Ayvalık’ta geçtiğimiz haftanın en önemli sanat haberi Karagöz Sanat Evinde açılan Jacques La Guernec'in suluboya sergisiydi. Bu, sanatçının 2015 yılında Orhan Peker Sanat Galerisindeki sergisinden sonra sanat severlerle ikinci buluşmasıydı.
Jacques ile tanışmak istememin bir nedeni onun yaşadığı memleketi hakkında merak ettiklerimi kendi ağzından dinlemekti. Özgün resimlerini daha iyi anlamama da yardım edecekti bu. Nitekim çocukluğundan başlayarak sanatçının hayatında oldukça belirleyici olmuştu.
Bretonya’dan çalışmak için göç ettikleri Paris'de tanışıp evlenen anne ve baba İkinci Dünya Savaşı başlayınca henüz beş yaşında olan çocuklarını geldikleri yere gönderirler.
Concarneau büyüleyici güzellikleri olan bir liman şehridir. Ayvalık’ı andıran bir coğrafyadır burası. Ayvalık'tan tek farkı düz bir arazi üzerinde olması ama koyları Ayvalık'ı çok andırır, hatta Sarımsaklı’ya benzeyen plajın fotoğraflarına bakarken bunu daha iyi anlıyor insan. “Beni buraya gönderdiklerinde yeni bir sayfa açılmış oldu” diyor Jacques.
Concarneau otantik kültürünü korumuş bir sahil kenti. İnsanları şarkıları, kıyafetleri ile fark ediliyor hemen. Ona resimleri için ilham vermiş hep. Bunu biraz anlatmasını istediğimde "çünkü orada farklı bir ışık var" diyor.
Çocukluğunda sahile inip yelkenli gemilerinin olduğu koyda tek başına yürüdüğü günlerini anlatıyor, gözlerinin parladığını fark ediyorum bu sırada.
Ona kendisini anlatacak bir kitap yazılsaydı adının ne olmasını isterdin diye sordum söyleşiye başlarken. "Özgür küçük çocuk" olabilir diye cevapladı bunu. Sanırım yalnız geçen çocukluğunda kendini özgür hissettiren bu sahil kentinin cazibesi olmuş. Concarneau’nun Fransa’da ressamların yaşamak için tercih ettikleri bir yer olduğunu ilave ediyor hemen. Resim yapma hevesinde bunun da bir payı olmuş olmalı. Ama o gezmeye, değişik ülkeleri görmeye meraklı biri aynı zamanda.
Türkiye'ye gelmezden önce bizler hakkında hiç bir şey bilmiyormuş. İstanbul’a geldiğinde kaldığı Büyük Londra Otelinin balkonundan gördüğü Haliç manzarası karşısında adeta büyülenmiş.
Daha sonra eşiyle birlikte İzmir'de yaşamışlar bir süre. Sonra da Ayvalık'da Sakarya mahallesinde gördükleri evi almaya karar vermişler. Her yaz geldikleri evin bulunduğu yer sergideki resimlerine de konu olan peyzajların ait olduğu bölge. Ayvalık’ta en sevdiği görüntüleri burada yakaladığını anlatıyor bana.
Onun resim yaparken nasıl düşündüğünü öğrenmeye çalışıyorum. Konu mu seni kendine çekiyor yoksa resim için aradığın bir konunun peşinde misin diye soruyorum. “İkisi de” diyerek cevaplıyor sorumu.
Benzer peyzajların arasında bile birçok ince ayrım olduğuna dikkat edilmesini istiyor. Başka ressamları da örnek vererek bu durumun obje ile ressamın gözü arasındaki ilginç bir süreç olduğunu ve her defasında ona farklı gelebilecek esintilere yol açtığını anlatıyor uzun uzun.
Kendisiyle suluboya tekniğinin zorlukları konusunda tatlı bir sohbete de dalıyoruz bu arada. Su, boya ve fırça dokunuşları arasındaki hoş beraberliğin suluboya çalışırken nasıl zahmetli olduğunu anlatıyor bana. Bu konu açılınca ustasından da bahsetmesini istiyorum biraz. Önce gülüyor. Çünkü ancak kırk yaşından sonra bir ustası olabilmiş. Suluboya ile çalışırken başka bir açıdan bakmayı sağlayan da bu beraberlikleri olmuş. “Ustamdan öğrendiklerimden sonra ben farklı biriydim artık” diyor. Kolay beğenmezmiş öğrencilerinin yaptıklarını. ”Eğer ses çıkarmıyorsa bu beğendiğini gösterirdi” diyor gülerek.
Jacques ‘e yemek ve içkiyle arasının nasıl olduğunu da sordum. Özellikle Ayvalık mutfağı hakkında konuştuk. Buradaki tatların çoğundan haberdar.
Hepsini çok beğendiğini ancak artık eskisi kadar içki kullanmadığını, yaşı gereği buna dikkat ettiğini söylüyor. Sanırım sağlıklı yapısını da böyle düşünmesine borçlu. Oldukça ilerlemiş bir yaşa meydan okuyan bir hayat sevinci ve tutku onun dinç kalmasını sağlamış olmalı.
Çok güzel bir sohbetti. Ressamlığının kapısından girip geldiği farklı bir coğrafya ve kültür ile karşılaşmanın ötesine sizi götüren sahici bir insanla, tıpkı kendinizmiş gibi hissetmenizi sağlayan biriyle tanışmak çok hoştu benim için.
Ayvalık’ta yaşamanın Jacques gibi biriyle karşılaşma şansını yakalayabilmek olduğunu daha iyi anlıyor insan...
(AG/EMK)







