“kadın olmaktan utanmıyorum, yazar olmakla da iftihar ediyorum”
1905 yılında İstanbul’da doğmuş bir kadından bahsediyoruz. Cumhuriyet bile ilan edilmemiş. İlk şiiri 13 yaşındayken basılmış, 16 yaşında kitabı yayımlanmış ve gazeteciliğe daha öğrenciyken başlamış bir kadından bahsediyoruz. Elbette iftihar edecek yazar olmaktan.
“Kadın olmaktan utanmıyorum” ifadesi ise dönemin zorlu şartlarında bir kadın olarak var olmanın, sesini duyurmanın, tanınır olmanın getirdiği bir durum. Belki bir bedel. Cesaret örneği. Bedel, çünkü kadınsan, varsan ve sesin duyuluyorsa ve tanınıyorsan hakkında konuşulanlar senin yaptıklarından ziyade, eril zihniyetin seni koyduğu yere oturmuyor oluşundur. Bugün bile. O zihniyetin tahakkümünü kabul etmiyorsan yaşamın bir şekilde bedel ödemekle geçer. O ya da bu şekilde bir bedel.
Cesaret örneği yazdım bir de. Onun cesareti içine doğduğu Osmanlı burjuvasından çıkıp sadece yazar olmak değildi. Sınıf değiştirdi. İçine doğduğu sınıfa, o sınıfın imtiyazlarına sırtını döndü ve yönünü ezilen tarafa çevirdi. Fatmagül Berktay şöyle yorumlar bu cesareti:
“…yalnızca formel, dışsal biçimlerle ilgili bir cesaret değil, yaşamın her alanında gözünü kırmadan başkaldırabilme, verili olanı sorgulama ve kendisi olabilme cesaretidir bu ve bu anlamda hapislere girmeyi göze almanın epey ötesinde bir şeydir.” (1)
Hapishaneye girmesine kadar uzanan yolda neler yapmıştır bu cesur kadın?
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde profesör bir baba ve saraylı bir annenin yani varlıklı bir ailenin çocuğudur. Hatice Saadet ismi verilir kendisine. Ancak evde Suat ismi yaygındır. Suat Derviş mahlasıyla tanırız biz kendisini. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak iyi bir eğitim görür, birden çok yabancı dil öğrenir.
İlk şiiri kendisinden habersiz olarak aile dostları ve komşuları olan Nazım Hikmet tarafından Alemdar gazetesine gönderilir ve orada yayımlanır. Nazım’la olan bu dostlukları daim olacaktır. Birlikte okumalar yapar, toplantılara giderler. Ve hatta Nazım Hikmet’in Suat Derviş için yazdığı ifade edilen bir şiir kalır geriye:
“Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını;
“Bir kere eğemedim bu kadının başını.”
Derviş başını eğecek kadın değildir zaten. İlk şiirinin yayımlandığı Alemdar gazetesinde çalışmaya başlar. Gazeteciliğe devam ederken bir yandan da edebi eserler üretmeye devam etmektedir. 16 yaşında yayınlanan Kara Kitap’ın ardından Hiçbiri, Ne Bir Ses Ne Bir Nefes, Buhran’ın Gecesi, Fatma’nın Günahı, Gönül Gibi, Emine adlı romanları izler. Hikaye kitapları da yayımlanır. Ahmet Ferdi, Behire’nin Talipleri ve Beni mi? gibi.
TIKLAYIN - MÜNEVVER BİR OSMANLI KADINI: SUAT DERVİŞ VE KARA KİTAP
Muhabir olarak Avrupa’ya giden ilk kadındır. Uluslararası Montrö ve Lozan konferanslarına muhabir olarak katılır. Edebiyat alanında üretkenliği, onu yavaşlatmaz. Aksine gazetecilikten gelen yazarlığı metinlerinde zenginlik sağlar. Zaman içerisinde kendi değişimiyle birlikte metinleri de değişir, evrilir. Daha çok cinsiyet ve eşitlik temelinde kadınları ele alan yazıları sosyalizmin etkisiyle toplumcu gerçekçi bir çizgiye kayar.
Çimen Günay–Erkol onun gazetecilik destekli edebiyatının “Türkiye’nin kapitalizme geçişini anlamak ve 1920’lerden 1970’lere kadar yaşananları bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirebilmek için önemli ipuçları” taşıdığını ifade eder. (2) Gazete yazıları, roman ve hikâyelerinin dışında, eleştiri yazıları, seyahat yazıları, röportaj, fıkra ve çevirileri bulunmaktadır.
Kadın hareketinde de öncü bir kadındır. 1926 yılında İkdam gazetesinde bir kadın sayfası hazırladı. İlk defa bir gazetenin kadın sayfası oluyordu böylece.
1927 yılında kız kardeşiyle birlikte konservatuar eğitimi almak için Almanya’ya gitti. Bir süre sonra Berlin Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Fakültesi’ne devam etme kararı aldı. Almanya’da yazı hayatına devam etti. Ancak babasını kaybedince mezun olamadan geri döndü.
Suat Derviş’in adından sıkça söz edilmesinin sebeplerinden biri de birden fazla evliliği olmasıdır. Normlara bu anlamda da uymadığı için de kötü kadındır. Tek gayesi evlenip, çocuk sahibi olmak, ahlaki değerleri gelecek nesillere aktarmak olmayan bu kadın İkinci Dünya Savaşı öncesinde siyasi havayı teneffüs etmek ve aktarmak göreviyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'ne (SSCB) gönderilir.
Oradaki gözlemleri çalıştığı Tan gazetesinde yayımlanır. Bu yazı dizisi onun politik anlamda da kötü kadınlığa devam ettiğini gösterir. Nazım’ın “Vatan Hainliği” gibi Suat Derviş’in de “Kötü Kadınlığı” devam edecektir.
Başarısız üç evliliğin ardından 1941 yılında mutlu olacağı, saygı duyacağı ve politik anlamda uyuşacağı biriyle evlenmiştir: Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner. Birlikte partinin yayın organı olarak görülen Yeni Edebiyat Dergisi'ni çıkarmışlardır. Bu dergi toplumcu gerçekçi yazı geleneğine katkılar sağlamış, birçok yazarın adını duyurmasına sebep olmuştur. Suat Derviş’in eleştiri ürünleri bu dönemde kaleme alınmıştır.
Önemli bir politik figürle evlenmiş ancak kendi adından ve unvanından asla feragat etmemiştir. Bir toplantıda Reşat Fuat Baraner’in karısı olarak takdim edilince itirazını yükseltmiştir. “Ben yazar Suat Derviş’im. Kimsenin karısı olarak yâd edilemem.” (3)
Birinin karısı olsa da bireyliğinden feragat etmeyecek ve kimsenin karısı olarak tanıtılmak istemeyecek kadındır o. Kendisi olarak vardır. Yazar ve gazetecidir. 1936 Model Gençler ve Zavallı Peyami Safa adlı kitapçıktaki yazısında hakkında yapılan eleştirilere cevap niteliğindeki şu ifadeyi yazacaktır:
“Eğer acıdıkları unvan muharrir unvanıysa yook baylar!.. Ona ilişemezsiniz, bunu bana kimse babasının kesesinden rüşvet, iane, sadaka veya taltif makamında vermedi. On altı yaşımdan beri, tam on altı sene çalışarak onu kazandım. Hem de nasıl çalışarak. O unvan benim yegâne servetim, biricik iftiharım ve ekmeğimdir.” (4)
Böyle bir kadını birisinin karısı olarak takdim etmek!
Suat Derviş 1944 yılında TKP soruşturma ve tutuklamaları kapsamında eşi Fuat Baraner ile birlikte tutuklanır. Zaten “Niçin Sovyetler Birliği'nin Dostuyum?” yazı dizisi nedeniyle toplumda dışlanmış, iş bulmakta güçlük çekmeye başlamıştır. Sekiz ay tutuklu kalır. Fuat Baraner’e ise sekiz yıl hapis cezası verilir. Baraner daha sonra yeniden tutuklanıp hapishanede kalır. Toplam 17 yılı hapishanede geçmiş, 1968 yılında vefat etmiştir.
Baraner’in yokluğunda yaşadığı, yaşamak zorunda bırakıldığı yalnızlık ve dışlanmışlık yaklaşık 10 yılını yurtdışında bir nevi sürgünde geçirmesine neden olur. Asla yılmaz, üretmeye, çalışmaya devam eder. Romanları yabancı dillerde yayımlanırken, kendi ülkesinde kulaklar kapalıdır. Yine de vazgeçmez.
Türkiye’nin ilk kadın sendikası olan Devrimci Kadınlar Birliği’nin kuruluşunda yer alır ve başkanı olur. Bu birlik kapatıldıktan sonra yazmaya devam eder.
Öncelikle bir yazardı Suat Derviş. Politikti. Feministti. Dışarıda bırakılsa da hayatın içinden, “kitabın tam ortasından” yazdı.
Her zaman iftihar ettiği, “yegâne servetim” dediği yazıları yüzünden mahkum oldu, hapis yattı. Kendisini tutuklayan mahkemenin kayıtları onun hakkındaki en güzel cümlelerden birini içeriyordu. İsteseler, dileseler öyle güzel anlatılamazdı belki Derviş:
“...ömrünü yazı yazmakla ve dünyada olup bitenleri takiple geçirdiği göz önüne alınınca” diye başlıyordu cümle ve “…kocasının bir oda içindeki faaliyetine tamamen kayıtsız kalmayacağı kanaati kuvvetlenmektedir” şeklinde son buluyordu. (5)
Suat Derviş 23 Temmuz 1972’de öldü.
Fosforlu Cevriye denince akla Türkan Şoray geliyor, yazarı Suat Derviş asla değil.
Gölgesi halen çok güzel bir şiir. (SK/YY)
Dipnotlar
1. Berktay, Fatmagül. “Yıldızları Özgürce Seyretmek İsteyen Bir yazar: Suat Derviş” Tarihin Cinsiyeti, Metis 2012 (s.207)
2. Günay-Erkol, Çimen, “Cemiyet Hayatı ve Muhayyile: Suat Derviş’in Edebiyat Anlayışı” Varlık, 1279, Nisan 2014 (s.5)
3. Aktaran Saliha Paker ve Zehra Toska, “Yazan, Yazılan, Silinen ve Yeniden Yazılan Özne: Suat Derviş’in Kimlikleri” Toplumsal Tarih, 39, Mart 1997. (s.12)
4. Aktaran Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyeti,209
5. Mahkeme Tutanakları, 1944, s.117 (akt. Berktay, 206)