Aydın Engin’in vefatı ile ciddi bir boşluk doğduğunu düşünüyorum. Basın dünyamızda önemli bir hacimdi, aynı zamanda ciddi bir moral değerdi. Türkiye’nin içinde bulunduğu otokratik rejimden kurtulma ve demokrasiyi kazanma mücadelesi ile paralel kulvarlarda giden gerçek gazetecilik mücadelesi önemli bir ismini kaybetti.
Aydın Engin ile çok çok yakın bir ilişkim olmadı, yaşadığımız kentler farklıydı ama çok eski yıllara dayanan bir tanışıklığım var, kısaca bahsedeyim.
Çocuktum, ailemle “Devr-i Süleyman” oyununu Ankara’da, Gençlik Parkı’nda izlemiştim. Tabii o sırada Aydın Engin’in kim olduğunu, Halk Oyuncuları'nı bilmiyorum. 70’li yıllarda, özellikle 1974 affından sonra Türkiye’de siyasallaşma büyük bir ivme kazandı, benim de lise ve üniversite öğrenciliğime denk gelen yıllar.
12 Mart 1971'den çıkışta Türkiye’de ilk kurulan sosyalist parti, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ydi. Partinin bir gençlik örgütü vardı, Genç Sosyalistler Birliği, sonradan hatırladığım kadarıyla Sosyalist Gençler Birliği oldu.
Bizim kuşak, 1974 sonrası siyasallaşma sürecinde bazı sol siyasi isimlerle, gazete ve dergilerle tanıştık; Kitle, Ürün, Yürüyüş gibi dergiler, Yeni Ortam ve Politika gazeteleri gibi gazeteler yayınlanmaya başladı.
Aydın abinin çalıştığı Yeni Ortam gazetesini iyi hatırlıyorum. Ankara temsilcisi Mustafa Ekmekçi’ydi. Ekmekçi ile birlikte çalışıyorlar, daha sonra 12 Eylül’ün hemen öncesinde yurtdışı serüveni başlıyor. 12 Eylül öncesi Aydın Engin ve Oya Baydar’ın ismini gazete ve dergilerden, yer aldıkları siyasi partiler üzerinden duyuyordum.
Aydın abiyi daha çok 1992’den sonra, Cumhuriyet gazetesi döneminde tanımış oldum, öncelikle yazı ve haberleriyle tabii. Bu dönemde ilk iletişimler oldu. Gazeteye, Nursun Erel ile birlikte bir dizi yapıyorduk. O dizi esnasında telefonla ilk görüşmemizi yaptığımızı hatırlıyorum, 1994 yılı olması lazım.
Aydın Engin yazı işleri müdürlüğü de yaptı sanıyorum Cumhuriyet’te. Cumhuriyet’te Tırmık yazıları başladı. Aydın Engin basınla ve okurlarıyla yeniden buluştu, sürgün yıllarından sonra.
Daha sonra Birgün gazetesinin yayın hayatına hazırlanırken bir araya geldik. Birgün’le ilgili fikirler öncelikle Ankara kaynaklı gelişti. Ankara’da yedi gazeteci örgütü bir araya gelmiştik. O sırada Ekonomi Muhabirleri Derneği başkanıydım. Parlamento Muhabirleri Derneği, Çağdaş Gazeteciler ve diğer örgütler bir araya gelip toplantılar yapıyorduk, adını da G7 koymuştuk.
Orada bir bağımsız gazete fikri hep konuşulurdu, ama sonra arkadaşlar o fikri sürdürdüler, sonuçta Birgün vücuda geldi. Çıkış öncesinde İstanbul’da yapılan birkaç toplantıya katıldım, Aydın Engin tecrübesiyle çok önemli bir mihenk taşıydı.
Birgün’ün hemen öncesinde Açık Radyo ile de yolum kesişti. Yeni başlamıştık programlara. Bir dönem ikisini birden sürdürdüm. Daha sonraki T24 oluşumunda da Doğan Akın ile birlikte Ankara’ya geldiklerinde buluştuğumuzu hatırlıyorum.
Vefatının hemen sonrasında facebook sayfamdaki kısa yazıda belirttiğim gibi, Aydın Engin’in gazeteciliği, Babıâli-Cağaloğlu yokuşundan internet gazeteciliğine kadar uzanan bir hayattır. Dergi ve gazete yayıncılığı -benzerini ben de yaşadım- matbaada hayatınızın geçmesi demektir. Aydın Engin tüm bu dönemlerde teknolojik gelişmeleri de yaşayarak gazeteciliğini sürdürmüştür.
Aydın Engin sol siyasal kimliği ile tanınan bir gazeteciydi ancak çeşitli kompartımanları da olan bir insandı. Oyun yazarlığı, tiyatro oyunculuğu, tiyatro kuruculuğu ve yöneticiliği yaptıktan sonra gazeteciliğe geçişi, gazeteciliğin farklı alanlarında çalışması, tüm bu faaliyetleri sürdürürken sosyalist bir dünya görüşüne sahip olması, sahip olduğu dünya görüşü nedeniyle göğüs gerdiği siyasal baskılar, verdiği mücadelelere tanık oluyoruz.
Fikri gediğine oturtmak..
Aydın Engin’in faaliyetlerine, yeteneklerine baktığımızda kişiliğinin en önemli unsurunun “mizahi bakış” olması göze çarpıyor. Meşakkatli yolculukta mizahi bakışı elinden bırakmayan bir yazardı. Bu özelliği yaşam enerjisine de yansımıştı. Bitmeyen bir enerji içindeydi, her topa giriyordu, muhalif süreçlerde hep yer alıyordu, destek veriyordu, koltuk çıkıyordu.
Mizahi bakış, kişiliğine ve gazeteciliğinde göze çarpan bir özellikti. Gazetecilik tarzı ve yazarlığı böyleydi. Bu tarzı ile Aydın abi, gazetecilik-matbuat tarihimizde yer alan bazı isimlerin devamıdır. Aslında fıkra yazarlığının devamıdır.
Gerilere uzanabiliriz, köşe yazarlığı ile fıkra yazarlığı bana göre pek aynı şey değil; fıkra yazarlığı bugün aslında nesli tükenen bir gazetecilik ve yazarlık türüdür. Fıkra yazarı öyle köşesinde paragraflarca yazı yazan kişi değildir. Maalesef internet gazeteciliğiyle birlikte meslektaşlarımız, Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiiri gibi çok uzun yazılar yazıyor.
Fıkra yazarlığı “fikri gediğine oturtmak” diyebileceğimiz türde yazılar yazan, yazının geniş okuyucu kitlesi tarafından okunmasını, buluşmasını sağlayan, fikrini ince işçilikle ortaya koyan yazı türüdür.
Siyasi duruşları farklı da olsa, tarz olarak baktığımızda, Ahmet Rasim, Refik Halit hemen aklıma geliyor. Refik Halit Karay’ı çok beğenirim. İşte Burhan Felek, Falih Rıfkı Atay gibi, Yusuf Ziya Ortaç gibi, Aziz Nesin gibi, Çetin Altan, İlhan Selçuk gibi -nitekim Aydın Engin İlhan Selçuk’a ustam der- Mustafa Ekmekçi’yi de eklememiz lazım. Mustafa Ekmekçi’ye biz de yetiştik, bizim de abimizdi. Aydın abinin de çok kıymet verdiği bir isimdi.
Bu listeye Örsan Öymen’i eklemek lazım, Hakkı Devrim’i bu listeye eklemem lazım. Hakkı beyle birkaç kez konuşmuştum, köşe yazarlığı üstüne bizi eleştirdiğini hatırlıyorum.
Aydın abinin köşe yazarlığı, işte bahsettiğim bu türün çağdaşlaşmış halidir. Türkiye, işte bu tatta ve tarzda dünya görüşünü, gazeteciliğini, fikri dünyasını ve olayları işleyen değerli bir gazeteciyi yitirdi. Bana göre, Aydın abi, gerçekten bu türün, bu işçiliğin son ismiydi. Aydın Engin, siyasal duruşu ve mücadelesiyle, gazetecilik, tiyatroculuk öyküsüyle, renkli yaşam menüsüyle meslektaşımızdı, abimizdi.
Dediğim gibi, kendisi ile yakın bir mesaim olmadı, yoğun birlikteliğim olmadı. Radarımda bir gazeteci olması nedeniyle uzaktan da olsa gözlemlerim oldu; yüksünen bir insan değildi, ağırlıkların altına giren bir insandı. Zaman zaman telefonla konuşurduk. Yüz yüze tanışmamız geç olmuştur. Bir keresinde anlatmıştı, Uğur Mumcu, Osman Ulagay ve Aydın Engin aynı gün Cumhuriyet’te gazeteciliğe başlamışlar, aklımda kalmış..
Bir de şunun altını çizmek istiyorum Aydın Engin sendika yayıncılığı yapmıştır. Sendikacılıkla, siyasetle uğraşıyor; sosyalist kimliğe sahip bir insan. Bu kimlikle gazetecilik yapmak Türkiye’de kolay değildir ama sosyalist kimliği ile gazeteciliği birlikte iyi taşıdığını düşünüyorum.
Siyasi hayat ve gazetecilik tabii ki iç içe geçmiş bir süreçtir ama Aydın Engin yazılarında şunu göremezsiniz; slogancı bir tavırla karşılaşmazsınız. Siyasi duruşunu öyle ince işler ki yazılarında, o tavrı yazıya sindirir, okuyucuyla paylaşır. Siyasal mücadelesiyle gazetecilik ilişkisinin de iyi kurgulanmış olduğunu düşünüyorum.
Bu tavrı Anka Ajansı’nda da görürdüm. Çok gençtik bazı zamanlarda giderdik ajansa. Anka’da da, CHP’liler var, TİP’liler var ama bu insanların gazeteciliği de var; iki hayatı birbirine yüzgöz etmeden sürdürülen hayatlardı. Türkiye basınında nesli tükenmiş bir tarzın, biçimin, üslubun son temsilcisiydi Aydın Engin.
Büyük bir hacim, boşluk doğdu... Özleyeceğiz Aydın abiyi, arayacağız, boşluğu hissedeceğiz.
Hepimiz, hayatımızın -iktisatçı söylemle- üçüncü-dördüncü çeyreğini, böyle bir Türkiye’de yaşamaktan dolayı çok mutsuzuz. İçinde bulunduğumuz durum hayatımızın her alanını etkiliyor, metabolizmamızı, bağışıklık sistemimizi etkiliyor.
Otokrasi ile mücadelenin sonucunu hepimiz görmek istiyoruz, Aydın abi de isterdi. Umarım demokrasiye ve doğru gazetecilik platformuna geçtiğimizde kendisi bizi hissedecektir, duyacaktır. (AB/APK/RT)
BU yazı Açık Radyo'nun Açık Gazetesi'ndeki "Ali Bilge ile Ekonomi Politik" (28 Mart 2022) kaydından derlendi.