Zalimler karşısında bir duruşu olmalı insanın. Öyle bir duruş ki karşında kim ya da hangi kurum olursa olsun, bozulmayacaksın. Küçük bir esneme, titreme, gerilme hatta göz kaçırma yaşamayacaksın zalimin karşısında. İçten içe en çok korktuğun, en zayıf hissettiğin, en dokunsalar ağlayacak olduğun anda bile gözünü çekmeden bakacaksın baskıcına, zulmedene, zulüm etmek için fırsat kollayana.
Karşında ağzı salyalı, zarar vermek üzere eğitilmiş köpeği ipleri gevşek bir şekilde tutan bir polisin gözlerine dikeceksin gözlerini misal. Sana yönelmiş bir TOMA karşısında kollarını açıp bekleyeceksin ya da yağmurda ıslanmaya durmuş gibi.
İçinde su olması gereken ancak deneyimlerle sadece su olmadığını bildiğin o kocaman, çirkin araç karşısında durup, onu kullanan ve az sonra sana o -muhtemelen yakıcı- maddeyi tazyikle fışkırtacak kişiyi şaşkınlığa hatta dehşete sürükleyeceksin. Orada oturduğuna lanet edip senin yerinde olmayı diletecek kadar hayran bırakacaksın kendine.
Bunları ve bunları yapacaksın. Bunları ve bunları yapmalısın. Bunları ve bunları yapmaya cesaretin varsa eğer güçlüsün. Gücün cesaretinden geliyor. Cesaretin ise haklılığından.
İşte o güce, o cesarete, o kararlılığa sahipsen ancak duruşun bozulmayacak. Duruşun bozulmadan yürüyecek, duruşun bozulmadan öleceksin yeri gelince. Haklılığın cesaretini, cesaretin gücünü gösterecek.
Gücü elinde tuttuğu için her yaptığının haklı olduğunu düşünene karşı haklı olduğu için güçlü olan olacaksın. Bu yüzden karşındaki tarihte lanetlenirken, sen tek bir duruşun, tek bir “haklı” duruşun ile aynı tarihe adını yazdıracaksın.
Sophie Scholl tam da bahsettiğim bir duruşla tarihe adını yazdıran kadınlardan oldu. İnandığı dava için yapması gerekeni cesurca yaptı. Yaptığının arkasında güçlü bir şekilde durdu. Çünkü haklıydı. Kısacık yaşamıyla, milyonlarca insana bugün bile güç ve ilham veren bir örnek olmayı başardı.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Münih’te üniversite okuyan Almanyalı bir kadındı. Nasyonal Sosyalist rejim ve diktatör Hitler’in hegemonyasındaki Almanya’da gerçeği gören, görmekten korkmayan; diktatörlüğün hiddetiyle gördüğünü söylemekten bile korkan insanlara gerçeği anlatmaya çalışan küçük bir grubun üyesiydi.
Jillian Wales’in “idealist ve naif, fakat inandıkları şeye tutkuyla kendini adamış” olarak tanımladığı Adı “Beyaz Gül” (die Weiße Rose) olan bu hareketin amacı Almanya’nın içinde bulunduğu düzen ve savaş ortamının yanlışlığını, Hitler’in kapalı kapılar ardında yaptığı soykırımı insanlara anlatmak, onları görmeye, karşı olmaya, harekete geçirmeye davet etmekti. (1)
Ülke içerisinde yaşam olağan koşullarıyla devam ederken, cephelerde insanların faşist bir Almanya ve diktatör bir lider için can veriyor olması bir yana, bir yandan da tarihin en büyük ve vahşi soykırımı yapılıyordu. Halk bu gerçekleri görmemeyi tercih ediyor, korkuyor ya da en kötüsü kabul ediyordu. Oysa bu gençler sessiz kalamaz, görmezden gelemezlerdi. Beyaz Gül hareketi böyle bir atmosferde yeşeren küçücük bir gruptu ve kendi imkanlarıyla hazırladıkları bildirileri, basıyor, çoğaltıyor, telefon rehberlerinden seçtikleri, özellikle davalarına destek olabilecek kişilere postalıyor ve fikirlerini yaymaya çalışıyorlardı. Naiftiler ve elbette kendilerini buna adamışlardı.
Sophie, ağabeyi Hans Scholl ile birlikte bu hareketin kurucularından ve önde gelen isimlerindendi. Kontrol bölgelerinde erkeklere oranla daha nadir arandıkları için grubun içindeki bir kadın olarak Sophie bildirileri gitmesi gereken yere taşıyordu. Riski gönüllü olarak alıyordu. Bildirileri farklı adreslerden göndererek önlem alıyorlar ancak aynı anda onları bu farklı adreslere götürerek yakalanma riskini göze almaları gerekiyordu. Bu şartlar altında Haziran 1942 ile Şubat 1943 yılları arasında kaleme aldıkları toplamda altı adet bildiriyi Münih, Stuttgart, Frankfurt, Linz ve Viyana’da halkla buluşturdular.
Sophie ve Hans’ın kızkardeşi Elisabeth Harthnagel, kızkardeşi için “Sophie Alman halkına başka bir yolun mümkün olduğunu, bir seçenekleri olduğunu göstermeye çalıştı. O Alman halkının yapmış olması gerekeni yaptı” demiştir. (2) Sophie davalarının ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğinin farkındaydı. Zaten fikirlerini başkalarına duyurmaya çalışan insanları böyle sonuçların beklediği bir atmosfer davanın ne kadar haklı olduğunun göstergesiydi. Kızkardeşi Elisabeth ne yaptıklarını öğrendiğinde korkmuş ve ona bunun sonucunu hatırlatmıştı. Ancak Sophie bunun ölümüne neden olabileceğini bildiğini ve bedeli neyse ödemeye hazır olduğunu söylemişti. (3)
İlk bildiri Almanya’da yükselmekte olan faşizm ve yozlaşmayı irdeliyordu. İkincisi ise Yahudilere karşı yürütülen sistematik soykırımı gözler önüne sermekteydi. Üçüncü bildiri diktatörlüğe vurgu yapıyor, doğrudan Hitler ve onun baskıcı yönetimini eleştiriyordu. Beyaz Gül hareketinin üyeleri çoğunlukla üniversite öğrencileriydi. Bu öğrenciler üniversiteden profesörleri olan Kurt Huber’i de hareketleri içine almayı başardılar. Altıncı bildiri Huber tarafından yazıldı.
Sophie ve Hans’ın gittikçe daha fazla risk alma istekleri, duvarlara sloganlar yazmaları ve bildirileri üniversite kampüsünde dağıtma kararları sonlarının başlangıcı oldu. 18 Şubat günü Münih Üniversitesi’nde dağıttıkları bildirileri gören hademe durumu yetkililere bildirdi ve orada tutuklandılar.
Yakalandıktan sonra yapılan sorgularda ve göstermelik duruşmada eylemlerinin arkasında duran Sophie “Pek çok insan bizim düşündüğümüz gibi düşünüyor ancak bunu söylemeye cesaret edemiyor” diyerek insanların korkuları nedeniyle düşündüklerini dile getirmediklerini apaçık etmişti. (4)
Sophie ve Hans Scholl, tutuklandıkları gün Hans’ın yanında bulunan yedinci bildirinin taslağının yazarı Christoph Probst ile birlikte yargılandılar. Üçü de suçlu bulunarak ölüme mahkum edildi. İnfazları tutuklanmalarından dört gün sonra 22 Şubat 1943 günü gerçekleşti. Faşizm karşısına çıkan engelleri vakit geçmeden bertaraf etmek zorundaydı. Direniş gösteren, göstermeye niyet edenlere bir uyarı olarak cezaları vakit kaybetmeden uygulanmalıydı!
İnfaza götürülmeden önce “Ne kadar güzel, güneşli bir gün ve ben gitmek zorundayım” diyordu Sophie. “Fakat binlerce insan bizim sayemizde uyanır ve harekete geçerse, benim ölümüm neden bir sorun olsun ki!” (5)
Vatana ihanetten yargılanan ve giyotinle ölüme mahkum edilen Sophie, Hans ve Christoph ölüme giderken de güçlüydü.
Güçleri cesaretten geliyordu, cesaretleri ise haklılıktan.
Haklıydılar, ölüme mahkûm edildiler ancak onlar kazandılar. (SK/YY)
Dipnotlar
1 Jillian Wales, Women’s Resistance Efforts in Nazi Germany 1939–45: Her Story, 230
2 Frank Mc Donough, Sophie Scholl, 158.
3 Ruth Hanna Sachs, Two Interviews,5.
4 Jillian Wales, Women’s Resistance Efforts in Nazi Germany 1939–45: Her Story, 231
5 http://www.raoulwallenberg.net/holocaust/articles-20/sophie-scholl-white-rose/