Yazının İngilizcesi için tıklayın
Cumhuriyeti’in yeni bir “ulus” yaratma politikasıyla, yeni bir kimlik inşa edilmeye başlandı ve “Cumhuriyet”in dil politikası bu anlayışla karakterize oldu. Bu kapsamda, Türkçe dışındaki dillerin varlığı yok sayıldı, asimilasyoncu politikalar ileri sürüldü ve tek dillilik politikası yürütüldü. Bu dil politikası, Cumhuriyet tarihi boyunca devletin seçmiş olduğu dilin dışındaki dillerin azar azar kamusal hayattan çıkarılmasına ve bazı dillerin yok olmasına ya da yok olmayla yüz yüze kalmasına neden oldu.
Bu dil politikası, Cumhuriyet tarihi boyunca bir devlet politikası olarak toplumsal hayatın her alanına uygulanacak şekilde üretildi. Günümüzde de bu uygulamaların devam ettiği görülüyor.
Kürt alfabesinde bulunan ve yaygın olarak kullanılan “X, W, Q, Î, Û, Ê” harfleri, 1928’den beri yasak. Bu harfleri kullanan birçok kişi, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 222’nci maddesinden yargılandı veya hapis cezası aldı.
Nisan 2022’de, Anayasa Mahkemesi, "W" harfi bulunan bir ismin yasaklanmasını ihlal olarak değerlendirmedi ve "Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kânun”a uygun olmadığına karar verdi.
Tıklayın- AYM’ye göre, “w” harfi içeren isimlerin yasaklanması ihlal değil
İnkar ve asimilasyon süreçleri
Kürtler, Cumhuriyet öncesi dönemde kendi tarihi süreçleri içerisinde ortaya çıkmış kimi kurumlara sahipti. Bu dönemde; 1890 - 1919 yılları arasında, Kürdistan, Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti Gazetesi, Amid-i Sevda, Peyman, Rojî Kurd, Yekbûn, Hetawî Kurd ve Jîn gibi çok sayıda Kürtçe yayın yapan gazete ve dergi çıkıyordu. Bunların çoğu İstanbul merkezliydi. Ayrıca Diyarbakır’da da yayımlanan gazete ve Kürtçeye dair çalışma yapan dernekler bulunmaktaydı. Yine söz konusu dönemlerde, Kürtlerin eğitim kurumları medreselerdi. Medreselerde eğitim Kürtçe yapılırdı.
Osmanlı devletinin son dönemlerinde ortaya çıkan, görece özgürlükçü ortamdan yararlanan, Kürt aydın kesiminin oluşturduğu bu kurumlar, Cumhuriyet’in ilanı sonrasında tasfiye edildi.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetle birlikte Kürt olarak bilinen bir halkın, Kürtçe diye bilinen bir dilinin olmadığı, Kürtlerin aslının Türk olduğu, Kürtçe denen dilin aslında Türk dilinin bir dağ ağzı olduğu ve Kürt kavramının “kart-kurt” ayak seslerinden oluştuğu ısrarla vurgulandı. Tüm bunlar, 1990’lara kadar sistematik bir şekilde savunuldu.
Bu politikalar, coğrafyanın dört bir yanında kendi dilleriyle yaşayan Kürtler dışındaki diğer halkların varlığını tehdit olarak gördü. Bu halkların dilsel, kültürel, sosyal, dahi fiziksel varlıklarını ortadan kaldırdı. Birçoğu yerlerinden sürülerek Türkleştirildi. Bu politikalar günceliğini korumaya devam ediyor.
Bir dili tamamen veya kısmen yok etmek ya da doğal gelişimini engellemek amacıyla aşağıdaki eylemlerden birinin gerçekleştirilmesini, dilbilimci J.B. Rudnyckyj “Dilkırım”a etkili bir kanıt olarak değerlendiriyor:
- Bir dilin doğal, organik gelişmesini engellemek maksadıyla baskıcı tedbirler dayatmak
- Tek dilli bir gruba dönüştürme hesabıyla iki dilli topluluğun kültürel gelişme koşullarını zorlamak
- Ayrı dil konuşan bir etnik grubun isteğine rağmen, bir dilin kamu okullarında öğretilme ve kitle iletişim araçlarında kullanılma hakkını inkâr etmek
- Ayrı dil konuşan bir etnik grubun talebine rağmen bu grubun kültürel çabalarını ve dilini yaşatma gayretlerini maddi ve manevi olarak desteklemeyi reddetmek.”
Rudnyckyj’nin yukarıda bahsettiği tüm eylemler, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtçeye karşı kullanıldı ve kullanılmaya devam ediliyor.
Şark Islahat Kararnamesi hâlâ yürürlükte
3 Mart 1925’te, mecliste kabul edilen Takrir-i Sükûn Kânunu ve 24 Eylül 1925 yılındaki Şark Islahat Planı Kararnamesi ile tüm Kürtçe yer isimleri Türkçeye çevrildi ve Kürtçe konuşulması tamamen yasaklandı.
Yine Cumhuriyet sonrası süreçte, Kürtçe yazan birçok aydın, gazeteci, yazar ve akademisyen ya sürgüne gönderildi ya da hapsedildi.
1959 yılında, Musa Anter’in Diyarbakır'da çıkan İleri Yurt Gazetesi’nde Kürtçe bir yazısı ve “Qimil” adında bir şiiri yayınlandı ve bundan ötürü yargılandı.
1977 yılında yayın hayatına Kürtçe başlayan Roja Welat Gazetesi, sıkıyönetim tarafından kapatıldı.
Kürtçe üzerindeki baskının daha yakın zamanlı örneği, 12 Eylül 1980 darbesiyle çıkarılan ve 25 Ocak 1991 yılında kaldırılan 2932 sayılı yasa oldu. Ancak bu yasanın yürürlükten kaldırılmasının sadece sözde kaldığı, Cumhuriyet ile başlayan tekçilik anlayışının zihinlerde hâlâ durduğu 1991 yılının sonlarında açık bir şekilde ortaya çıktı. SHP Milletvekili Leyla Zana, meclis açılışındaki yemin töreninde Kürtçe konuştuğu için dokunulmazlığı hiçe sayılarak mecliste gözaltına alındı ve yıllarca hapis yatmak zorunda kaldı. (Günümüzde de mecliste Kürt milletvekilleri Kürtçe konuştuklarında, Kürtçe kayıtlara "bilinmeyen dil" olarak geçiyor.)
1990'lı yıllarda, Kürtçe üzerindeki baskılar, tutuklanmalar, sürgün etmeler ve yasaklamalar en üst boyutlara ulaştı. Kürtçe bir yayın yapabilmek neredeyse imkânsız gibiydi. Kürt sanatçılar üzerinde de büyük baskılar vardı. Kürt sanatçılar, kendi çalışmalarını yapabilecekleri dernekler kurdular ve bu dernekler gerek baskılarla gerek olağanüstü hâl (OHAL) kanunlarıyla kapatılma ile yüz yüze kalıyordu.
Kürt sanatçı Ahmet Kaya’nın, 1999 yılında Magazin Gazeteciler Derneği'nin gecesinde Kürtçe şarkı söyleyeceğini ve klip çekeceğini açıklaması üzerine ülkeden sürülmesi buna verilebilecek bir örnek.
Asimilasyon kaleleri olarak bilinen Yatılı Bölge İlköğretim Okulları (YİBO) ve bu okullarda okumaya mecbur bırakılmış, asimilasyonla yüz yüze kalmış binlerce Kürt öğrenci...
Kürt dilini yok sayma politikalarının belki de en ağır ve acı örneğine, yakın geçmişte tanık olmuştuk: 1992’de yayın hayatına başlayan Azadiya Welat Gazetesi, 16 Ağustos 2016’da önce, “Terör propagandası yaptığı” gerekçesiyle geçici olarak kapatıldı, sonra 29 Ekim 2016’da KHK ile tamamen kapatıldı. 2018’de hiçbir matbaa gazetelerini basmayı kabul etmeyince, gazete emekçileri, gazeteyi fotokopi ile çoğaltarak okurlarına ulaştırdı.
2000 sonrası süreç
Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK), 26 Ocak 2011'de Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünü onaylamasıyla birlikte, Mardin Artuklu, Muş Alparslan ve Bingöl üniversitelerinde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri, Bingöl ve Dersim'de ise Zaza Dili ve Edebiyatı bölümleri açıldı. Bölümlerin açıldığı tarihten bugüne her sene yaklaşık 100 öğrenci bu bölümlerden mezun oluyor.
2022’de Türkiye genelinde 20 bin öğretmen ataması yapılırken Yaşayan Diller ve Lehçeler bölümünde 2’si Kurmancî, 1’i Kirmanckî/Dimilkî olmak üzere sadece 3 Kürtçe öğretmenin ataması yapıldı. 20 milyonu aşkın Kürdün yaşadığı ülkede atanmayı bekleyen binlerce Kürtçe öğretmeni mevcut.
2022 yılında onlarca kez Kürt sanatçıların konserleri yasaklandı. Valilikler, belediyeler kaymakamlıklar bu konserlerin yapılacağı salonlara izin vermedi.
Cumhuriyet’in 100. Yılı’nda Kürtlerin anadilinde eğitim talebi hâlâ karşılanmadı. Tek dil politikaları güncelliğini koruyor.
Tıklayın- Son 3 yılda onlarca Kürtçe etkinlik yasaklandı
Tıklayın- Kürtçe selama ceza Meclis’e taşındı: “Kürtçe konuşmak yasak mı?”
Dil hakları
Dil hakları ise uygulanan bu asimilasyoncu stratejilerin yok edici etkilerine karşı, birey, grup ve halkların dilsel olarak varlığını sürdürme mücadelesi sonucunda ortaya çıktı. Dil hakları, devletin dil politikaları karşısında bireyin toplumsal bir varlık olarak, kimliği ile anlamlı bir yaşam sürdürme ve ait olma ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla tanımlanıyor. Dolayısıyla anadilinin taşıdığı önem ve anlam doğrudan dil haklarının önemini de belirliyor. İnsanın bilinçaltına inen, kimliğinin temel taşı sayılan ve toplumla en güçlü bağlarını oluşturan bir unsur olarak anadili, beşerî bir varlık olarak kendi kendisini üretebilmesinin en esas araçlarından biridir.
Cumhuriyetin 100. Yılı’nı geride bırakıp yeni yüzyıla girerken, Kürtler hâlâ bu araçlardan mahrum bırakılıyor. Yeni yüzyılda, Cumhuriyetin karakterinin nasıl olacağının göstergelerinden biri de Kürtlerin dil haklarına yönelik geliştirilecek politikalar belirleyecek.
Bir Yüzyıl, Bir Rejim ve Anadili/ Dosya
(AY/AÖ)