Dünya edebiyatında bazı yazarlar var ki eserlerinde anlattıklarıyla ya da yarattıkları kahramanlar vasıtasıyla insanlığa önemli mesajlar verirler. Yazarların edebiyatın kelime aralarına gizlediği bu mesajlar çoğu zaman onların eserlerinin tahlil edilmesiyle anlaşılır. Bu nedenle Kırgız edebiyatının önemli yazarlarından Cengiz Aytmatov’u en önemli eseri “Gün Olur Asra Bedel”* romanındaki metaforları ve çağımız dünyasına gönderdiği mesajı anlamaya gayret edebiliriz. Bununla birlikte 10 Haziran 2008'de yaşamını yitiren Aytmatov’u ölüm yıldönümünde kısa yaşam öyküsüne de yer vererek hem onu tanıyabilir hem de anabiliriz.
“O bir dünya vatandaşıydı”
Cengiz Aytmatov, 12 Aralık 1928 yılında Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e bağlı olan ve Talas vadisinde yer alan Şeker köyünde doğdu. Babası Törekul (Toleykul) Aytmatov’un Stalin döneminde öldürülmesinden sonra annesi Nagima Hamzayevna Aytmatova tarafından büyütüldü.
İlkokula kendi köyünde giden Aytmatov, babaannesi Ayıkman’ın anlattığı ninniler, masallar ve efsaneler içinde yetişti. Bu aynı zamanda Aytmatov’un eserlerinde mitlere, efsanelere ve halk hikâyelerine göndermeler yapmasının kaynağıdır. Aytmatov daha sonra köyünden Kazakistan’a giderek Cambul Veterinerlik Teknik Okulu’nda okudu. Kırgızistan’a dönen Aytmatov, burada Frunze Tarım Enstitüsü’nde öğrenimine devam etti.
Aytmatov, daha sonra Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne geçti ve 1956 ile 1958 yılları arasında Moskova’da eğitimine devam etti. Yazmaya bu yıllarda Pravda gazetesinde başlayan Aytmatov, yazdığı eserleriyle üne kavuşarak 1957’de Sovyet Yazarlar Birliği’ne kabul edildi. 1963’te Lenin ödülü alan Aytmatov’un eserleri birçok dile çevrildi. Aytmatov, özellikle yayınlanan “Cemile” adlı eserinin Fransız şair Louis Aragon tarafından Fransızcaya çevrilmesiyle ününü genişletti.
Bundan sonra yazdığı eserlerden “Selvi Boylum Al Yazmalım”, “Beyaz Gemi”, “Gün Olur Asra Bedel” ve “Dişi Kurdun Rüyaları”, Aytmatov’u dünya yazarlığına taşıyan eserleri oldu. Özellikle “Gün Olur Asra Bedel” romanında yaşadığı dönemin sistemini eleştiren yazar, literatüre ‘mankurt’ kavramının da yerleşmesini sağladı.
1986’da yayımlanan “Dişi Kurdun Rüyaları”nda ise Aytmatov, kendisini evrensele götürecek temalara yöneldi. UNESCO tarafından verilen verilere göre eserleri 160’tan fazla dile çevrilmiş olan Aytmatov’un Orta Asya “bozkır”ını geniş olarak eserlerinde yansıtması ve eserlerinde taşıdığı sözlü halk edebiyatı unsurlarıyla da dikkat çekmiştir
Aytmatov belgesel çekimleri için gittiği Tataristan’ın başkenti Kazan’da fenalaşarak götürüldüğü Almanya’nın Nürnberg kentinde 10 Haziran 2008'de yaşamını yitirdi.
O yaşamını yitirdiği sırada hâlâ edebiyat fakültesinde öğrenciydim. Hocalarımız Aytmatov’un çağdaş insanın sorunlarıyla ilgilenen ve bunları yazan biri olarak tanımlıyorlardı. Cenaze töreninde Kırgızistan Devlet Başkanı Bakiyev de “... Aytmatov’un sözleri, milyonlarca insanın kalbinde çınladı. O bir dünya vatandaşıydı” diyordu.
Kırgızistan’da düzenlenen cenaze töreninden sonra Aytmatov, Bişkek’e 20 km uzaklıkta bulunan ve babası Toleykul’un yattığı Ata-Beyit mezarlığına defnedildi.
Mankurtlaşmak
Kırgız yazar Cengiz Aytmatov “Gün Olur Asra Bedel” adlı romanını Aralık 1979-Mart 1980 tarihleri arasında Çolpan Ata’da Rusça yazdı. Romanda olaylar Sarı Özbek bozkırında bulunan Boranlı istasyonunda geçmektedir. Burası yaşanması çok zor olan bir yerdir. Öyle ki orada yaşayanlar başka çareleri olmadığı için orada yaşamaktadırlar. Romanın genel teması ferdin ve milliyetin hürriyeti problemidir. Aytmatov bu problemi de “mankurt” tipi ile sembolleştirmiştir.
Romanın genelinde mankurt efsanesi atmosferinin hakim olmasının nedeni de budur. Çünkü arasında da bu efsane sıkça anlatılmaktadır. Romanda geçen efsaneye göre vakti zamanında bölgenin yerli halkı ile Juan Juanlar arasında toprak savaşları yaşanmaktaydı. Juan Juanlar acımasızdı. Ele geçirdikleri esirleri işkenceyle “Mankurtlaştırmakla” biliniyorlardı. Bunun için de Juan Juanlar esir aldıkları güçlü genç erkeklerin başlarını iyice kazıdıktan sonra kesilen devenin derisini esirlerin başlarına sımsıkı sarıyorlardı. Daha sonra ise deve derisi başından çıkmaması için esirlerin bedeni sabit kalacak şekilde bağlıyorlardı. Bu işlemden sonra esirler günlerce kızgın güneşin altında tutuluyorlardı. Güneşte kuruyan deri esirin kafasını her geçen gün sıkarak dayanılmaz acılar vermeye başlıyordu. Bunun yanında uzayan saçlar da kuruyan deriyi delemediği için geriye doğru uzayarak kafaya batıyordu. Bu işkence sonucunda esirleri bekleyen iki seçenek vardı: ölmek veya hafızasını yitirerek mankurtlaşmak.
“İnsanın hafızasını almak cinayeti”
Mankurtlaşan biri asla geçmişini, babasını ve atasını tanıyamaz. Çünkü mankurt, efendisine biat edip itaatte kusur etmez bir köledir artık. Hiçbir şeyi sorgulamaz ve efendisinin her istediğini kaba kuvvet kullanarak yerine getirir. Aytmatov’un da bir konuşmasında dediği gibi mankurt “düşünme yeteneği olmayan veya muhakeme yürütemeyen, benzerlerinin acılarını hissetmeyen, farklı manevi değerleri kabul etmeyen biri”dir. Juan Juanlar ile savaşıp esir düştüğü için mankurtlaştırılanlardan biri Naymanlar’dan Colaman’dır.
Oğlu Colaman’ın yaşadığını öğrenen annesi Nayman Ana oğlunun peşine düşer ve onu bulur. Nayman Ana oğlunun yanına gelir ve onunla konuşur. Ama Colaman artık bir mankurt olmuştur ve atasını, yerini yurdunu hatırlamamaktadır. Nayman Ana ne kadar anlatsa da oğlu öyle hareketsiz durmakta ve boş gözlerle ona bakmaktadır. Dudakları titreyen Nayman Ana ağlayarak “Bir insanın elinden malı-mülkü, bütün zenginliği hatta hayatı bile alınabilir, ama insanın hafızasını almak gibi bir cinayet işlenir mi? Ey rızık veren Tanrı! Eğer varsan, insanların aklına böyle bir şeyi nasıl getirirsin? Yeryüzünde zulüm, kötülük az mı ki!” diye haykırır.
“Kim olduğunu hatırla”
Colaman’ı mankurtlaştıran efendisinin geldiğini gören Nayman Ana hızla oradan uzaklaşır. Colaman’a yanındakinin kim olduğunu sorar. Lakin o tanımadığını söyler. Mankurt Colaman’a bir ok ve yay verilir ve bir daha geldiğinde öldürmesi emredilir. Juan Juanlar oradan uzaklaşınca Nayman Ana tekrar oğlunun yanına gelir; ama mankurt Colaman, efendisinin buyurduğu gibi ona nişan alır. Nayman Ana daha “Dur! Atma!” derken Mankurt Colaman’ın attığı ok, Nayman Ana’nın sol böğrüne saplanır.
Yere yuvarlanmadan önce beyaz yazması düşer başından ve bu yazma bir kuş olup havalanır. Nayman Ana’nın son sözleri de “Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla! Babanın adı Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay” olur. Bu olaydan sonra Dönenbay kuşu geceleri Sarı-Özbek bozkırında geceleri uçup dururmuş. Karşısına bir yolcu çıktığında da ona sokulur “Adını biliyor musun? Kim olduğunu biliyor musun? Babanın adı Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!” diye ötermiş.
“Mankurtsun sen”
“Gün Olur Asra Bedel” romanında olay Sarı Özbek bozkırında, kimsenin pek uğramadığı Boranlı’da geçmektedir. Boranlı istasyonunda çalışan Yedigey, çok yakın dostu Kazangap’ın öldüğü haberini alır. Buna çok üzülen Yedigey, Kazangap’ın çocuklarına haber verir ve dostunun gelenek ve göreneklerine göre defnedilmesi için çalışır. Çünkü Kazangap da milli değerlerine bağlı ve atasını bilen biridir. Bu sebeple de Yedigey’e Ata-Beyit mezarlığına gömülmeyi vasiyet etmiştir.
Yedigey, yakın dostunun Boranlı’ya 30-35 km uzaklıktaki Ata-Beyit mezarlığına gömülmesini istemektedir. Çünkü orada mankurtlaştırılan oğlu Colaman’ı kurtarmaya çalışırken ölen Nayman Ana yatmaktadır. Tabi Sarı Özbek bozkırında bu mesafe, çok zahmetli bir yolculuk anlamına geliyordu. Kazangap’ın Rus okullarında yetişmiş oğlu Sabitcan bütün bu zahmetlerin gereksiz olduğunu söyler. Zira babasının vasiyetine değer vermeyecek kadar özüne yabancılaşmıştır. Bu sebeple de Yedigey, Sabitcan ile bir tartışmasında Sabitcan’ın bu duyarsızlığına sinirlenir ve “Mankurtsun sen! Mankurtsun sen!” diye bağırır.
Mankurtların benzer mantığı
Her şeye rağmen Kazangap’ın Ata-Beyit mezarlığına gömülmesi için yola çıkılır. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Ata-Beyit mezarlığına varırlar. Fakat mezarlık alanı uzay araştırmaları istasyonunun arazisi içinde kaldığı için etrafı tel örgülerle çevrilmiştir. Bu sebeple cenaze mezarlığa sokulmaz. Yedigey’in ısrarı üzerine nöbetçi amir Tansıkbayev olaya müdahale ederek cenazenin mezarlığa gömülmesine izin vermez. Burada dikkat çeken bir nokta, Tansıkbayev’in Kazak olmasına rağmen Kazakça konuşan Yedigey’e Rusça konuşması gerektiğini söylemesidir. Yedigey, memur olan Sabitcan’dan bir şey yapmasını istese de Sabitcan bunu ilgilenmeye değer bulmaz. Bunun üzerine çaresiz bir şekilde geri dönerler. Yolda Yedigey, Malakudımçap denilen vadide olduklarını, Nayman Ana’nın oğluna ağıtı burada yaktığını söyleyerek cenazenin buraya gömülmesini ister.
Romanda karşımıza çıkan bir diğer önemli karakter de öğretmen Abutalip’tir. Boranlı istasyonunda çalışmadan önce öğretmenlik yapmış olan Abutalip, Boranlı’da çalışırken bir taraftan da kitap yazmaktadır. Aynı zamanda çocuklara öğretmenlik de yapmaktadır. Rejim içinde yetişen Abutalip, rejimin gerçek yüzünü gören ikinci kuşaktandır. Abutalip, kendi milletinin değerlerinin gelecek nesillere ulaşması için halk masallarını ve türkülerini derlemeye çalışan aydın bir Kırgız’dır. Teslimiyetçi değil, mücadelecidir.
Bu sebeple de sürekli bir şeyler yazıyor olmasından dolayı KGB ajanları tarafından takibe alınır ve intihara sürüklenerek öldürülür. Abutalip’i sorgulayan KGB ajanının adı da Kazanap’ın cenazesini Ata-Beyit mezarlığına sokmayan Tansıkbayev ile aynıdır. Yedigey, ajan Tansıkbayev’in Ata-Beyit mezarlığındaki Tansıkbayev’in oğlu olup olmadığını düşünse de romanda bu belirgin değildir. Aytamatov bununla, ikisini bir karakter olmaktan çıkarıp onları tek bir mankurt haline getirerek bütün mankurtların aynı mantık ve düşünceye sahip olduğunu göstermeyi amaçlamıştır.
Orman Göğsü gezegeni
Romanda geçen diğer bir olay da Amerika ve Rusya’nın birlikte yürüttüğü “Demiburg” adı verilen bir projedir. Bu proje doğrultusunda “Tramplen” adı verilen yörüngeye “parite” adı verilen bir uzay istasyonu kurulmuştur. Bu istasyona Parite 1-2 ile Parite 2-1 adlarındaki iki görevli uzay adamı gönderilmiştir. Bu iki astronotun görevi gezegendeki maden kaynaklarını araştırmaktır. Tabi proje seyrinde ilerlerken bir aksilik olur ve bu iki astronottan haber alınamaz. Bunun nedenini araştırmak üzere iki astronot daha gönderilir.
Uzaya sonradan gönderilen bu iki astronot bir gerçeği öğrenirler. Daha önce gönderilen iki astronot “Orman Göğsü” adı verilen gezegene gitmişlerdir. Burada yaşayanlar insanlara çok benzemektedirler. Bu gezegende dikkat çeken şey her şeyin tabiatla uygun bir şekilde düzenlenmiş olmasıdır. Orman Göğüslüler savaş, devlet ve para gibi kavramları bilmezler. Her şey doğayla uyumlu hale getirilerek insanın hizmetine sunulmuştur. Orman Göğüslüler sahip oldukları kültürel ve medeni bütün her şeyi insanlarla paylaşmak istemektedirler. Dünyadaki insanların ilgisizliği ve savaşlar onları hayrete düşürmektedirler. Diyalogun olduğu yerde insanların her şeyi savaşla çözmeye çalışmaları karşısında şaşkındırlar.
Barışın tehdit olarak görülmesi
Orman Göğsü gezegenine giden iki astronot daha sonra uzay istasyonuna bu hakikatleri iletirler. Onlar da bunu Amerikan ve Rus yetkililere bunu bildirirler. Yapılan görüşmeler neticesinde Amerikan ve Rus yetkililer Orman Göğsü gezegendekilerin yaşayış biçimlerinin, kendi egemenlikleri için tehlike olduğu kanaatine varırlar. Çünkü onlar için ideal olan savaşsız bir dünya değildir. Bu iki büyük güç, Orman Göğüslülerin egemen olacağı bir dünyada varlık gösteremeyeceklerini düşünürler. Bu nedenle Rus ve Amerikan yönetimleri, bunun kendi vatandaşları tarafından duyulmasını önlemek için dünyanın etrafına her türlü iletişimi önleyecek manyetik bir kalkan yerleştirirler.
Bununla iki ülke de kendi rejimlerini korumayı amaçlarlar. Dünyanın etrafına yerleştirilen bu manyetik kalkan bize yine Juan Juanların Nayman gençlerinin başına sardığı deve derisini anımsatmakta ve dünyanın iki güç tarafından nasıl mankurtlaştırılmaya çalışıldığını da göstermektedir.
Ali İhsan Kolcu bunu “Bu manyetik kalkan, robot-insan’ı temsil eden mankurtun başına geçirilen deve derisi, hâl’de, mevcut rejimin ta kendisidir. Bu manyetik kalkan tüm dünyaya giydirilmiş bir deve derisidir, bir ideoloji, totalitarizmi temsil eden bir semboldür (Çağdaş Türk Dünyası Edebiyatı, s. 307).” sözleriyle dile getirir.
“Anıların dostu düşmanı olur mu?”
Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” romanında en önemli karakterlerden biri şüphesiz Yedigey’dir. Çünkü romanda hatırlamalarla ve geri dönüşlerle anlatılanlar; diğer karakterlerin özellikleri genellikle Yedigey’in varlığında ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Yedigey, romanın yansıtıcı karakteridir. İyice yaşlanmış, saçı-sakalı ağarmış olan Yedigey, dinine ve geleneklerine bağlı biridir. İnandığı değerler için mücadele etmekten çekinmez. Bu nedenle Yedigey, eski Kazak-Kırgız kimliğini muhafaza etmeye çalışır ve rejimin uyguladığı asimilasyon politikalarını kabullenmez.
Öyle ki Abutalip’i sorgulayan KGB görevlisine cesaretini toplayarak “Sen diyorsun ki düşmanca yazılar yazmış. Bunu anlayamıyorum. Anıların dostu düşmanı olur mu? Benim bildiğim geçmişte olan, şimdi olmayan şeylerin olduğu hatırlanmasıdır anılar. Sen demek istiyorsun ki, insan geçmişindeki iyi anıları hatırlasın, kötü olayları hatırlamasın. Nasıl olur bu? İnsan bir düş görürse bunu hatırlar. Peki, bu korkulu bir düşse, başkalarının hoşuna gitmeyecekse, onu hatırlamasın mı?” der.
Aytmatov da bir söyleşisinde Yedigey için “Ülkesinin ve halkının başına gelmiş olan korkunç çileyi çektikten sonra gerçek bir insan oldu” sözlerini kullanır. Fakat çektiği çilelere rağmen milli değerlerini bilen ve bu uğurda mücadele eden Yedigey’in bilgi eksikliği, bu mücadelenin etkili olmasını engellemektedir.
Abutalip’in milletperverliği
Romanda önemli karakterlerden biri olan Abutalip üzerinde biraz daha durulabilir. Çünkü o ulusal bilinçle halkının türkülerini, destanlarını ve masallarını derlemeye çalışan biridir.
Ali İhsan Kolcu “Çağdaş Türk Dünyası Edebiyatı” eserinde Abutalip’i “Milletperverdir; milletinin hafızasının güçlü olması gerektiğinin şuûrundadır. Bu yüzden milli hafızanın temel unsurları olan geçmişe ait bütün sözlü ve yazılı metinleri toplamaya çalışır. Teslimiyetçi değil mücadelecidir. O, gelecek kuşakların kendi milli kültürleriyle yetişmesi için müsait olmayan şartlarda çalışan bir gönül eridir. O, rejim tarafından çeşitli bahanelerle ortadan kaldırılan Kırgız ve diğer Türk boylarına ait aydın tipinin sembolüdür (s. 294)” sözleriyle anlatır. Abutalip’in temel derdi, kültürünü muhafaza edip yazarak geleceği de kurtarmaktır.
Çağdaş bir Mankurt Sabitcan
Romanda çok dikkat çekici bir karakter de Sabitcan’dır. Aytmatov romanda tarihi mankurt efsanesini anlatırken aynı zamanda Sabitcan gibi bir karakteri bize sunarak günümüzün çağdaş mankurtlarını göstermek istemiştir.
Sabitcan; küçük yaşlardan itibaren rejimin yatılı okullarında rejimin ideolojisi ve terbiyesiyle yetiştirilmiş, kültür bombardımanıyla geleneklerine düşman hale getirilmiş çağdaş bir mankurttur. Romanda Yedigey bunu “O okullarda, o enstitülerde ne öğrenmişti bu adam? Belki onu işte böyle bir adam, bir Sabitcan olsun diye eğitmişlerdi” sözleriyle sorgular.
Aytmatov’un da böyle biri hakkındaki düşüncelerini romanda geçen “Birçok şey öğrenmişti ama yine de beş para etmezdi, hiçbir işe yaramazdı” ifadelerinden anlıyoruz. Bir ölçüde Sabitcan, mankurtlaşmayı-köleleşmeyi bilinçli olarak seçmiştir diyebiliriz. Çünkü mankurtlaşmak karşılığında makam-mevki sahibi olacak ve güzel bir hayat sürecektir. Bu sebeple de Sabitcan, menfaat karşılığında ulusal benliğini sisteme teslim etmeye hazırdır. Ki Sabitcan etrafındakilere de sisteme direnmemek gerektiğini telkin eder. Romanda gelecekte insanların tek bir merkezden nasıl yönetileceğini, robot-insanların nasıl olacağını anlatarak haklılığını göstermeye çalışır.
Sonuç niyetine
“Gün Olur Olur Asra Bedel” romanıyla Cengiz Aytmatov günümüz dünyasında süren mankurtlaşma metotlarına da ışık tutmaktadır. Çünkü bugün de birçok halkın dilinin ve kültürünün yasaklanarak, tarihlerinin tersyüz edilip hafızalarının yok edilerek asimilasyona tabi tutulduğunu görüyoruz. Bu nedenle Aytmatov’un literatüre kazandırdığı mankurt kavramı bugün de güncelliğini koruyan bir metafordur. Bu nedenle Cengiz Aytmatov’un ölümsüz eseri “Gün Olur Asra Bedel”; asimilasyon, inkar ve imha politikalarıyla karşı karşıya kalmış bütün ulusların kendilerinden bir şeyler bulabilecekleri önemli bir romandır.