Kimi bilim ve sanat insanlarında mesleki yetkinliğin özgüveniyle yapılan şımarıklık pek göze batmaz. Özellikle sanatçı dünyasında görülen bohemlik, genellikle sanatla örtüşen bir hayat tarzı halindedir. Bu alandaki pratikler çoğu kez toplumun kültürel dönüşümlerine öncülük ederler; yemek, giyim, gezi vb.
Kişinin mesleki yetkinliğinden kaynaklı şımarıklık bir yere kadar kabul edilebilir ama bu durum, hakarete vardırılamaz. Kaldı ki bu tür insanlardan daha çok alçakgönüllülük beklenir.
Mesleki bilgi birikimini bir iktidar gücü gibi kullanarak insanlar üzerinde otorite kurmanın güç zehirlenmesiyle ona buna sataşmaktan, hakaret etmekten haz alanlar da var. Bilgi birikimlerine saygı duyduğum ama aynı zamanda çarpıtmalarına, hakaretlerine ve üstenci dillerine karşı da tepki koyduğum tipik iki örnek kişi var: İlber Ortaylı ve Celal Şengör.
Bu şahısların kimi söyleşilerinde ve özellikle TV’deki programlarında devleti kerteriz alarak bilgiyi eğip bükmeleri ve bilgiçliğe varan tavırları, tam da iktidarın entelektüel hayata ağır darbeler vurarak sığlaştırdığı günümüze uygun düşmekte. Maalesef üzücü bir durum.
Bu isimlerden yazıyı şahsileştirmek için değil, hakaret içeren bir örnek dolayısıyla söz ediyorum.
Sürekli ona buna cahil diyen ve devlet/iktidar merkezli tarih anlatıcısı olan İlber Ortaylı başka bir yazının konusu olabilir.
"Hegel salak, Marx dangalak"!
Celal Şengör’ün Youtube’da “Birbirini Yalanlayan İnançlarla Bilim Yapılabilir mi?” başlıklı bir videosu var. 90 dakikalık bu videonun bir yerinde Şengör şöyle diyor.
“Karl Marx’tan örnek vereceğim. Benim meslek hayatımda gördüğüm en dangalakça edilmiş laflardan biri. Diyor ki, ‘Filozoflar bugüne kadar dünyayı -alemi- izah etmeye çalıştılar. Halbuki esas iş onu değiştirmeye çalışmaktır, diyor’. Dam üstünde saksağan, bilmeden neyi değiştiriyorsun. Çin’de 10 yaz, Rusya’da 10 yaz çalıştım. Sibirya’yı gördüm. Bütün bu Marksist ülkelerde benim bir şey dikkatimi çekmiştir, çevrenin ne kadar tahrip edildiği. Büyük fabrikalar kuruyorlar ama çevre buna tahammül ediyor mu? Sibirya’da Sovyetlerin ziyan ettiği gaz miktarı akıllarınızı durdurur. Bir daha kullanılamayacak hale getirmişlerdir kuyuları.”
Şengör’ün 30 yıl öncesinin Marksist ülkelerdeki çevre tahribatının büyüklüğüne dikkat çekmesi elbette yerinde. Ancak kapitalizmin sebep olduğu bugünün dünyasında ve özellikle ülkemizdeki çevre tahribatının ve kirliliğinin devasa boyutlarda olmasına dair de birkaç cümle kurması beklenirdi. Fakat asıl konu bu değil.
Feuerbach Üzerine Tezler, Karl Marx`ın 1845`de yazdığı on bir kısa felsefi nottur. Politik hareketin de felsefenin bir parçası olduğu düşüncesini Marx burada öne sürer:
"Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir." der. Yani Marx dünyayı değiştirmek derken doğayı değil, toplumu değiştirmeyi kasteder.
Görüldüğü gibi bilim insanı Şengör, iş felsefe ve politikaya gelince, bir önyargı haline gelmiş Marx düşmanlığı nedeniyle böylesine bariz çarpıtmada bulunur. Filozofların dünyayı değiştirmek diye bir sorumluluklarının olup olmaması ayrı bir konu. Elbette Marx eleştirilebilir, karşı olunabilir vb. Sorun bu değil, sorun Marx’ın sözünde ifade etmediği ve hatta anıştırmadığı bir durumu Marx’a mal ederek suçlamada bulunmaktır. Şengör’e göre sosyalist ülkelerdeki doğa üzerinde yapılan tahribatların nedeni, Marx’ın “dünyayı değiştirmek” sözüdür. Marx’ın bütün faaliyeti toplumun değişmesi üzerinedir. Şimdi Marx mı, Şengör mü dam üstünde saksağan diyor? Onca Marx eleştirisi içinde ilk defa böyle absürtlük gördüm.
Şengör devam ediyor. “Hegel salağının ortaya attığı daha çok Marx tarafından geliştirilen tez, anti-tez, sentez bir mantıki zırvalıktır. Yani bu şuna benziyor ben iyi adamım, ben kötü adamım. Haydi bunun sentezini yapalım; yahu ben idare eder bir adamım. Bu iki ifadeden bu çıkmıyor” diyor.
Varlığın, oluşun ve bunun tezahürü olan hareketin temeli çelişkidir. Felsefe üzerine bir yazı olmadığı için karşıtların birliği, çelişki, zıtlık vb. konular üzerinde durmayacağım. Tez, anti-tez, sentez üçlemesi bir halden diğer bir hale geçişi ve geçilen halin tekrar kendi anti tezini yaratarak başka bir senteze ulaşması sürecidir. Değişme, çelişme, nicelik-nitelik, olumsuzlamanın olumsuzlanması; bütün bunlar diyalektik yöntemin özellikleridir. Bu hususlar tartışılabilir vs.
2 bin 400 yıl önce felsefede diyalektik yöntemin temellerini atan Heraklit’ten bu yana felsefe dünyasında diyalektik üzerine olumlu, olumsuz bir yığın yazılar, kitaplar yazıldı, ama hiçbir filozof ya da bilim insanı, eleştirdiği filozof için salak, dangalak demedi!
Bilimin temel özelliklerinden biri, yanlışlanabilir olmasıdır. Böyle değilse, o bilim değil, dogmadır. Felsefede de birçok görüş birbirini dışlayarak veya birbirinin üzerine bina edilerek oluştu. Tarihte yanlışlanan görüş sahiplerine tu kaka denilecekse (bu etik değildir), Şengör, örneğin Yunan felsefesinden bu yana başta Platon olmak üzere birçok filozof tu kaka ilan etmeli. Hatta bu açıdan bakıldığında mesleği olan jeolojide kendine ait bir teorisi varsa, ki bildiğim kadarıyla “Şengör-Aytaman Teorisi” var, yarın bunun yanlışlanma olasılığına göre kendisi de tu kaka ilan edilmeyi hak ediyor demektir. Kendisi için dangalak, salak gibi sıfatları uygun görür mü, bilmem. Görse bile, kendisinin başka filozof ve bilim insanları için kullandığı bu kaba, aşağılayıcı sıfatları kullanma hakkına sahip değildir.
Celal Şengör ordu hayranı olduğunu belirtiyor ve Kenan Evren’i, Tahsin Şahinkaya’yı sevdiğini söylüyor. Buna rağmen bilimsel çalışmalarına saygı duyarım ama, politik platformda layığını bulmuşsun, ne halin varsa gör derim. Şengör çoraklaştırılmış entelektüel ortamı fırsat bilerek devletluların hanesinde görüş belirtmesi özgürlüğünü tepe tepe kullanırken yaptığı hakaretlerinin suratına çarpılacağını da bilmelidir! (HŞ/HK)