Sevgili,
Hani o daha önce yazdığım mektupta anlattığım "39 yaşının sonuna kadar yurtdışında kalmasında ve yurda giriş çıkışında bir sakınca yoktur " belgesi vardı ya; işte onunla Seattle’a geri döndüm.
TIKLAYIN / Bir Askerlik Hikayesi...
Boya badana, bahçe işleri, bulaşıkçılık, tabelacılık derken bir kahve ocağı açtım…
Buongiorno Espresso!
O da ayrı bir hikaye…
Düşünsene Starbucks bile meşhur değildi hisseleri halka açılmamıştı bile o zamanlar.
Yazarım sonra…
Aradan bir dört yıl geçti. 1993’e geliverdik!
Yine memleket hasreti ağır bastı.
Bu kez yardımı olacağı düşüncesiyle, yıllardır biriktirdiğim sağlığımla ilgili belgeleri ve bizim buranın en yetkili, "Nortwest Asthma and Allergy Center", Kuzey Batı Astım ve Alerji Kliniği'nden aldığım üç kıdemli doktorun imzasını taşıyan "Askerlik Yapamaz" raporunu koca bir dosyaya yerleştirip yeniden düştüm yollara.
Bu kez yolculuk Almanya üzerinden Türkiye…
Antalya Havaalanı’nda yine bir "zırttttttttt..."
Abim Mustafa o yıllarda Dünya Gazetesi Akdeniz Bölge sorumlusu.
Ben polislerin arasında pasaport kontrolda bekliyorum.
Abim bir yolunu bulup içeri giriyor ve nöbetçi amiri ikna edip, sarı basın kartını ve benim pasaportu "rehin" olarak bırakıyoruz.
Ertesi gün havaalanında bize verdikleri "tavsiye" ile birlikte kimliklerimizi alıp çıkıyoruz.
" Nedir tavsiyeniz?"
" Tavsiyemiz şudur ki; hakkınızdaki bu sicili ancak Konya Emniyet Müdürlüğü’nde temizletebilirsiniz!
" Bizim buradan yapabileceğimiz bi şey yok! " diyor amir polis!
Ver elini Konya…
Konya Emniyet sicilde bir polis memuru ;
" Her şeyin bir oluru var! Bekleyin ! " diyor.
Bekliyoruz…
"Neyi bekliyoruz?"
" Bu işi yapacak memur arkadaş burada değil!"
"Siz yapamaz mısınız? "
"Bir oluru olması gerek! "….
" Bekleyin bakalım!….
Abim, "ya balım bu adam bize bekleyin diyor ama o kesin bizden bi şey bekliyor!" diyor..
Hani Özal dedi ya " Benim memurum işini bilir diye"
" Anladın sen onu! "
" Zırnık vermem" diyorum…….
" Yarın gelin o zaman!"
Ertesi gün yeniden oradayız…
O işten sorumlu memur da orada.
Bundan sonra bilgisayarlar "zırtttttt" etmeyecek diyorlar.
Ayrılıyoruz.
Ver elini Hadim!
Torosların göbeğindeki Hadim Askerlik Şubesinden Gülhane Askeri Hastanesi’ne sevkime dair bir kağıtla Ankara’ya dönüyorum.
" Yav arslan gibi adamsın!
Bizim buraya bacağı olmayan, kolu olmayan çocuklar geliyor ‘beni askere alın’ diye yalvarıyor!
Sen gelmişsin karşıma ‘ ben astım hastasıyım’!
Saçmalama kardeşim!
Seni savaşa mı göndereceğiz sanki!
Bak elinden yazı çizi işleri de geliyormuş!
Geri planda oturur askerliğini yaparsın!"…..
" Sen git şimdi aşağıya nefes testini yaptır, gel beni gör sonra!"
İnanmayacaksın, hastahanenin iki üç katını koşarak inip çıkıyorum teste girmeden önce!
Hani olur, belki nefes darlığım filan tutar da…
Ama Ankara burası!
Ne nefes darlığı!
Ciğerlerim öyle açılmış ki,
Neredeyse Çankaya’nın tepesine kadar koşarak çıkacağım.
Doğduğum, büyüdüğüm, ilk sevdiğim, ilk sevildiğim
ilk göz ağrım, ilk gözaltım…
Türküleri dilime dolanmış, her karışını bildiğim Ankara’m.
Sokaklarında duvarlarına yazdığım yazıların izleri duruyor;
" Kurtuluşumuz Sosyalizm."
Altındağ’dan Ulus’a, Ulus’tan Kızılay’a, Kuğulu Park’tan Çankaya’nın tepesine kadar bütün kaldırımlar, sokaklar tanır beni…
Halâ ilk gençlik yıllarımda boğazım yırtılırcasına bağırarak dağıttığım bildirilerin, sattığım gazetelerin yankısı çınlar bulvarda…
…..
" Askerlik yapmasında bir engel yoktur"
Mühür- İmza
Çok sevdiğim ustam, ağabeyim, üstadım Ezel abim,
" Ne iyi ettin de geldin. !" diyor gülen gözleriyle.
….
"Ne? Bu viskiyi sana rapor yazan yüzbaşıya mı verecektin?"
" İyi ki öyle bir gaflette bulunmamışsın!’
….
" Oğlum sen manyak mısın? Askere rüşvet mi verilir?
" Abi.. valla rüşvet değil… raporlarıma bakıp ‘askerlik yapamaz’ deseydi.. ‘size bir hediyem var komutanım’ diyebilirdim yani!
" İyi ki dememişsin! Hadi sağlığımıza!"
Az dalga geçmemişti benle.
Hatta bir ara "askerlik yapmamak için adımı mı değiştirsem acaba?" diye mırıldandığımda,
" Oğlum senin adını benim annem koymuş!"
" Bi değiştir de görelim! Ankara’ya sokmam seni, ihbar ederim" demişti.
"Oğlum Che de astım hastasıydı, ama Küba’da devrim yaptı!"
"Adam gibi gel yap askerliğini, çok şey öğreneceksin orada..."
Yıllar çok çabuk geçti, ne zaman oldu da kırk yaşıma geliverdim…
Ve ben yeniden " kaçağa düştüm."
Annem hiç beklemediğimiz bir anda öleli dört sene geçmiş aradan.
Ezel abim de kansere yenildi aynı sene.
Bu arada ben iki kez daha memlekete girip çıkmışım hiç bir sorun olmadan.
Babam, annemin ölümünden sonra " yüreğime bir kor düştü, hala yanar…" derdi!
Mide kanserinden ameliyat oldu.
Sene 1999 aylardan Ekim!
....
"Alo…"
"Evet…
"Los Angeles Konsolosluğu!"
.....
" İsim vermiyoruz beyfendi!
"…
Şimdi şöyle bir durum var,
babam ölüm döşeğinde, ben acilen memlekete gitmek istiyorum…
Hani Amerikan pasaportuyla gitsem başım derde girer mi ? "
…..
" Bir saniye bekleyin lütfen, dosyanıza bi bakalım!"
….
" Sen suçlusun!!!"
….
Nasıl kendimi kaybettiğime, o benim "kibâr" yanımın bir yıldırım hızıyla nasıl da küfürbaz, kavgacı bir kimliğe büründüğüne, göğsünün kafesi yırtılırcasına bağıran, ağza alınmayacak küfürler savuran bir adam oluverdiğime o yıllarda bizim cafede çalışanlar tanıktır.!
" Ulan sen bana nasıl ‘suçlusun’ dersin? diye başlayıp, " Yargısız infazcılar sizi " ile devam ederken sesimin kaydedildiğinin farkına varıyorum ama umurumda değil! Telefonda konsolosluk koridorlarında yankı yapan sesimi duyuyorum…
" Senin var ya…."
…..
" Konuşun siz konuşun…"
…..
" Ben seninle ne konuşacam lan!
" Benim bütün secerem senin önünde. Sen benim kim olduğumu, nerede yaşadığımı, adımı sanımı, nerden gelip nereye gittiğimi
biliyorsun!
" Sen benim için bi rakam bile değilsin.."
" Teröristlerin bile bi takma adı olur!
" Ben kimi kime şikayet edeceğim?
" Bana konsolosu ver..."
….
" Konuşun siz konuşun"
…..
" Yıkıl karşımdan.."
Sözüm meclisten dışarı… Neler vardı neler o sinkaf silsilesinin içinde!
" Konuşun siz konuşun.."
" Astrofizik…. Ben senle ne konuşacam lan…."
….
"Buyrun beyfendi ben konsolos yardımcısıyım..’"
"Adınız?’"
"İsim vermiyoruz beyfendi!"
….
Al baştan…. Sonunda;
Aramızda kalsın, eğer bu mektubu başkalarıyla paylaşırsan belki kulağına gider. O gün kendisini konsolos yardımcısı olarak tanıtan adam adını verdi ve şöyle dedi bana ;
"Sedat bey, siz her ne kadar Amerikan vatandaşı olsanız da, halen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşısınız! Sizi memlekete varınca, tutuklarlar ve askere gönderirler. Bundan kaçış ve erteleme şansınız artık yok. ABD pasaportu taşımanız bir şey ifade etmez."
Buyur burdan yak!
Teşekkür ederek telefonu kapattım…
Babam; İki ağabeyim yanıbaşında ölümü bekliyor!
"Oğlum" diyor telefonda… ‘
"Deden, benim babam, sekiz sene askerlik yaptı! İstiklal Savaşı Gazisi! Kuva-i Milliye O’dur! Madalya verdiler! Birinci Cihan Harbinde İngilizlere esir düştü, Yemen’de ayakkabı köselesi yiyen dedendir…Ben İkinci Dünya Harbinde dört sene askerlik yaptım. Abin Mustafa üniversite mezunu iki sene askerlik yaptı… Ömer’i sayma ama , o da dört ay askere gitti. Onun’da askerlik hikayesi hikaye değil.. Ben askerdeyken ... Bitti... Sen yapmasan da olur… Senin askerliğini bize saysınlar.. Sakın gelme! Hoşçakal " dedi…
Vedalaştık!
Beni bekledi…
Eğer o günlerde gidebilseydim, son nefesine yetişebilirdim…
Ve öldü!
İki ağabeyimin kolları arasında onu doğduğu topraklara gömdüler…
Gel zaman git zaman…
Bizim Cafe Paloma’ya bir adam girdi kapıdan…
"Is Sedat Uysal here?"
"Kim arıyor?"
" Abi.. Merhaba… Ben sizin adınızı çok duydum… California’dan geliyorum.
Burada Boeing’de bir konferansa geldim…
Benim eşim Konsoloslukta çalışır…
Siz çok meşhursunuz orada!
Sizinle tanışmak istedim. "
Haydaaaa, çay kahve, muhabbet…
…..
"Abi size eşimin direk numarasını vereyim. Bir ihtiyacınız olursa lütfen onu arayın."
Dünya küçük…
"Alo…
…
"Yasemin Hanım.."
…
" Ben, Seattle’dan…"
….
Duyduğum kahkaha halâ kulaklarımda…
" Sedat bey, allah aşkına… Verin, kurtulun…"
Bi kahkaha da benden!
"Anam ne verecez? "
"Şimdi bu büyük depremden ötürü; yurt dışında yaşayıp kırk yaşını geçip de askerlik yapmamış olanlara bir af tanındı. Artık askere gitmelerini istemiyoruz! Bedelli askerlik yapacaksınız ama bir gün bile kışla yüzü görmeyeceksiniz!… Verin kurtulun…"
Yasemin hanım, adıma bir takım formlar gönderiyor!
Dört taksit…
Yanlış anımsamıyorsam o günlerde 15 bin Alman markına tekabül eden, atıyorum, $9975.75 cent gibi bir parayı senenin dördüne bölüp NewYork’ta bizim bankalardan birine yatırmak üzere bir sözleşime imzalıyorum ve ilk taksidi ödüyorum.
Bir yıl sürüyor…
Verip kurtuluyorum!
TC Los Angeles Konsolosluğundan gelen bir "Teskere " askerliğimi bedelli olarak tamamladığımı "teyit" ediyor!
"Özgürlük paha biçilmez bir değerdir...’" Bir kez daha inanıyorum bu söylediklerime.
…
İşte böyle sevgili…
Bugünlerde, hani her birimiz korona vesilesiyle ev hapsindeyiz.
O teskereyi ararken bi bilsen neler buldum neler…
Onlar da ayrı ayrı birer hikaye…
Dışarda deli dolu bir bahar…
Yabani kiraz ağaçları sessiz sokakların hakimi…
Babama " ben de askerlik yaptım, üstelik teskerem bile var " diyebilmeyi çok isterdim.
Sevgiyle kal.
Şimdilik evde kal…
Sokağa çıkacağımız günler yakındır…
(SU/DB)