlerim var ancak onların da çok olumlu olduğunu söyleyemem. Sonuç olarak kentte bisikletle ulaşıma teşvik etmek yerine bunu mümkün olduğunca olanaksız kılmaya çalışan bir politika anlayışı olan bir yönetimden bahsediyoruz. Kararların nasıl alındığını bu kentte yaşayan bir yurttaş olarak bilmek ve o süreçlere dahil olmak istiyorum. Bu nedenle de olası karar mekanizmasının bir aracı gibi görünen şikayet ve çoğunluk üzerinden alınan kararlara benim de müdahil olma hakkımı kullandım ve şikayetlerin sayısına ve içeriklerine dair bilgi talebinde bulundum.
Ne yazık ki bu kadar çaba yine boşa, yine boşa... Gelen yazı yine gayrıresmi, yine sorularıma cevap içermiyor ve yine hiç bir yasal dayanağı olmayan keyfi uygulamalardan bahsediyor. Buyurun aynen aşağıda:
29 Eylül 2009
Değerli Yolcumuz ece aksakoglu,
İETT'ye yaptığınız başvuru incelenmiştir;
Bisiklet tekerlekleri ve pedalları, olumsuz hava şartlarında çamuru vagona taşımakta olup, yolcuların üzerini pislettiğinden şikayet konusu olmaktadır. Tünel yolcularının aracı kaçırmamak için zil sesini duyar duymaz vagona atlamaları ufak tefek kazalara da meydan vereceğinden araçlarımızda bisiklet taşınması arzu etmemize rağmen mümkün görülmemektedir.
"IETT Halkla ilişkiler"
Gözlerim çaresizlik hissiyle kocaman açıldılar. Hatta bir ara ağzımın bile açık kaldığını fark ettim. Yolcu kıyafetlerini pislettiğinden bisikletlerin alınmaması gerekçesi beni, bu şehirde ne kadar kötü seçimler yaptığımıza dair ikna etti. Anlatmanın bir yolu olmalıydı ama nasıl? Halen bir yasal dayanaktan bahsedilmediği gibi bir de üzerine hizmet anlayışlarının üst baş korumaktan ibaret olduğunu da hiç çekinmeden yazabilmişlerdi. Son bir gayret ve ümitle yılmadan bir e-posta daha gönderdim. Üçüncü kez aynı bilgiyi ve bir önceki e-postamda sormuş olduğum şikayetlerle ilgili soruyu tekrar sordum, tekrar aynı bilgileri talep ettim. "Arzu et-me-mek" ve "mümkün gör-me-mek" gibi eylemlerin haricinde resmi bir cevap talebiyle bir kez daha sordum.
Son e-postamın tarih 30 Eylül 2009. Bugün halen bir yanıt alamadım.
Şimdi aklımda daha çok soru ve kaygı var. Yaşadığımız kent İstanbul'a dair politikalar keyfi uygulamalarla mı şekilleniyor? Bu kenti kim yönetiyor? Sadece yerel yönetimin organları, kurum ve kuruluşlarının içinde olduğu ve keyfi uygulamalardan oluşan bir yönetim mekanizması mı, yoksa kentlinin de içinde olduğu katılımcı, ekolojiyi önceliklerinden gören ve demokratik uygulamaların yer aldığı başk bir mekanizmayla mı yaşıyoruz? Bunu sadece bir bisiklet örneği olarak görmemek gerekli çünkü bu anlayış kentteki tüm uygulama ve politika alanlarında geçerli. Bunu İstanbul ve İstanbulluların başına gelenlerden görmek mümkün. Bisiklet gibi küçük bir örnekten üçüncü köprü, Haydarpaşa, Sulukule, Tarlabaşı gibi eşitlik, adalet ve hakkın en değersiz kılındığı büyük projelere kadar...
Geçmiş olsun demeden birbirimize, bir şey söylemek, eyleme geçmek gerekliliği ortada. Daha yaşanabilir ve kentliye saygı duyulan bir kent dileğiyle... (EA/TK)