Karşılaştırmalı Edebiyat disiplininin dünyaca ünlü teorisyeni Gayatri Spivak, Hintli yazar Mahasweta Devi’nin hikayelerini, feminist ve sömürge sonrası (postcolonial) bir okumaya tabi tutar. Beni en çok etkilemiş olan 1992 yılında Devi’nin Cömert Duoloti isimli bir hikayesi için yaptığı analizdir.
Douloti, Hindistan’da yaşayan bir kadındır. Douloti’nin yaşamı, hafızası ve izleri daha hiç silinmemiş ve çok yakın tarihe kadar Hindistan’da yaşayan halkların iliğini emmiş İngiliz Sömürge İmparatorluğu’nun zalimliği, ulus devletin tekçi hukukunun fark tanımazlığı, kapitalizmin emeğini sömürüşünün beden ağrıları ve hayatındaki erkeklerin şiddetiyle biçimlenir. Douloti’nin bedeninden, yaşamından, canından, kanından herkes bir parça alır; herkes üstünde hak iddia eder, herkes fayda sağlar. Douloti, herkese bir şeyler verir: Bedenini, sütünü, emeğini, kanını... Cömertçe paylaşır kendini. Hiç bir şeyi kalmayıncaya kadar...
Yine türlü türlü şiddetin vücudunu hedef aldığı bir gece ölüverir. Üstelik Hindistan’ın bağımsızlık gününde bir öğretmenin öğrencilerine milliyetçiliği anlatmak için çizdiği ve kuruması için okul bahçesine bıraktığı Hindistan haritasının üzerinde. Haritanın üzerine parça parça olmuş kadın bedeninden kanlar akar: Douloti Nagesia’nın eziyet çekmiş bedeni tüm Hint yarımadasını; Okyanuslardan Himalayalar’a doldurur. İşte burada gömülüdür onun emeği ve eti. İçi hastalık dolmuş, çürümüş ciğerlerinden Hindistan’a kan kusmuştur.
Bir kaç yıl evvel Ayşe Gökkan’la Nükhet Sirman, Bağlar Belediyesi için kadın katliamları üzerine bir araştırma yapmış, bir kitap, bir de belgesel hazırlamışlardı. Ayşe, bir toplantıda izini sürdüğü iki vakayı anlatmıştı. Birinde, bir kadın evlendirildikten sonra zarı esnek çıkıyor, kan gelmeyince kocası ve kocasının ailesi kadını evine geri göndermekle tehdit ediyor, sonra haftalarca işkence yapıyor ve nihayet öldürüyorlardı. Kadının bedeni sigara yanıkları, zincir izleri ve morluklarla doluydu. Nerden öğrenmişlerdi işkenceyi? Bir başka beden üstünde sigara söndürmeyi? Yavaş yavaş öldürmeyi? Ne zaman normalleştirmişti devlet ince ince işlemeyi vücutlara şiddeti Kürdistan’da ve ne zaman iktidar böyle sinsi, böyle zalim, böyle içten pazarlıklı, böyle tanımaz olmuştu bir başkasının acısını?
Diğer anlattığı vakada bir kadın, kocası tarafından her gün dövüldüğünü, komşusuna, ailesine, çevresine, kocasının akrabalarına, polise söylemişti. Kadın derneklerinin birinin telesekreterine “korkuyorum”la başlayan bir mesaj bırakmıştı. İzini her yere kazımıştı ama yine de hikayesi ölümle noktalanmıştı.
Yıllar sonra ilk kez Ayşe’nin bu anlattıklarıyla hatırlamıştım Devi’nin öyküsünü ve Spivak’ın analizini. Kürdistan coğrafyasına bedenlerini yatıran, Kürdistan coğrafyası bedenlerine kazınan, Kürdistan olan kadınlar... Cömert kadınlar. Devlet şiddetinin, erkek şiddetinin, emek sömürüsünün, sömürgenin şiddetinin içinde yaşam kotaran kadınlar.
Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin büyük bir mücadele ve direnişle kadın öz savunma sistemleri geliştirdiği, yüzde elli kadın kotası oluşturduğu ve nice Belediye Başkanları, milletvekilleri çıkararak Türkiye feminist hareketini de güçlendiren Kürdistan.
Ayşe Gökkan şimdi Nusaybin Belediye Başkanı. Ayşe Gökkan bugün ölüm orucunda 6. Gününü tamamladı.
Dün başka bir toplantı için Diyarbakır'a gitmiştik. Oradan Fatma Gök, Nükhet Sirman ve ben Nusaybin'e geçtik. Nusaybin'e vardığımızda hava kararmıştı. O yüzden Ayşe Gökkan'ı göremedik. Geçiş izni yok. Dün gece ilk kez kız kardeşi yanında refakatçi olarak kaldı. Su vermeye çalışılıyor ama suyu da midesi almıyor. Hikayeyi anlatmaya gerek yok. Okumuşsunuzdur: Ayşe 4 yıldır belediye başkanlığı yaptığı Nusaybin ilçesi ile zaten mayınlı bir sınırla ayrılmış olan ve kelimenin tam anlamıyla Nusaybin'e bitişik Kamışlı arasına örülen duvarın neden örüldüğünü anlamak için her türlü mülki amirliğe başvuruyor, cevap alamıyor. Bu duvar bir kaç haftadır Ceylanpınar’la Nusaybin boyunca aralıklı olarak örülüyor. Ayşe dikenli telleri ellerini parçalıyarak sınırın sıfır noktasına geçiyor, açlık grevine başlıyor. Hakkında hükümet ve devlet yetkilileri şov yapıyor deyince açlık grevini ölüm orucuna çeviriyor. Ayşe şu an mayınların ortasında duruyor.
Yedi gündür çoluğuyla çocuğuyla ona destek olan Nusaybin halkı gündüzleri sabahtan akşama gaz yiyor. Sınırın ötesinde insanlar davul zurnayla Ayşe'ye selam ediyor.
Ayşe’nin eylemi öyle aşkın bir derecede sembolik ki; sembolle yaşanan arasındaki sınırlar darmadağın oluyor.
Açlığın sınırında, ölümle yaşamın sınırında, Bir ülkenin sınırında, bir başka ülkenin tam ortasında, kadınlıkla erkekliğin sınırında. Seçilmişle seçenin, devletle hakikatin sınırında. Ve sınırda bir duvar yükseliyor, Ayşe'yle aramızda, Ayşe'nin vücudunda başka bir duvar...
Bir kez daha Devi’yi ve anlattıklarını iliklerimde hissediyorum. Erkeklerin mülki amirlikleri Ayşe'yi, Ayşe'nin sorumluklarını, sorgularını tanımıyor. Cevap vermiyor. Ciddiye almıyor. Bir yeni kadın katliamı hepimizin gözü önünde, hepimizin bilgisinde, hepimizin seyrinde gerçekleşiyor.
Nusaybin bir kadın belediyesi oldu. Bir kadın kenti oldu son yıllarda. Kadınlar Ayşe’nin biraz ötesinde nöbet bekliyor.
7 Kasım’da Güney ve Batı Kürdistan halkları sınıra yürüyecek.
Şimdi önce tüm kadınların ve sonra kadınlarla dayanışacak herkesin birer mum yakması, göğe bir fener bırakması, yollara, sokaklara düşmesi, bu duvarı durdurması gerek. Meclisteki kadınların çığlık atması, seçilmiş bir kadına yoldaşlık etmesi gerek. Sınırların kadınların, halkların bedenlerine, bedenlerin haritalara, haritaların hayatlara yazılmasına bir son vermek gerek. (NÜ/HK)