Son barış görüşmeleri başladığından beri Türkiye televizyonlarını bir heyecan sarmış görünüyor. Hemen hemen tüm gazeteler ve televizyon kanalları Abdullah Öcalan-Kandil-Avrupa-BDP ilişkileri üzerine kafa yoruyor. Elbette hepimiz uzun yıllardır özlemle barış bekliyoruz. Hepimiz bu süreçte tarafların alacağı tavırlarla ilgiliyiz. Ancak barış sürecinin içeriği kadar biçimi de ne kadar toplumsallaşıp, ne kadar sürdürebilir olacağını belirleyecek.
Bu yazıda konu edeceğim, barış görüşmeleri çevresinde kurulmuş olan söylemsel ve eylemsel alanın eril niteliği olacak. Barış görüşmelerinin kamusal alandaki erkek egemenliğini ve erkek egemen bilme ve eyleme biçimlerini doğallaştırdığını düşünüyorum. Görüşmelerin şeffaflıktan, katılımcılıktan ve eşitlikten uzak niteliklerinin Türkiye derin devlet ve darbe dönemi ile devamlılık taşıdığını ve bu yüzden de yeni bir dönemin başlamasını engellediğini iddia ediyorum.
Dünyada savaş sonrası süreçleri çalışan akademisyenler ve aktivistler, barışın “savaş yok” demekten çok daha fazlası olması gerektiğini, barışın sürdürülebilir ve toplumsal olmasının her alanda gerçekleşecek bir egemenlik paylaşımı ile mümkün olacağını belirtiyor. Daha da önemlisi “barış” denilen sürecin özne ve iktidar üretim biçimlerine bir müdahale gerçekleştirmesi gerektiğine dikkat çekiyorlar. Bir diğer deyişle barışın imkanını “barışma” sürecinde uygulanacak ve kurumsallaştırılacak araçların, toplumu ve toplumsal özneleri değiştirme potansiyelinde görüyorlar.
Bilindiği gibi dünyada yaşanmış onlarca barış sürecinde geliştirilmiş olan barış mekanizmalarının büyük bir çoğunluğu aslında, özne ve öznenin ait olacağı kollektivitenin kimliğine dair bir yeniden inşa içeriyor. Hakikat komisyonları, hafıza anıtları, yeni bir anayasanın ortaya çıkması dahil olmak üzere “barışmanın” içerdiği tüm araçlar doğrudan yöneldikleri amacın yanı sıra, egemen kimliklerin ve egemen kültürün o güne kadar oluşturmuş ve cesaretlendirmiş olduğu öznelliklerin değişimesini de öngörüyor.
Örneğin hakikat komisyonları sadece geçmişte olan bitenin ortaya çıkması için kurulmuyor. Aynı zamanda yasaları hiçe saymayı/kendini ve ait olduğu inancı yasalardan üstün tutmayı cezalandırarak, ahlaki ve kanuni bir dizi kuralı aşmanın hazzı üzerinden kurulan bir tür erkeklik öznelliğinin hiyerarşik üstünlüğünü bozuyor. Böylesi bir erkekliği arzulanmaz, sapkın, aşırı olarak yeniden kategorize ederek kamusal alanın çeperlerine atıyor.
Yine, örneğin hafıza anıtları sadece egemen tarih anlatılarının egemenliğini bozmak, demokrasi ya da özgürlük uğruna yaşanmış bedelleri, acıları, yıkımları anmak ve resmi anlatılarda, ezilenlerin tarihine yer açmak için inşa edilmiyor. Hafıza anıtları ve tarihin yeniden yazımı aynı zamanda, kendini egemen olarak kuran kimlik ve öznelliklerden tamlık ve bütünlük duygusunu çekip alıyor, onları yaralı kılıyor, utandırıyor, tevazu öğretiyor. Benzer bir şekilde barış görüşmeleri dediğimiz süreç de sadece savaşı bitirmeye yaramıyor; aynı zamanda taraflar arasında bir eşitlik, dostanelik tesis etmeye yöneliyor. Yeni bir muhattaplığı ve muhabbeti kurumsallaştırıyor.
Hakikaten de içinden geçtiğimiz sürece baktığımızda bu sürecin yukarıda saydığım bazı değişimleri gerçekleştirmeye aday oluğunu söylemek mümkün olacaktır. Örneğin AKP iktidarı döneminde Ergenekon ismi altında gerçekleştirilen operasyonlar ve 12 Eylül yargılamalarının Hakikat Komisyonu işlevine benzer bir şekilde belli bir tür öznellik ve erkekliğin kamusal alandaki egemenliğine son verdiği ve meşruluğunu yaraladığı söylenebilir. AKP’nin siyasi ve toplumsal yaşamdaki düzenlemeleri ile birlikte yasayı ve ahlak kurallarını aşarak hazlanan erkeklik türü kamusal alanın merkezinden hızla çeperine doğru atılmış oldu.
Öte yandan barış görüşmelerinin --özellikle basına sızma yoluyla-- taraflar arasında bir tür samimiyet ve muhabbeti alışılabilir kıldığını da iddia edebiliriz. Örneğin Hakan Fidan’la Abdullah Öcalan ya da Sabri Ok arasında geçen konuşmalar ya da televizyon programlarında Kürt siyasetçiler ile Türk gazetecilerin paylaştığı gülüşmeler, böyle bir muhabbetin türleri. Nitekim Başbakan ve çevresinin örneklendirdiği ve ölçülü bir muhabbet, samimiyet ve merhamet üzerinden inşa edilmiş erkeklik, AKP iktidarı ve onun cinsiyetlendirilmiş düzeninin yapı taşlarını oluşturuyor. Ancak bu değişimler bir yanıyla geçmiş düzenden kopmayı temsil etse de bir diğer yanıyla “eski düzenin” devamı olma niteliğini koruyor.
Barış görüşmelerinin eşitsiz ve şeffaflıktan uzak yanı sebebiyle televizyonlarda, gazetelerde ve kulislerde erkeklik ve iktidar bir kez daha “istihbarat” üzerinden, sır paylaşmaya dayalı cemaatlere aidiyet üzerinden kuruluyor. Sır paylaşmaya, sırrın merkezine yakın olmaya dayalı erkeklik 1980lerden beri Türkiye’de iktidarlı olmanın başat özelliklerinden biri. Derin devlet dediğimiz yapı, iktidarın ve “esas” olanın görünen değil görünmeyen bir alanda üretilip tüketilmesine dayalıdır. Bu görünmeyen ve derin yapı sırlar içerir ve sadece seçkinler bu sırlara sahiptirler. Derin devletin derin kısmı da görüneni kadar hiyerarşiktir ve hiyerarşi sırrın merkezine yakınlıktan kurulur. Erkekler potansiyel olarak bu sır dünyasına ait olabilirler ama kadınlar daha baştan bu dünyanın dışında yer alırlar. Bir diğer deyişle bu dünyanın kurucu özelliği kadınları dışarıda bırakmasıdır.
Bugün Türkiye’de sürdürülen barış görüşmelerinin sırlar perdesi, bir kez daha tüm bilme biçimlerini istihbarat ve spekülasyon diline indirgiyor. Meseleyi “derinleştiriyor”. Tamamı erkeklerden oluşan televizyon programlarında, gözlerini gizli bilgi açlığı bürümüş adamlar, bedenleri hazla titreyerek, Abdullah Öcalan’ın ağzından çıkanları, Başbakan ve çevresinin gizli niyetlerini, Ortadoğu’da yaşanan büyük komploları konuşuyor. Barış görüşmeleri, savaş görüşmelerini taklit ediyor.
Türkiye’de barışın olması ancak ve ancak barışın toplumsallaşması ile mümkün. Oysa bu eril kültür barışı toplumsallaştırmaya hiç niyetli değil. Barış görüşmeleri, 80'lerden beri kurulan ve dışlamaya, kadınları dışarıda bırakıp erkekleri ise sırlar üzerinden hiyerarşik bir skalada seçkinleştirmeye dayalı egemen erkeklik öznelliğini değiştirmek şöyle dursun yeniden üretiyor. O yüzden de bugün bu görüşmelerin şeffaf ve eşit olmasını istememizin sebebi sadece teknik bir mevzu değil.
Bitirirken şunu da belirtmek isterim. Türkiye’de ta en başından beri barış mücadelesinin en ön saflarında yer aldı kadınlar. Ve ta en başından beri savaşın erkek egemenliği ile, Kürt özgürlük mücadelesinin cinsiyet mücadelesi ile iç içe olduğunu söylediler. O yüzden işte hem Türklük, hem de erkeklik yara almalı barışta. Çünkü hassasiyetler diye diye korunan haysiyet değil egemenlik ve erkeklik aslında. (NÜ/BA)