Günlerdir bunu düşünüyorum…
Ben bu sosyal medyayı bu yüzden çok seviyorum.
Aramızda kalsın reklam sayılmasın ama, ‘’Facebook’’ sayesinde beni taa ortaokul ve lise yıllarımdan bulup ağlatanlar mı desem,
Yoksa üniversite sonrasında memleketten ayrılıp kendilerini çok özlediğim ama bir türlü buluşamadığımız dostlarım mı desem,
Aynı mahallede top oynadığımız bizim o meşhur “boklu dere Tarzanları” takımında olanlar mı desem hepsi burada şimdi!
O yıllarda bırak cebimizdeki akıllı telefonları evimizde bile telefon yoktu. Ya onlar beni buldu ya da ben onları buldum sosyal medya sayesinde…
Şimdi de sürekli önüme çıkan “arkadaşının arkadaşını da tanıyor olabilirsin, bunu da ekle” diye isimler dökülüyor önüme.
İnanılacak gibi değil…
O nedenle buralara geldiğim ilk aylarda bana posta yoluyla ulaşan her mektup, her kart çok değerlidir benim için.
Hepsi o eskiciden aldığım bavulda saklıdır.
Arada bir açar, dokunurum onlara…
Ben, yine de bu sosyal medyanın vazgeçilmez cazibesine rağmen eskiyi çok seviyorum.
Özellikle eski dostları çok ama çok seviyorum…
Geçenlerde yıllardır uğramadığım bir antikacıya gittim, fotoğrafların, eski posterlerin, kartların kitapların, plakların arasında kayboldum.
Kendimi bulduğumda elimde bir iki Constantinople ve İstanbul fotoğrafları ile doğduğum büyüdüğüm şehir Ankara’dan gönderilmiş bir kart vardı.
O kartın üzerinde ikisi 1 kuruşluk toplam 32 kuruşluk üç pul ile yıllardır görmediğim “UÇAK İLE / PAR AVION” pulu her şeye değerdi.
Kartta okuyabildiğim ve anladığım tek satır fotoğrafın önünde yazılı “Ankara Yenişehir F.Ö.” oldu.
İçimden, beş yıl önce hayatını kaybeden fotoğrafçı abimi anarak “Foto Ömer” dedim!
Güzel bir el yazısıyla kartın arkasında “Ankara Palas Hotel / Ankara Turkei” kaydı düşülmüş.
Senin Almancan vardır sen çözersin neler yazıldığını!
Beş kartpostala 60 küsür dolar bayılıp oradan çıktım…
Her kuruşu değer!
“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır!”
Geçenlerde benden genç bir adam girdi kapıdan.
- Sedat Bey?
- ….
- Ben 25 yıl sonra sizden özür dilemeye geldim!
- …
- Siz hatırlamazsınız belki ama 25 yıl önce bir Aralık günü Seattle’a çok kısa bir zaman için uğramıştık. Kalifornia’dan geliyorduk. Aslında Vancouver’a gidiyorduk Arkadaşlarla biraz dolaşalım demiştik. Güvercinleri görünce bir arkadaş “ya bu güvercinler hiç ürkek değiller, kaçmıyorlar”’ demişti. Siz de bize Türkçe laf atınca hem çok şaşırmış hem çok sevinmiştik… Sonra bizi kahveye davet etmiştiniz… Sonra bi şeyler oldu ve biz buradan atar topar ayrıldık. Size teşekkür bile edemedim. O nedenle 25 sene sonra ilk kez Seattle’a yolum düşünce o gruptaki bir arkadaşım da sizi unutmamış! O vesileyle bulmuş oldum sizi… Gerçekten özür dilemeye geldim.
- …
Duyduklarıma inanamamıştım.
“Bu kadar olur” dedim! “Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur” dedikleri bu olsa gerek!
Nasıl hatırlamam… Unutulacak gibi bir şey değildi. 25 yıl az değil, çeyrek asır…
Lafı ağzından kaptım, “Nasıl unuturum!” dedim…
“Çay kahve faslından sonra PKK ile savaşın ne zaman duracağını sorduğumda, aranızdaki rütbesi en yüksek olan subay, ‘orada savaş yok terörist atak var, silahlı kuvvetlerimiz de ona karşılık veriyor’ demişti ve ‘hadi arkadaşlar herkes ödesin, gidiyoruz‘ diye emretmişti.”
- Abi o da bizim rütbemizde bir subaydı ama herhalde bizden bir yaş büyük olduğu için o yanıt vermek gereğini duymuştu.
- Ben de bunun üzerine “savaş ancak barışarak biter!” demiştim… Yoksa paldır küldür herkesin çıkıp gitmesinden sonra geri gelen ve “haklısınız abi” diyen siz miydiniz?
- Yok abi, ben değildim. Keşke ben olsaydım. Ama o hiç aklımdan çıkmadı. Gittiğim her yerde bunu anlattım.
O gün yaşadıklarımız dışında kimsenin sureti yok belleğimde…
O da bana “Sizin saçlarınız uzundu galiba?” dedi… Gülüştük!
Ben alışverişe gideceğim, aceleyle bir şeyler atıştırırken ona bizim Seattle’ın süslü ve sütlü kahvesinden ısmarladım ve “25 yıl bekleme geri gelmek için, akşama Muhabbet var ona gel” dedim.
Ayrıldık!
Sevgili Peter’in organize ettiği “Muhabbet akşamları” on yıl aradan sonra Covid nedeniyle aksamıştı.
Onüç yıl önce Nazım’ın doğum gününde başlayan “Muhabbet Akşamları” bu kez de Nazım’ın ölüm yıl dönümüne denk gelmişti…
Bol müzikli ve yemekli akşamda Peter’in pandemi nedeniyle çok uzun bir ara verdiğimiz “Muhabbet Akşamları”nın, herkesin birbirinden uzaklaştığı bir dünyada, bir araya gelmenin anlam ve önemini anlatmasından sonra katılanların övgü dolu sözleri üzerine adı bende saklı yeni arkadaş mikrofonu aldı ve 25 senelik öykümüzü anlattı…
Alkışlarla, kucaklaşmalarla bitti gecemiz.
Memleketimin “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” deyişi de boş olmasa gerek.
Bakalım bir kez daha ne zaman, nasıl, hangi koşullarda görüşeceğiz…
O kadar etkilenmiştim ki o olaydan yıllar sonra sana yazdığım bir mektupta bizim şehirdeki savaş karşıtı protestoları anlatırken, bütün o yaşadıklarımızı en ince ayrıntısına kadar yazmıştım…
Eski mektupları sen de benim gibi biriktirmişsen bulmak biraz zor belki ama, şimdi bir tık’la elimizde, gözlerimizin önünde… Şurada dursun!
Sevgiyle kal.
Pırıl pırıl bir güneş var dışarda…
‘’Güneşin olsun gönlünde’’
(SU/AS)