Danimarka'daki tüm mülteci dosyalarının yüzde 60'ını oluşturan insani sebeplerle sığınma hakkı tamamen ortadan kaldırıldı, yerine, Cenevre Konvansiyonunda öngörülenle sınırlı bir mültecilik tanımı getirildi.
Dönemin Danimarka Adalet Bakanı Lene Epersen, 10 Mayıs 2008'de Ritzau adlı ulusal Danimarka gazetesine verdiği bir röportajda, Danimarka'nın ilgili ülkelerden doğrudan veya AB kanalıyla alacağı diplomatik güvenceleri yeterli sayarak sığınma talebiyle o ülkeden Danimarka'ya gelmiş olan yabancıları ülkelerine geri gönderme planını uzun uzun anlattı.
28 Haziran 2008 tarihinde Epersen'e mektup gönderen Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), 2005 yılının Mayıs ayında, aralarında uluslararası insan hakları STK'leri ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri, BM İşkence Özel Raportörü, BM İşkence ve Kontr-Terörizm Özel Raportörü, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi Kanun yoluyla Demokrasi Komisyonu ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin de bulunduğu uzman kurumlar ve kişilerin bu tarz diplomatik güvencelerin hiçbir anlamı olmadığını bir raporda yazılı olarak dile getirdiklerini belirtti. Irak'ın hala dünyanın en tehlikeli yerlerinden biri olduğunun altını çizdi. Danimarka hükümeti, bu mektuba yanıt dahi vermedi.
Mayıs 2009'da, Irak'ın işgali sırasında ve öncesinde ülkeye sığınan ve yıllardır Danimarka'da yaşamalarına rağmen mültecilik başvuruları reddedilmiş olan Arap ve Türkmen kökenli bir grup Iraklı'nın ülkelerine iade edilmeleri gündeme geldi. 13 Mayıs 2009'da Danimarka ve Irak toplam 270 mültecinin "kendi iradeleri dışında da olsa" iadesi için bir anlaşma imzaladı.
O dönemde, ulusal basın, Danimarka'nın, Irak'ın anlaşmayı kabul etmemesi durumunda bu ülkeye ekonomik yardımları kesme tehdidinde bulunduğu öne sürdü. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, bu antlaşmanın uluslararası iltica anlaşmalarına aykırı olduğunu açıkladıysa da, Danimarka hükümeti anlaşmayı uygulayacağını duyurdu ve ilk etapta 161 Iraklı mülteciyi zorla sınır dışı etme kararı aldı.
Sınırdışı kararlarının tebliğ edilmesinin ardından, yaklaşık 6,5 yıldır Danimarka'da mülteci merkezinde yaşayan 60 kadar Iraklı mülteci, yıllardır bu ülkede yaşayıp iş güç kurduklarını, çocuklarının da Danimarka'da doğup büyüdüğünü ve okula gittiğini savunarak, iade edilmemek için önce Vor Frue adlı küçük bir kiliseye, daha sonra Nørrebro semtindeki Brorsons kilisesine sığındılar. O dönemde uzun süre ulusal basına haber olan bu sığınma hadisesi sırasında, kilisenin rahibi ve icra kuruluyla, Danimarkalı gönüllülerden de destek alan mülteciler, kendilerine oturum izni verilene kadar kilisede kalacaklarını açıkladılar. Mültecilerin kiliseye sığınmalarının haber olduğu günlerde İltica, Göçmenlik ve Entegrasyon İşleri Bakanı Birthe Rønn Hornbech, yaptığı açıklamalarda önce "Müslüman Iraklılar neden camiye değil de kiliseye sığınıyorlar? Ne yaparlarsa yapsınlar sınır dışı edilecekler" dedi.
4 Haziran 2009'da UNHCR, Danimarka hükümetini eleştiren sert bir bildiri yayınladı. Bildiride, Irak'ta insan hakları ve can güvenliği konusunda yeterli ilerleme sağlanamadığından hareketle, 161 mültecinin Irak'a geri gönderilmesinin risk taşıdığı, kendi rızalarıyla Irak'a dönmek istemedikleri sürece mültecilerin zorla sınırdışı edilmemesi gerektiği açıklandı. UNHCR aynı bildiride, Irak hükümetini de daha önce verdikleri sözleri yerine getirmek için yeterince çaba sarf etmedikleri ve ülkelerine geri dönen mültecilerin hayat garantisini sağlamakta yetersiz kaldıkları için eleştirdi. Aynı dönemde, 110 rahip de Bakan Hornbech'e bir mektup yazarak, Danimarka hükümetinin Irak hükümetini anlaşmayı kabule zorladığını iddia ederek, haklarında sınırdışı kararı alınmış Iraklı'lara insani açıdan mülteci statüsü verilmesini istediler. Ancak Hornbech, UNHCR'nin eleştirilerini ve rahiplerin isteğini "Özerk bir kurum olan Danimarka İltica İdaresi'nin kararlarına müdahale etmek istemem" diyerek geçiştirdi.
Anlaşma kapsamında, ilk 6 kişi Haziran sonunda, 7 kişi de 6 Ağustos'ta Irak'a iade edildi.
Kopenhag Polisi, 13 Ağustos gecesi Brorsons kilisesine baskın düzenledi. Gece yarısı 01:30'da kilise önünde 150 polis toplandı.
Kiliseye sığınan Iraklı mültecilere destek olmak üzere kurulmuş bir STK olan Kilise Sığınmacıları Derneği gözlemcisi olarak kilisede bulunan Misja Krenchel'in ifadesine göre bir dakika içinde yaklaşık 30 polis kiliseye girdi ve tüm girişleri tuttu. Iraklılar, sandalyeler ve mumlukları kapıp, kendilerini savunmak üzere sunağın önüne toplandılar. İki saatlik gergin tartışmalardan sonra, herhangi bir olay çıkmadan sığınmacılar polise teslim oldular, polis sadece, sayıları 19 olan, erişkin erkekleri gözaltına aldı. Polisin çocuk ve yaşlılara dokunmadığı öğrenildi.
Kilise baskınının SMS'ler ile duyurulması sonucu, kilise önüne toplanan 300 kişilik bir grup, kiliseden çıkarılan 19 Iraklının Sandholm mülteci kampına götürülmek üzere bindirildiği polis otobüsünün önünde önce bir insan zinciri kurdu, bu işe yaramayınca sonra oturma eylemine başladı. Toplum polisi, oturan kalabalığa biber gazı ve cop kullanarak çok sert bir biçimde müdahale etti. Polisin aşırı şiddet kullanarak yaptığı müdahale, tesadüfen görüntülendi.
Polisin orantısız güç kullanması sonucunda göstericilerle polis arasında başlayan ve sokak aralarında devam eden çatışmalar sabah 05:00 sularına kadar sürdü. 5 protestocu tutuklandı. [3,5] Internet'te yayınlanan görüntülerde toplum polisi tarafından savunmasız yerde yattığı sırada 8 kere coplandığı tespit edilen ve dövülmesinden dolayı resmi olarak şikayetçi olan Christina Søndergaard, Danimarka TV2 muhabirine "Biz barışçıl bir oturma eylemi yapıyorduk, polis bizi taşıyarak yolu açar diye düşündüm" dedi. Olayı hafife alan Kopenhag Emniyet Müdürü, ertesi gün Søndergaard'ın şikayetine ilişkin bir soruya cevaben "Bırakın, kime isterlerse şikayet etsinler" açıklamasında bulundu.
Danimarka'da polisin sertliği de, buna karşı dava açmaya çalışanların, Emniyet Teşkilatınca açılan karşı davalarla yargı sürecinde nasıl haklıyken suçlu durumuna düşürüldüğü de, Amnesty International raporlarına sıklıkla geçen bir olgudur. Polis elinde en son ölüm vakası 14 haziran 2002 tarihinde tutuklanan 21 yaşındaki Jens Arne Ørskov Mathiasen'in ölümüdür. Polise göre polis aracında "asilik" yacında, araçtan indirilen genç, elleri arkadan kelepçeli halde dört memur tarafından zorla bir kaldırıma yüzüstü yatırılır ve bu mücadele sırasında ölür. 17 haziran 2002'de verilen adli tıp raporu evlere şenlikti: Ørskov Mathiasen'in aşırı direnmesi sonucu ortaya çıkan hiperajitasyonu, kullandığı alkol ve ecstacy ile birleşince genç adam akut kalp krizi geçirerek ölmüştü. Daha sonra yapılan otopsilerinde genç adamın ecstacy kullanmadığı saptandı. Üstelik hem Danimarkalı hem de uluslararası hekimler, çok ender olan ve speed ya da amfetaminlere bağlı gelişen olgular dışında hiç karşılaşılmayan ölüm sebebine ("hiperajitasyon sonucu akut kalp krizi") itiraz ettiler. Ancak savcılık mahkemeye dava için yeterli sebep görmediğinden, dava dosyasını kapattı.
Brorsons Kilisesi Başrahibi Per Ramsdal, şiddet olayları nedeniyle polisi suçladı. "Polis, bana konunun soğukkanlı, uzlaşmacı bir üslupla ele alınacağına söz vermişti" diyen Ramsdal "Ancak polis baskında son derece vahşi ve saldırganca davrandı ve kilisede büyük bir kaosa yol açtı. Üstelik kilisenin bir bölümü de harap oldu" dedi. Ramsdal ayrıca baskın ile kilisenin kutsal bir yer olduğu ve buraya sığınanların zorla götürülemeyeceği şeklindeki yazılı olmayan kuralın da ihlal edildiğini sözlerine ekledi. Ertesi gün polisin açıklamalarına göre 12,000, diğer kaynaklara göre 20 ila 25,000 kişinin katıldığı protesto gösterilerinde Ramsdal ilk konuşmayı yaparak "Polisin zorla bir kiliseye girebilmesi ve zavallı birkaç sığınmacıyı bu denli zorbalıkla, güç kullanarak gözaltına alması, benim tahayyülümün çok ötesinde. Bu operasyonun bu denli vahşice yapılmış olması da tüyler ürpertici" dedi.
Kızıl-Yeşil Birleşik Liste (Enhedslisten) Kopenhag milletvekili Johanne Schmidt-Nielsen; aynı toplantıda yaptığı konuşmada, mecliste defalarca soru önergesi verip, Bakan Hornbech'e ülkelerine geri gönderilecek Iraklı göçmenlerin döndüklerinde can güvenliklerinin nasıl sağlanacağı konusunda verilen garantilerin içeriğini sorduğunu, ancak bakandan herhangi bir cevap alamadığını açıkladı. Århus, Ålborg, Odense and Svendborg'da da benzer gösteriler yapıldı.
Kopenhag Polis sözcüsü Flemming Steen Munch, polisin yukarıdan gelen bir emirle harekete geçtiğini savundu. Operasyonun bir baskın olmadığını iddia eden Much, polisin kiliseye önce düz üniformayla girdiğini, ancak direnişle karşılaşınca özel toplum polisi teçhizatını kuşanmak zorunda kaldığını söyledi. Konu ile ilgili bir değerlendirme yapan Bakan Hornbech ise polise kiliseyi boşaltmaları için emir vermediğini söylerken, polisin müdahalesini "talihsiz fakat gerekli bir operasyon" olarak tanımladı.
Polisin kiliseye girerek Iraklı mültecileri zorla gözaltına alması, Danimarka'daki kiliseleri de ikiye böldü. Bir kısım piskopos insani gerekçelerle, çocukları Danimarka'da doğup büyüyen, okula giden Iraklı mültecilere sığınma hakkı tanınmalıydı derken, diğer piskoposlar kiliseyi işgal eden Iraklılara karşı cephe aldılar.
Danimarka İnsan Hakları Konseyi üyesi ve Århus Episkoposu Kjeld Holm da Kristeligt Dagblad gazetesine verdiği demeçte, polisin bu eyleminin çocuklarından zorla ayrılan Iraklı mültecilerin insan haklarına bir tecavüz olduğunu savundu. Viborg Episkoposu Karsten Nissen, politikacıların daha esnek olabileceğini ifade ederek, çocuklu ıraklılara Norveç ve İsveç örneğindeki gibi oturma izni verilebilirdi dedi. Kopenhag Episkoposu olması beklenen Peter Skov-Jakobsen de, çocuklu ailelere kalıcı oturma hakkı verileceğini umduğunu ifade etti.
Helsingør Episkoposu Lise-Lotte Rebel ise durumun üzücü olduğunu, ancak kilisenin de sığınmacılar tarafından suistimal edildiğini iddia etti. Fyn Episkoposu Kresten Drejergaard de Iraklıların işgal ettikleri kilisede kalmalarına bugüne kadar göz yumulmuş olmasının kabul edilemez olduğunu açıkladı. Ribe Stift Episkoposu Elisabeth Dons Christensen, kiliselerin kanunlardan kaçmak veya yasal kararların uygulanmasını erteletmek için kullanılmasına karşı uyanık olunmasını istedi.
Århus Üniversitesi Teoloji Fakültesinden Dinsel Kanunlar ve Kilise Tarihi uzmanı Per Ingesman ise olayı teknik açıdan yorumlayarak, yetkililerin kiliseye girememeleri için yasal herhangi bir engel olmadığını belirterek, "Kilise kutsal bir sığınak değildir. Danimarka kanunlarında böyle bir tanım mevcut değil. Kilise bir kamusal alandır ve polisin içeri girmesini önleyecek hiçbir sebep yok. Kiliseler kanunla bu tip bir koruma altında değildir" dedi.
Sosyal Demokratların (SD, Socialdemokraterne) Genel Başkanı ve ana muhalefet partisi lideri Helle Thorning Schmidt "Iraklı mültecilere sığınma verilmemiştir ve ülkeyi terk etmeleri gerekmektedir. Polis de kiliseyi boşaltmak için gereken neyse onu yapmıştır" diyerek polisin müdahalesini bütünüyle desteklediğini, aşırılığa giden göstericilere Danimarka'da yer olmadığını ve sığınma başvurusu reddedilenlerin Danimarka yasalarını çiğnemeye kalkmalarının kabul edilemez olduğunu açıkladı. Bazı durumlarda başvuruları reddedileli 7 yıl olmuş bu kişilerin kusuru sadece kendilerinde arayabileceklerini söyleyen Schmidt, sığınma başvurusu reddedilenlerin ne olursa olsun ülkeyi terk etmek zorunda olduklarını söyledi. Radikal Sol'un (RV, det Radikale Venstre) Helsingør kentinde düzenlediği bir toplantıda konuşan Schmidt, "iktidar olmamız halinde, mülteci politikaları konusunda herhangi bir yumuşamaya gitmeyeceğiz. Radikal Sol bizimle aynı fikirde olmayabilir, ama Sosyalist Halk Partisi de bizimle aynı fikirde" diye konuştu. Bünyesinde sol yeşilleri ve sosyalistleri toplayan Sosyalist Halk Partisi (Socialistisk Folkeparti) lideri Villy Søvndal, son yıllarda mülteciler konusunda aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi (Dansk Folkeparti) çizgisine kaymakla eleştiriliyordu.
SD eski Genel Başkanı, Avrupa Sosyal Demokratlar Birliği Başkanı ve NATO Genel Sekreteri Poul Nyrup Rasmussen, polisin kiliseye yaptığı gece yarısı baskınını sert bir dilde eleştirerek operasyonu "yardıma ihtiyacı olanlara karşı insanlık dışı uygulama" olarak niteledi.
Adalet Bakanı Brian Mikkelsen ise Rasmussenin açıklamalarına gönderme yaparak, "Sanırım, güç kullanmamayı tercih ederdik. Ama bireylerin ülkenin kural ve kanunlarına uymaları esası üzerine inşa edilmiş demokratik bir toplumda yaşıyoruz. Sırf bir kiliseyi işgal ettiği için kimseye ayrıcalıklı davranılamaz." diyerek baskını savundu. [10, 11, 13] Schmidt de, artık Rasmussen'in milletvekili olmadığının altını çizerek, "Rasmussen'in eleştirisi partimizi bağlamaz, kendisini bağlar.. Bazı partililer polisin baskını gece yarısı yapmasına tepkili olabilirler, ama partimizin parlamento grubu polisin müdahalesinin gerekli olduğunu görmüştür. Sığınma alamayan mültecilerin geri gönderilmesi gerekir" açıklamasıyla selefine karşı çıktı.
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Irene Khan, 15 Ağustos'ta kuruluşun 70 ülkeden şubelerinin katıldığı uluslararası toplantı için bulunduğu Türkiye'den yaptığı çağrıda, Danimarka hükümetinin gözaltına alınan 17 ıraklı mülteciyi derhal serbest bırakmasını ve 282 Iraklı mültecinin dosyalarının yeniden ele alınmasını istedi.
Bu arada Sandholm mülteci kampında Irak'a iade edilmek üzere tutuklu bulunan 19 Iraklının avukatları, müvekkillerinin 13 Ağustos'tan bu yana açlık grevine başladıklarını ve sonuna kadar bu eylemi sürdüreceklerini açıkladı.
Muhafazakar Halk Partisi (Det Konservative Folkeparti) Genel Başkanı, Ticaret ve Endüstri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Lene Espersen, "Danimarka'ya ve Danimarkalı değerlerine karşı en büyük tehdit, Müslümanlardan gelmektedir." diyerek şöyle devam etti: "Müslümanların çoğunun Danimarka iş pazarında yer almalarından bir şikayetim yok, ama bu sorunu çözmüyor. Sorun çalışanların da Danimarka toplumunun bir parçası olmamaları, o yüzünden bu pek işe yaramıyor. İşe gidip paralarını kazanıyorlar, ama eve geldiklerinde Arap ve Pakistan televizyonu seyretmeye devam ettikleri sürece Danimarka toplumuyla iletişim kuramıyorlar."
Espersen, çözümün Müslümanlara zorunlu olarak "Danimarkalılık değerleri"nin öğretilmesi politikasının güçlendirilerek sürdürülmesinden geçtiğini iddia etti.
Bu arada, Danimarka ile Irak arasında sığınma başvuruları kabul edilmeyen sığınmacıların geri gönderilmeleri konusunda da belirsizlik ortaya çıktı. Irak Hükümeti, Danimarka hükümeti ile yaptığı anlaşmanın maddeleri arasında ülkesine geri dönmek istemeyen Iraklı mültecileri kabul etmek olmadığını açıkladı. Hükümetin web sitesinde yer alan bilgiye göre Başbakan Nuri el Maliki, "Geri gelmek istemeyen mülteciler hakkında böyle bir anlaşmamız yok" dedi.
Irak'ta Ne Olmuştu?
Dünyanın en önemli tıp dergilerinden İngiliz The Lancet tarafından yayınlanan bir araştırmaya göre, ABD ve İngiltere'nin başını çektiği bir operasyonla 20 Mart 2003 tarihinde Irak'ın işgaline bağlı olarak, Temmuz 2006 itibarıyla, 655,000 kişinin öldü. Ölenlerin %99'u sivildi. [22] 2008 yılı itibarıyla ölenlerin sayısının 1,000,000 civarına ulaştığı düşünülüyor. [23] Bu savaş sonucu, 1,500,000 kişi ülkenin başka yerlerine göç etmek zorunda kalırken, 2,000,000 kişi de mülteci olarak yurtdışına kaçtı. Ülkeden kaçanlar, ağırlıkla Avrupa Birliği ülkelerine sığındılar. O dönemde başbakanı Poul Nyrup Rasmussen olan Danimarka, ABD, İngiltere ve Polonya ile birlikte Irak işgaline baştan asker veren 4 ülkeden birisidir.
O sebeple daha fazla Iraklı mülteci alması konusuna uluslararası bir baskı vardır. Ancak, sığınmacıların neredeyse hepsinin Müslüman olması, Danimarkalılar için en büyük olarak algılanmaktadır.
Danimarka'da Yükselen Yabancı Düşmanlığı
Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) tarafından 16 Haziran 2000 tarihinde yayınlanan ECRI (2001) 4 numaralı ikinci Danimarka raporunda şu satırlar yer alıyordu:
"Danimarka'da özellikle göçmenler, sığınma talebinde bulunanlar ve mülteciler ırkçılığa ve ayrımcılığa hedef oluyor. Özellikle Somalililer ve Müslüman olarak algılananlar bundan en çok etkilenenler olmakta." Denildikten sonra ilerleyen sayfalarda devam ediliyor "Gazeteciler, politik şahsiyetler ve aydınlarlar gibi kamuoyu oluşturan kişiler tarafından Müslümanlar hakkında önyargılar, kötü örnekler, aşırı genellemeler ve yanlış fikirler yayılıyor. Bunun sonucunda Müslümanlar ikâmet, iş ve kamuya açık alanlar konusunda ciddi problemler yaşıyor. İbadet konusunda da bazen idarî bazen de bireysel engellemelere maruz kalıyorlar. Bazı medya organları sansasyon yaratmak amacıyla yabancıların veya azınlıkların karıştığı olayları önyargılı ve abartılı biçimde lanse ediyor. Danimarka vatandaşlarının karıştığı olaylarda aynı tutum gözlenmiyor. Nüfusun yzüde 7'sini yabancı asıllıların oluşturduğu Danimarka'da etnik ve dinî çeşitliliğin artması, medyanın olumsuz tavrı sonucunda Danimarka'nın kültürel ve dinî homojen yapısına karşı bir tehdit olarak algılanıyor..."
Martin Burcharth, 12 Şubat 2006'da New York Times'da yayınlanan bir yazısında, Danimarkalıların bu İslam ve göçmen karşıtı bakışını şöyle anlatır:
"Danimarka'nın 'Sosyal Demokrat yönetimler sayesinde demokrasinin ve demokratik hoşgörünün zirvesi' olduğuna dair global bir inanç vardır. 1943 yılında, Danimarkalı Musevilerin neredeyse tamamının, savaşa katılmayan İsveç'e kaçırarak toplama kamplarından kurtararak bu ününü perçinlenen Danimarka'da bu inancın aslında sadece bir efsane olduğunu söylemek mümkün. Biz Danimarkalılar, yıllar içinde giderek daha fazla yabancı düşmanı olduk. [Muhammed'e ilişkin] Karikatürlerin basılmasının sansür ve düşünce özgürlüğüyle bir ilgisi yoktu. Bunu Danimarka'daki Müslüman olan her şeye karşı dirençli bir düşmanlık atmosferinin bilincinde değerlendirmek sağlıklı olacaktır. 5,4 milyon nüfuslu Danimarka'da topu topu 200,000 Müslüman vardır, ama bundan 40 yıl önce, ülkede hemen hiç Müslüman yoktu. O sebeple, pek çok Danimarkalının İslam'ı Danimarka kültürüne karşı bir tehdit olarak gördüğüne şaşmamalı. Müslümanlara 20 yıl boyunca Danimarka'da cami yapma izni verilmedi. Halihazıra Danimarka'da bir Müslüman mezarlığı a yoktur ve Müslüman mezarlığına gömülmek isteyenlerin cesetleri, ülkelerine geri gönderilmek zorundadır.
2006 yılında Danimarka Kültür İşleri Bakanı Brian Mikkelsen, akademisyenlere, sanatçılara ve yazarlara, Danimarka sanatının 'incil'ini oluşturmaları teklifini götürdü. Görünürdeki hedef Danimarka'nın yerli malı kültür hazinelerini korumaktı. Ancak Bakan, bu çalışmanın yayınlanmasından hemen önce, ağzındaki baklayı çıkardı: Hazırlanan eser, Danimarka'da İslam'ın etkisine karşı son bir sur çekebilmek için kullanılacaktı. Milliyetçi Halk partisi toplantısında yaptığı konuşmada. 'Danimarka'da azınlıkların kendi Ortaçağ değerleri ve demokratik olmayan görüşleri ile yarattıkları bir paralel toplumun ortaya çıkışına şahit olduk. Bu eser kültür savaşımızın yeni cephesi.'
Muhammed karikatürlerine karşı sokak gösterileri olduğunda, Danimarka basını ve halkının büyük çoğunluğu, bu gösteriyi düzenleyenlerin Danimarka vatandaşlığının tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini savundular. Danimarka'da olan tek tuhaf şey bu değildi tabi. Gösterilerde bayrak yakılmasından sonra, basının bir kısmı, Danimarka bayrağındaki beyaz haçı bir kutsal imge olarak algılamaya ve sunmaya başladı. Sadece nüfusunun yüzde 3'ünün kiliseye gittiği bu Avrupa'nın en laik ülkesinde, bir anda ulusal bayrak başka bir inanç sistemine karşı bir simge haline getirildi. ..."
Özellikle 11 Eylül'den sonra, Avrupa Birliği illegal göçmenlerle savaşı El Kaide ile savaşmak olarak algılamaya başladı. 1995 yılında Pia Kjaersgaard tarafından kurulan Danimarka Halk Partisi, göçmen yasalarının sıkılaştırılması ve tüm mültecilerin ülkelerine iade edilmesi kampanyasını başarıyla yürüterek parlamentoya girdi. İlginç bir şekilde, parti programı ve söylemi Fransız Ulusal Cephesi ile paralel olmasına rağmen, Danimarkalılığın getirdiği "ben ırkçı olamam, değilimdir" inancıyla Kjaersgaard 1998 yılında Politiken gazetesine verdiği bir röportajda şöyle diyordu:
"'Irkçı olmak bir suç, korkunç bir şey ve hakkında okuduklarımdan dolayı Fransa'daki Jean-Marie le Pen'den hoşlanmıyorum. Ama Müslümanların bir sorun olduğunu düşünüyorum tabi. Sizin ve benim gibi iyi insanlar onlar da aslında. Ama Hristiyan bir ülkede bu denli fazla Müslüman olması bir sorun. Bir zamanlar Yahudiler de vardı, onlar da iyi işler yapmışlardı aslında."
Bu söylemle 1998 yılında girdiği ilk seçimlerde yüzde 7,5 oy alarak 13 milletvekilliği kazandı.
2005 Şubat seçimlerinde oy oranı düşen Rasmussen, Muhafazakar Parti ve Danimarka Halk Partisi'nin desteğiyle iktidarını korudu. Müslümanları "kanserli bir tümör"e benzeten ve mültecilere karşı sert bir söylem ifade eden, aşırı sağcı Danimarka Halk Partisinin lideri Pia Kjaersgaard, oyların yüzde 13,8 'ini alarak 25 milletvekilliği kazandı. Danimarka, dünyanın en katı mülteci yasalarını çıkardı ve uygulamaya soktu.
Danimarka'daki tüm mülteci dosyalarının yüzde 60'ını oluşturan insani sebeplerle sığınma hakkı tamamen ortadan kaldırıldı, yerine, Cenevre Konvansiyonunda öngörülenle sınırlı bir mültecilik tanımı getirildi. Mültecilerin ilk 7 yıl boyunca alabilecekleri sosyal yardımlar yüzde 30-40 oranında azaltıldı. 24 yaşından küçük Danimarka vatandaşlarının kendilerine yabancı bir eş getirmeleri yasaklandı. 24 yaşından büyüklerin ise son 12 ay boyunca sosyal yardım almamış olması ve bankada 10,000 ABD doları bloke etmeleri ve Danimarka'ya gelecek eşin önceden Danca öğrenmesi şart koşuldu. Yabancı eşleri bu sıkı kurallara uymayan Danimarkalılar, çareyi Malmö ile Kopenhag'ı birbirine bağlayan Øresund köprüsünün İsveç tarafında yaşamakta buldu. Yeni yasalar hemen etkisini gösterdi; 2001 yılında 13,000 aile birleşimi vizesi verilmişken, 2005 yılında bu sayı 3,525 oldu. Üç İskandinav ülkesi gözönüne alındığında, Danimarka mülteci yükünü 2000'de yüzde 31'den 2005'de yüzde 6'ya düşürdü; İsveç'in yükü yüzde 41'den yüzde 64'ye, Norveç'inki ise yüzde 28'den yüzde 32'ye çıktı.
İsveç hükümeti, UNHCR ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Komiseri,Danimarka'nın yeni yasalarını kamuoyu önünde sert biçimde eleştirdiler. Kjaersgaard'ın İsveç'in tepkisine yanıtı şu oldu:
"Eğer Stockholm, Gothenburg ya da Malmö'yü çete savaşları, namus cinayetleri ve toplu ırza geçmeler ile Beyrut'a çevirmek istiyorlarsa, bırakın yapsınlar. Øresund köprüsünü istediğimiz zaman barikatlarla kapatabiliriz nasılsa..." (YEK/EZÖ)
* Doç. Dr. Yunus Emre Kocabaşoğlu