Son zamanlarda, özellikle Lice, Cizre, Sur gibi ilçelerde sokağa çıkma yasakları ilan edildikten bu yana ‘90’lara mı dönülüyor’ sıklıkla tartışılan konulardan biri haline geldi. Konu tartışılırken ve dahi soru sorulurken bir arka plan bilgisiyle değil güncel siyasi analizler üzerinden tartışılageliyor ve hak ettiği toplumsallaşmayı sağlayamıyor. Zira 90’lar Türkiye’nin batısı için bir ‘popüler kültür iması’ olmanın ötesine çoğu zaman geçemiyor. Söz gelimi bir kuşak 90’lar deyince Süper Baba’yı hatırlarken, bir kuşak babasının gözaltına alınışını ve bir daha dönemeyişini anımsıyor.
Peki, Kürt coğrafyası için nedir 90’lar dediğimiz?
Bugünün Cizre’sini başlangıç noktası alarak başlayalım. Özellikle bugünden başlamamızın sebebi, haber alma kanalları artık çok daha fazla ve alternatif; dolayısıyla 90’lı yılları görmemiş/bilememiş olanlar bugüne tanık oluyor. Milyonlarca insanın tanıklığında henüz netleşmemiş ‘ölüm bilançosu’ açıklanırken, görmediğimiz zamanlar orada ne oldu? Etkin bir yargılama pratiğiyle düne dair olanlar soruşturulup cezalandırılsaydı, yani cezasızlık dediğimiz müessese olmasaydı, hükümetler ve kolluk bugün bu denli fütursuzca hak ihlallerinde bulunabilir miydi?
2015 Cizre’sini 92 yılında Newroz’a yapılan saldırıda 7 yakınını kaybetmiş, geçen haftaki sokağa çıkma yasağında da 13 yaşındaki kızını kaybetmiş Emine Çağırga’dan dinleyelim[1]:
“Cemile eve gelip ‘Anne sokağa çıkma yasağı ilan edildi,’ dedi. Ondan sonraki süreçte bizi ablukaya aldılar. Ağır silahlarla, tanklarla, toplarla evlerimize saldırdılar. Evde duramadık, dışarıya çıktık… Sokakta çocuklar da vardı, Cemile de onların arasındaydı. Cemile koşarak eve geldi, ‘Anne kurşun teyzemlerin evine isabet etti,’ dedi. ‘Bir şey olmaz,’ dedim. Arkamı döndüm o sırada evlerimizi taradılar. Tekrar döndüğümde Cemile’nin yerde olduğunu gördüm… Hayatını kaybettikten sonra hastaneyi aradık. Sağlık çalışanları can güvenlikleri olmadığını, gelemeyeceklerini söylediler. Zaten ambulansların çoğu polislerin elindeydi… Kızımın bedeni kokmasın diye dondurucuda muhafaza ettim. Kızımın cansız bedeni 24 saat koynumda kaldı, 24 saat da dondurucuda kaldı. Sonra bir şekilde ambulans geldi, tabut olmadığı için tahtaları birleştirip Cemile’yi üzerine koyduk. Polis, bizim cenazeyle gitmemize izin vermedi… ‘Şırnak’a götüreceğiz,’ dediler ve nereye götürdüler bilmiyorum. Yasağın kalktığı gün cenazeyi teslim alıp mezarlığa defnettik.”
Bir de Gijal’den 92 Cizre’sini dinleyelim:[2]
“On beş gün boyunca sokağa çıkma yasağı ilan edildi Cizre’de olaylardan (Newroz[i]) sonra. Kadınları, özellikle çocukları müthiş bir korku sarmıştı. Bugün bunu vatandaşlarına yapan devlet yarın neler yapmaz ki kaygısı vardı aslında. Dükkânlar kapalı, insanlar perişan haldeydi. Ara sıra panzerler sokaklara girip o esnada canlı ne varsa tarayıp geçiyorlardı. Bizim Sabahat diye bir komşumuz vardı. Damda çamaşırlarını asarken o sırada bir mermi kadına isabet etti ve kadın yaralandı. Sokağı bırakın evinizin damına dahi çıkamıyordunuz. Ekmek ve su sıkıntısını ciddi anlamda herkes çekti… On beş günden sonra hayat yavaş yavaş normale dönmeye başladı, ama bu sefer insanlar tek tek evleri basılarak kaçırılmaya başladı. Kaçırılma diyorum, çünkü gözaltı ya da tutuklama değil, kaçırıp kaybettirme ya da öldürme amaçlı…”
Dönemin Şırnak Valisi Mustafa Malay T24 haber sitesine verdiği röportajda[3] 92 yılına dair şöyle diyor: “O gün gerek Cizre’de, gerek Şırnak’ta çok büyük sıkıntılar yaşandı. Birçok kişi katledildi… Çok kişi hayatını kaybetti. Sayılacak gibi değil. Halkı da çok perişan ettiler. O konuda ben daha çok askeriyeyi sorumlu buluyorum. Çünkü asker geliyordu, vatandaşların bütün işyerini, şunları bunları perişan edip gidiyordu. Bir de yaşlı, yaşsız insanlar öldürüldüler. Askerler de çok kişiyi öldürdü maalesef.”
Bu askerlerin başında pek çoğumuzun yakından tanıdığı ve Silopi’de 6 köylünün zorla kaybedilmesinden yargılanan ve beraat eden Emekli Tuğgeneral Mete Sayar vardı. Sayar 92 yılında kendisini ziyarete gelen gazetecilere dönemin ruhunu en iyi karakterize eden şu cümleleri kuruyor[4]: “”Ben burada güzel bir tablo yapmaya çalışıyorum. Bu tabloya küçük bir leke yapmaya kalkarlarsa o tabloyu Şırnaklıların başına geçiririm. Nitekim geçirdim de…”
Düne doğru giderken yaklaşık altı senedir sürmekte olan, yirmi yıl önce Cizre’sinin yüksek çözünürlüklü bir fotoğrafı diyebileceğimiz bir davayı, Temizöz Davasını ele alacağız Gijal’in bıraktığı yerden.
Temizöz Davası, 93-95 yılları arasında Cizre’nin yasalardan nasıl mahrum bırakıldığını, insanın çıplak var oluşuyla egemenin hükmüne nasıl terk edildiğini net olarak gözler önüne seriyor. Hala görülmekte olan bu dava, idari ve siyasi düzen içinde bir ilçenin yasalardan mahrum bırakılarak kamplaşmasının[5], insanın yalnız insanlığından kaynaklanan hakların yok edilmesinin hikâyesi aslında…
Davada dönemin Cizre Jandarma İlçe Komutanı emekli Albay Cemal Temizöz, eski Cizre Belediye Başkanı ve korucubaşı Kamil Atağ, Kukel Atağ, Temer Atağ, Adem Yakin, Fırat Altın (Abdulhakim Güven), Hıdır Altuğ ve Burhanettin Kıyak cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, bu teşekküle katılarak mensubu olmak, öldürmeye azmettirmek ve öldürmek suçlarından yargılanıyorlar. Söz konusu davanın konusu yasa dışı ve keyfi infaz edilen ve/veya zorla kaybedilen 21 kişi.
3 Ocak 2014 tarihinde verilen savcılık mütalaasında davaya konu olan toplam 20 cinayetin yalnızca 9’u bakımından ceza talep edildi. Diğerleri bakımından ise; zamanaşımından dolayı düşme veya delil yetersizliği nedeniyle sanıkların beraatı istendi. Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasından (2012) sonra Diyarbakır’dan yerele gönderilen, daha sonra da “güvenlik gerekçesiyle” Eskişehir’e nakledilen davanın 5 Kasım 2015’te nihayete ermesi bekleniyor.
Bu davada, ‘cezasızlık nizamının’ olmazsa olmazlarından iki temel müesseseden bahsedilmesi gerek.. Birincisi zamanaşımı, öteki ise güvenlik gerekçesi ile davanın nakli. Temizöz Davasında ‘suç işlemek için örgüt kurmak’ iddiasının zamanaşımı sebebiyle hükme konu olmaması istemi savcılık mütalaasında belirtildi. Yani örgütün varlığı kabul edilse dahi –ki savcılık kabul etmedi- zamanaşımı yönünden örgüt kurmak ve örgütlü suç işlemekten sanıklar cezalandırılamayacak. Başka bir deyişle öldürdükleri sabit olsa dahi çete olarak değil münferit olarak öldürüldüklerine dair bir hüküm kurulacaktı ki bunun adil olmadığı ve uluslararası sözleşmelerle ve Nürnberg ilkeleriyle çeliştiği aşikâr. Üstelik münferit kabul edilen sistemli adam öldürmeler için de zaman aşımı söz konusu. Bu dava sürdüğü ve 2009 yılında açılmış olduğu için söz konusu cinayetler henüz zaman aşımı denen kara deliğe düşmüş değil.
Bu davalar, güvenlik gerekçesiyle davaların nakli uygulamasından da nasibini alıyor. Mete Sayar, Musa Çitil, Nezir Tekçi davalarının hiçbir somur gerekçe yokken nakledilmeleri ve akabinde çıkan beraat kararları bu savı doğrular nitelikte. Nakil kararlarının mağdurların hak arama mücadelesine ve adalet arayışlarına zarar verdiği ve duruşmanın aleniliği ilkesini dolaylı olarak yok ettiği ortada. Kaldı ki güvenlik gerekçesi davanın mağdurlarını zımni olarak suçlayan, onları tehdit gören bir anlayışın da tezahürü. Temizöz Davasında da son kertede bu kararın verilmesi davanın kamuoyu gündeminden kaçırılmasından başka bir anlam ifade etmiyor.
93-95 yılları arası Cizre’nin fotoğrafını bu davada her şeyiyle görebilmek mümkün. ‘Terörle mücadele’ adı altında insan kayırma, rant devşirme, arazi meselesi için insan öldürme, siyasi ikbal ve kariyer için insanları zorla kaybetme, asker kontrol noktalarına rağmen beyaz Toros aracın içindekilerin tespit edilememesi, aileler arasındaki husumetten dolayı korucuların dahi öldürülmesi tanıklıklardan ortaya çıkan ve göze batan birkaç mesele. Ancak temel mesele öldürülmesi cinayet sayılmayan insanlar.
O dönem orada yaşayan insanların pek çoğu komutanların isimlerini biliyor, dönemi anlatırken komutanların isimleriyle anlatıyor. Temizöz de dâhil yargılanan pek çok askerin ‘devleti ayakta tutmak için mücadele ettim’ savunmalarının altında katliamlar, zorla kaybetmeler, keyfi infazlar ve işkenceler yatıyor. Yüzbaşı ve binbaşı rütbelerinde görevde bulunan bir askerin şöhreti şüphesiz Korgeneral Atilla Kıyat’ın ifadesiyle ‘Bir devlet politikası olan cinayetler[6]’ sebebiyleydi.
Bu cinayetlerden birini babası Ramazan Uykur gözlerinin önünde öldürülmüş İsmet Uykur’dan dinleyelim:
“Beyaz bir toros geldi. Toros marka araçtan inen sanık Tamer Atak, babama araca binmesini söyledi. Babam araca binmeyip yoluna devam edince, 50 metre ileride kaldırımda araçla önünü kestiler. Tamer arabadan indi ve elinde tabanca vardı. Aralarında boğuşma yaşanırken araçtan Kukel Atak indi. Babamı kalaşnikof ile taradı ve oradan ayrıldılar. Ben korkup şok geçirdiğim için olay yerine gidemedim. Çevredekiler kimi korkudan kaçtı, kimi kepenklerini kapatarak olay yerinden uzaklaştı. Araçta yüzünü göremediğim iki kişi daha vardı… Cizre’de o dönemde korku hâkimdi. Kimin kimi öldürdüğü belli değildi ve insanlar kendi canlarının derdine düşmüştü. Kimse gidip şikâyet edemiyordu. Şikâyet etseler bile başlarına bir şey gelmesinden korkuyorlardı. Sanıkların korucu olduklarını biliyordum. Jandarmayla birlikte çalıştıklarını bildiğimiz için korkuyorduk.”
Cinayetlerin peşine düşememe, adalet arayamama korkusunun dava devam ederken de yaşandığını belirtmekte fayda var. İbrahim Danış cinayetine tanıklık eden iki kişinin Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı’nda verdikleri ifadeleri geri çekmeleri örnek verilebilir…
Temizöz Davası, zorla kaybedilme ve keyfi infazlara dair henüz beraat ile sonuçlanmamış davalardan biri. Adalet arayışında kayıp ve maktul yakınlarının yanında olmak ise o dönemleri görmemiş/bilememiş ama bugüne tanıklık etmiş herkesin insanlık görevi. Cezasızlık bir kültür olmaktan çıksın, keyfi insan öldürmeler son bulsun diye büyük bir başlangıcın küçük bir imkânı… Yani en başta konu ettiğimiz soruyu ‘90’lara mı dönülüyor?’ sorusunu sormamak ve daha farklı bir yanıt alabilmek ve dahi dünden bugüne varabilmek için bu dava bir fay hattında duruyor. Cezasızlığın bir düzen olmaktan çıkartılabilmesi, yapılanların yapanın yanına kar kalmaması, adalet duygusunun tesisi için bu davada adaletin yerine gelmesi çok önemli.
[1] ‘Cemile gözlerime baktı ‘oy anne’ dedi ve öldü…’
[2] Rojin Akın-Funda Danışman, Bildiğin Gibi Değil 90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak, S. 251, Metis Yayınları, 2011
[3] ‘Eski Şırnak Valisi: Asker çok insan öldürdü; Ankara’ya anlattım, ilgilenmedi!’
[4] Başlangıç, Celal; Burası ‘Şırnak cumhuriyeti’, 21.09.2015
[5] Yardımcı, Sibel; Kentin Sınırında: Toplumsallaşmanın Yeni Metaforu Olarak “Kamp”, 21.9.2015
[6] Kıyat: Bana göre Cinayetler Bir Devlet Politikasıydı, 21.09.2015
[i] 92 Newroz’unda Cizre’de resmi kaynaklara göre 52 kişi öldü.