Dersim Soykırımında hayvan vagonu ile sürgüne yollanan bir Alevi ailenin çocuğu olan Cemal Süreya;
sizin hiç babanız öldü mü
benim bir kere oldu, kör oldum
yıkadılar aldılar götürdüler
der şiirinin dizelerinde.
Doğrudur derler ki “baba rızk kapısıdır, kıymetini bilene”.
Sahiden doğu toplumlarında baba, eve ekmek getirendir / götürendir. Evin beli, direğidir. O sebeple evin bacası akşamları tüter. Evin tenceresi akşam için kaynar, yemeği akşam için pişer. Çünkü işinden yorgun argın ama evde bekleyenlerinin olduğunu bilen yoksul ve emekçi babadır umutla evine dönen. Sofra kurulur, gözlerin içi güler mi güler. Gerçi birikmiş borçlar, taksitler de düşünülür. Olsun ama, babanın işi vardır, çalışıyordur ya! Gerisi ne gam…
İşte yerin yüzlerce metre altında günde 40-50 liraya çalışan madenci babalar da öyleydi. Bir gece içinde yüzlerce babanın binlerce çocuğu babasız kaldı. Tam 432 çocuk. Üstelik yaş ortalamaları daha on’u bile bulmamışken, babasız kalmak!
Baba ocağı sönünce adları “yetim”e, “öksüz”e çıktı.
Madencinin yoksul mahallelerinde artık çocuklar oynamıyor. Birbirlerine soruyorlarmış “senin baban da öldü mü?”
Öldü ve kör oldu Soma madencisinin yetim çocukları.
Tıpkı Roboski çocukları gibi.
Tıpkı Zanqırt (Bilge Köyü) çocukları gibi.
Sahi ne farkları vardı ki!
Zanqırt-Bilge ve Roboski çocukları da Soma çocukları gibi devlet dersinden sınıfta kalarak adları yetime, öksüze çıkmamış mıydı.
Adı ister bombayla olsun, ister kan davası ile olsun, ister kör boğaz nafaka uğruna kapitalistler sınıf kinlerini ve sermayelerini biraz daha arttırsınlar diye olsun babaları ölmedi mi? Katledilmedi mi?
Öldürüldü, katledildi ve dünya işte o çocukların başına yıkıldı o an?
Roboskililer üç yıldır karalarını bağlamış ve çıkarmıyorlar.
Zanqırtlılar o Mardin ovasında mezarlık yolunu yıllardır kendilerine mesken ettiler.
Haftasında daha şimdiden Soma Çocukları babalarına mektup yazmaya başladılar.
“Bana hep ‘küçük yaz’ diyordun, yazıyorum işte baba. Bana hep ‘güzel yaz’ diyordun, yazıyorum işte baba. Biz her gün seni bakmaya geleceğiz baba. Canım babacığım seni çok seviyorum. Rahat uyu baba…” Kınık Köseler köyünden dokuz yaşında babasız kalan Sennur’un sözleri bunlar.
Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte o kandır senin derinlerine
Siyahtır, orda kırmızıdır
diyor Cemal Süreya.
Hem daha bu ne ki!
Size otuzüç kurşun yemiş yüreklerden ve onların yetim çocuklarından, mezar yeri bile bilinmeyen henüz kemiklerine el değmemiş babaların çocuklarının yasından söz etmedim henüz. Kürdistan’ın gözleri kan çanağına dönmüş yetim çocuklarının öfkesinden ya da…
Kanı henüz kurumamış, Okmeydanında boylu boyunca yatan ve taammüden cinayete kurban gitmiş Alevi evladı Uğur Kurt’tan da söz etmedim henüz.
Kanı kurumuş ama katilleri orta yerde dolanan bir başka Uğur, Uğur Kaymaz’dan da söz etmedim.
Hem ne diye edeyim ki!
Siz zaten hepsini yaşıyor ve biliyorsunuz. Berkin’i de diğerlerinin de.
Devlet dersinde katledilmiş, darp edilmiş, öksüz yetim bırakılmış çocuklar ülkesi buralar… (ŞD/HK)
* Şeyhmus Diken, 23 Mayıs.2014 Diyarbekir
* Çizim: Bir madenci çocuğu olan lise öğrencisi Nihal Acar'ınyaptığı resim.