İran, altınlar, Ebru Gündeş ve eşi, O Ses Türkiye’ler, para sayma makineleri ve cemaat, polis, emniyet müdürleri, Zekeriya Öz’ler, Yıldıray Oğur’lar ve sızlanmalar, Nazlı Ilıcak’lar ve Muammer Güler, Egemen Bağış, Ali Ağaoğlu, rüşvet, para aklamalar, telefon görüşmeleri, dinlemeler ve basına sızmalar, Murat Yetkin’ler, Mehmet Baransu’lar, Emre Uslu’lar, TOKİ’ler, Marmaray’lar, belediyeler, faiz lobileri ve bankalar...
Bunların hepsi bir kültürel coğrafyanın sayı dizileri.
1999’da deprem olduğunda şimdilerde hiç icabet etmeyeceğim Nihat Genç bir yazı yazmıştı. Aradım bulamadım aklımda kaldığıyla anlatıyorum. Bir sondan bahsediyordu; binalardan, yap-satlardan ve sitelerden, tapulardan, müteahhitlerden ve imar arazilerinden, göç etmişlerden, gecekondulardan, apartkondulardan, yazlıklardan, tüyü bitmemiş yetimlerden, komşulardan, anne kucaklarından, kaçak yapılar, ucuz tuğlalar, dökülmüş boyalar ve sıvalardan.
Bir başka dönemin sayı dizileri, dede korkut hikayesiydi bahsettiği. Ah vardı bir de hepsinin başında.
1999’da deprem olduğunda devlet yok olduydu. Topyekün yoktu. Kendi eliyle inşa ettiği bir kültürel coğrafyadan kaçarcasına kovulmuş, kovulurcasına kaçmıştı.
Yan yana konulunca kelimeler devlet oydu 1999’da. Ve şahane anlatmıştı Nihat Genç. Bir söz yığını, bir çağrıştırmalar dizisi, topluca tuttuğumuz bir sırrın boğazımızdan hıçkırıkla dökülüşü, bir metaforlar silsilesi, bir tarihin üst üste binip binişirken binalarda, duyularda, sözlerde bıraktığı izdi bahsettiği. Bir büyük topyekün yıkımdı.
Ve yıktığı yerde duramamıştı devlet. Seyir edememiş, bakamamıştı. Her şeyini yatırdığı, gururla sergilediği ve semirttiği batı, Kürdistan gibi bir toplu mezar olup dikiliverince karşısına, tabanları yağlamıştı. Kahraman ordumuzun, batıya düşen, batıda kaldığı için sevinen Gölcük’lü gencecik bedenlerini, gene kahraman ordumuzun civar duraklarda mesken tutmuşları kazımıştı topraktan. Devlet o kadarcıktı.
Şimdi hafızalarımız, sindiği hücrelerden fışkırıyor. Bilinçaltımız yırtılıyor. Biz en iyi bilenleriz yiyenleri, inşaat çetelerini, kirli işleri, organize işleri, para aklamaları, timsah gözyaşlarını, yıkılmış iktidarlarının yanında yıkık duranları... Biz en iyi bilenleriz bir kirli efsanenin son buluşunu.
Bir yeni siyasi ve kültürel coğrafya şimdi rüşvet olaylarıyla böyle hakikaten olduğu gibi tüm çıplaklığıyla, yağmasıyla, yandaşıyla, yalanıyla, kendi can düşmanıyla, hukuka sığınmışlığı, tehdit edişleri, suçlu duruşları, ittifakları ve ihaneti, öfkesi ve suçlamalarıyla karşımızda seyirlik bir vaziyette. Ve yine rüyalarımıza giriyor.
İşlenmiş öyle bir büyük halk suçu ki, o kültürel coğrafyayı oluşturan tüm kahramanları, şeyleri, kurumları ve makamları aynı cümlelerde buluşturuyor.
Paranızda değiliz biz. 4 milyar dolarla, 100 bin dolar arasındaki farkı anlamayız ki biz. Alıp da gideydiniz. Sorsaydınız verirdik. Muhtaçsınız madem. Bizde herkese ihtiyaç duyduğu kadar.
Biz kurduğunuz bu havuzlu, avmli, aileli ve sevimli, yandaşlı ve ayrımcı, plazalı, aynalı, çevik kuvvetli ve infazlı dünyadan dolayı suçluyoruz sizi. Gasp ettiğiniz kelimelerin, işgal ettiğiniz duyguların, aldığınız canların peşindeyiz. Siz Mustafa Ayvalıtaş’ın annesini kederden öldürdünüz. Medeni Yıldırım’ın annesini peşinize düşürdünüz.
Gidiyorsunuz velhasıl. Biz bunu çok gördük. Son başladığında en iyi biz biliriz.
Şimdi kimilerinin boğazında hıçkırıklar yerine gülüşmeler. Allah bu kadar da kıyak geçti bu sefer.
Kürdistan’da ama Gewer’de ve Lice’de, Gezi şehitlerinin evlerinde, Roboski’de tarihin derinliklerinden koparak gelen, ezilenlerin sesini biraz da hep kalın, hep üşümüş, cümlelerini hep biraz yerinden etmiş “ahlar” var. Cemaat değil, bu beddualarda sizin ahdiniz.
1999’da deprem devletsiz bıraktığında dünyayı, içinden akıl, direngenlik ve dayanışma çıkmıştı. Sonra yitirdik.
Bu çekirdek çıtlayarak seyrettiğimiz büyük çöküş, iki senedir geliyorum diyordu. Kelimeler iktidarın aceleyle içine çektiği dizgilere öfke, tedirginlik ve direngenliğin tarihini taşıyor, içinde hapsoldukları cümlelerden koparak muhalefeti besliyordu. Yüzleşmeler, hakikatler, demokrasiler, adalet ve eşitlikler istiyoruz biz. Bir kez daha.
Soruşturmalar ve görevden alınmalar, paralel devletler ve çeteler, uluslararası niyetler ve darbeler... Buyurun televizyonda konuşun koca göbekliler.
Bu halk buradan arkadaşlık çıkaracak, bu halk buradan devletsizlik, buradan adalet, buradan paylaşım, buradan eşitlik, buradan şeffaflık çıkaracak. Ya da bir on beş yıl daha bekleriz. (HÜ/HK)