Ankara’dan abim arıyor;
"Bak son sınav haklarınmış… Eğer sınavlara girmez de çakarsan okuldan atılacaksın haberin olsun…’’, ‘’ Kaçak olduğun yetmiyor, bi de asker kaçağı olarak aranacaksın!’’
"Arandığını biliyoruz kardeşim… Olmadı yatar çıkarsın!’’ diyor öbür abim… 80’de kaydımı yaptırdığım, o zamanki adıyla Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nun iki yıldır önünden bile geçmemişim!
"Devam zorunluluğu olmadığından’’ diyelim…
Araya 12 Eylül girmiş…
Çorum olaylarında üzerimde kalan silah davası devam ediyor, TKP operasyonlarında onca arkadaşım içeri alınmış, kimi ifadelerde adım geçmesine karşın henüz yakalanmamışım…
Libya’nın finanse ettiği Asya Afrika Haber Ajansı’nda tek sarı basın kartlı gazeteci olarak iş bulmuşum…
Sade suya tirit haberler yapıyoruz, hatta ben günlük gazete ve ajanslardan derlediğim haberleri haftalık özetleyip bir araya getiriyorum…
Sonra duvara daktiloyu çakıp ‘’ biz muhabiriz muhbir değiliz’’ deyip kapıyı çarpıp çıkmışım.
Gönül işlerinde de ciddi bir sarsılma var, yolları ayırmışız…
Artık kim tutar beni…
Hemen o günlerden az sonra…
Antalya’dayız…
Bunu hiç açmasam daha iyi olurdu aslında…
O başlı başına ayrı bir hikâye.
" Ya yakalanmazsam…’’ deyip soluğu Ankara’da alıyorum!
Antalya’da bindiğim otobüsten sabahın erken saatlerinde Emek mahallesinde indiğim gün okulun kantininde tanıştığım ilk kişi Işın oluyor.
Siyasi Tarih dersinden sınavımız varmış!
Kendisine ders notları olup olmadığını soruyorum, 75 sorulu cevaplı bir kitapçık veriyor elime.
Anamın ‘’kara gözlü kuzusu’’ benim ya, seçtiğim dört sorudan üçü çıkıyor ve sınıftaki en yüksek notu ben alıyorum.
Işın’la vazgeçilmez dostluğumuz o gün, orada başlar! O'nun bana güveni başka arkadaşlıklar kazandırıyor…
Işın o günlerde öğretim üyeleri ve asistanlar başta olmak üzere herkesin kahve falına bakmasının yanısıra ‘’Milliyetçi’’ kimliğinden ötürü aşırı kuşkulandığım Nevzat Gözaydın hocamızın odasından da dışarı çıkmıyor!
O odada kimler var kimler…
Bu arada Türk Dili ve Edebiyatı derslerine giren Nevzat beyin odası okulun en neşeli, en gırgır, en matrak yeri…
Doktora tezine yardım amacıyla folklor araştırmalarını arşivliyoruz. Hızlı daktilo kullanmam nedeniyle fazla sıkıntı çekmeden odanın bir parçası, ekibin doğal üyesi oluyorum.
Onu tanımadan önce girdiğim sınavında diğer sorulara dokunmadan yazdığım kompozisyona verdiği tam not ile bir sınıf atlarken ‘’güven’’ ilişkimiz tarifi mümkün olmayan bir deyişle inanılmaz değişiyor…
Genç gazetecilere ’Hasan Tahsin’den Abdi İpekçi’ye uzanan ’’gazetecilik’’ mirasına sahip çıkmayı öneren kompozisyon yazıma ‘’sıradan bir milliyetçi’’ geçer not vermez kanısında olduğum için bir yandan kendimi inanılmaz bir güvence içinde hissediyorum, öte yandan; O da dahil kimseye söyleyemediğim Politika Gazetesi’nde başlayan gazetecilik maceram bende yıllar yılı sır kalıyor.
Günlerden bir gün, kendisini 12 Eylül öncesi Politika Gazetesi ziyaretlerinden ve Çağdaş Gazeteciler Derneği’nden tanıdığım, sinema derslerine giren rahmetli Mahmut Tali Öngören, Nevzat beyin odasının önünden geçerken beni görünce, dışarı gelmemi istiyor ve şaşkınlık içinde ‘’ Napıyosun sen burada ? ‘’ diye soruyor.
"Hocam en güvenli yerdeyim, merak etmeyin’’ diyorum.
Sonra diğer dostlar, bitmez tükenmez muhabbetler…
Nasıl olduysa dördüncü yılın sonu gelmiş.
Bir "ANDAÇ’’ çıkaralım istiyoruz.
Herkes "Yıllık ‘’ der…
Biz farklıyız!
Bizimki "ANDAÇ" olacak…
Yıllık Komitesinde Işın Yeşilyurt, Reha Avkıran, Cemal Ersen, İbrahim Dereli ve bendeniz var…
Okulda çıkardığımız sesin, yaptığımız gürültünün haddi hesabı yok.
Duvarlara posterler, öğretmenlerle sohbetler. Bir de ‘’ Çamur Kutusu ‘’ yapmışız, her kim ne isterse yazıp kutuya atıyor…
Herkesin yıllıkta yeri var.
Okuldaki ayakkabı boyacısı, kantin, matbaa, yemekhane çalışanları dâhil…
Yılsonu balo hazırlıkları.
Aramızda kalsın, biraz da para kazanacağız!!!
Gazetecilikten mezun olup gazetecilikle alakası olmayan işler yapan arkadaşları buluyoruz.
Rahmetli Bekir Coşkun da bizim okuldan mezunmuş, onunla da söyleşiye gidiyoruz.
Bu Facebook sağolsun…
Yıllar yollar sonra aynı dönem birlikte mezun olduğumuz kulakları çınlasın İdris Adil beni bulunca, diğer arkadaşlara da ulaşıyoruz…
Nevzat Öğretmenimiz,
Ben ona hep Öğretmenim derdim…
Üniversiteden ayrılışımızın üzerinden 24 sene geçmiş, davetimizi kırmıyor ve bir araya geliyoruz.
Renan’ın yeri Kerem Eyle’de buralardan alıp memlekete getirdiğim tütsülü somon balıkları eşliğinde bir gece yaşıyoruz.
Renan’ın ’’ Hocam biz sizi faşist bilirdik’’ deyişi hâlâ kulaklarımda…
Nevzat Gözaydın Türkiye folkloru üzerine bir bölüm oluşturulması isteğine o zamanki Dil Tarih Coğrafya Fakültesi dekanının "Hocam bu yaştan sonra folklor mu oynayacaksınız allah aşkına, bırakın bu işleri’’ dediğini anlatırken çok gülmüştük ağlanacak halimize.
Odasından çıkmadığımız, odasını sigara dumanına boğduğumuz günler dün gibi aklımda… Evine kahvaltıya gittiğimiz gün de bir film şeridi gibi elimde.
Yıllar sonra bir araya geldiğimizde yanımda getirdiğim 1984 yıllığını incelerken de çok duygulanmıştık.
Yeniden bir araya gelmek kısmet olmadı.
"Her ölüm erken ölümdür ‘’ der ya şair, bu da aynen öyle oldu.
Yakınlarına başsağlığı, geride kalanlara sağlıklı uzun ömürler dilemekten başka elden ne gelir…
Nevzat Gözaydın...
Anılarımızda yaşasın!
(SU/EMK)
*Türk dili üzerine yaptığı değerli çalışmalar ve Türk Halkbiliminin ülkemizde gelişmesi için gösterdiği çabalarla tanınan Prof. Dr. Nevzat Gözaydın, 85 yaşında Ankara'da 16 Ağustos’ta hayatını kaybetti.