“Sovyetler Birliği’nde Yedi Yıl”, adından anlaşılacağı gibi, “Şellale” filmiyle tanıdığımız Antakyalı yönetmen Semir Aslanyürek’in Sovyet Birliği’nde geçirdiği yedi yılı (1979-1986) konu alıyor. Yazar, Şam’da tıp okurken Sovyetler Birliği’nden heykel bursu kazanır; Sovyetlere ayak basınca bu bursu sinemacılığa çevirmeyi başarır.
Yönetmenin Sovyet hatıratı, ilk olarak, “çok şanslıymış; ömrünün en güzel yedi yılını Sovyetlerde sinema okuyarak geçirmiş. Üstelik dünyanın dört bir yanından arkadaşları olmuş ve çeşitli ülkeleri gezmiş” dedirtiyor.
Sovyetlerde öğrenci olmak
Kitapta değişik ülkelerden öğrencilerin Eisenstein Caddesi’nde Parlament olarak adlandırılan bedava bira istasyonunda geçen sosyalizm tartışmaları dikkate değer. Sovyetlerle Batı’nın karşılaştırılması, kimi zaman düşündürüyor kimi zamansa kızdırıyor. Öğrenciler ve özellikle de yabancı öğrenciler Sovyetlerde el üstünde tutuluyor. Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında. Yaz tatilinde Sovyetlerde nereye gitmek isterlerse tüm masraflar okul tarafından karşılanıyor. Üstelik Sovyet yurttaşı öğrenciler herhalde proleterleşme amacıyla ya da işgücü yokluğundan olacak her yıl patates hasadına giderlerken yabancı öğrenciler bu uygulamadan muaf.
Sovyetlerdeki Vietnamlılar: En fazla “Sen Kötüsün” diyenler
Kitaptaki Vietnamlı öğrencilerin diğerlerinden ayrıldıkları özellikleri dikkate değer. Bir kere, yabancı öğrenciler içinde en iyi niyetli, en ahlaklı grup onlar. Üstelik de, ağızlarından ne bir küfür çıkıyor ne de kavgalara karışıyorlar. Ağızlarından çıkan en kötü söz “Sen kötüsün”. Sıraya girmeden öne geçene, arkadaşını kandırana ne küfür ne dayak var: “Sen kötüsün” diyorlar. Düşünün ki daha birkaç yıl öncesinde bu barışçıl, küfür de etmeyen şiddete de başvurmayan Vietnamlılar –ki kimi öğrenciler cephede de savaşmış- Amerikan sömürgecilerini dize getiriyor. Vietnamlıların bu profili, diğer öğrencilerce garip karşılanıyor; kimi zaman Yeşilçam filmlerinde kente inen köylülerin kandırılması misali Vietnamlıları kandırıyorlar. Oysa, Sovyetler çatır çatır çatırdarken örnek alınacaklar belki de Vietnamlılardı. Üstelik, diğer yabancı öğrencilerden yarı yarıya daha düşük bursla geçiniyorlar.
Sayfa 109-110’da Aziz Nesin’in kitaplarının Vietnam’da yasak olduğu söyleniyor. Bu, ya yanlış bilgi ya da yanlış anlama. Vietnam’da Aziz Nesin asla yasaklı olmadı. Amerikancı Güney Vietnam’da yasaklı olmuş olabilir; ama herhalde anılan Vietnamlı öğrenci, Güney Vietnamlı değil.
Toplumsal tutkalı sağlam, kültürlü ülke
Kitap bize Sovyetlerde hayatın ne kadar rahat olduğunu gösteriyor. Herkes en iyi düzeyde eğitim ve sağlık hizmeti alma hakkına sahip. Kitapta profili çizilen Sovyet insanları, trende tanışılan albaydan troleybüs şoförüne kadar inanılmaz yardımsever. Okul idarecileri babadan da öte. Yazar, 3 yaşındaki çocuğunu parkta unutuyor. Unuttuğunu anımsadığında, Moskova’da çocuklara bir kötülük gelmeyeceğini bildiğinden rahat. Gerçekten de genç bir çift çocuğa bakıyor ve zorda kaldığı zamanlarda kendilerine bırakabileceğini söylüyor (s.257).
Yine kitaba göre, cinsel baskılanma yaşamayan toplumda kadın-erkek rolleri daha sağlıklı gelişmiş durumda. Kültür sanata inanılmaz harcamalar yapıldığını görüyoruz ve öyle ilgi ve bilgi söz konusu ki Bolşoy’daki bir gösterim için 2 yıl önceden bilet ayırtmak gerekiyor.
Sovyetler neden dağılmıştı?
Kitabı okuyunca Sovyetlerin neden dağıldığını daha iyi anlıyoruz. Partiyi ve bütün yönetim kademelerini İvan İvanoviçler ele geçirirken, Pavlovlar ses çıkarmamış, yalnızca eleştirmiş. Bürokrasi, kayırmacılık, yavaşlık vb. bariz sorunların önüne geçilmemiş; parti devrimci niteliğini çoktan kaybetmiş. Ancak bu durumdan yalnızca kötüler değil, “durum kötü; yakında Sovyetler çöker” diye şikayet edip hiçbirşey yapmayan sessiz çoğunluk da sorumlu. Üstelik sanıldığının tersine, bu dönemde Sovyetlerde devlete ve partiye yönelik eleştiri had safhada. Herşey eleştiri düzeyinde kalınca üçkağıtçılara gün doğuyor.
Evet en çok da sessiz çoğunluk sorumlu aslında. Bir diğer sorumlu da elbette alkolizm. Bu kadar çok içkiden ideal bir toplum çıkması olanaksız zaten. Hem, içkinin kaçış özelliği var. Toplumsal sorunlar olmasa o kadar çok içilir mi sorusu önümüzde duruyor. Alışkanlığı olan içer, kutlama için içen olur ama dertli olduğu için içen olmayacaktı ideal bir toplumda. Alkolizmin bu kadar yaygın olduğu bir toplumda iş üretkenliği de hayal oluyor. Azerbaycan’da alkolizm yüzünden bir türlü film çekemiyorlar. İçkinin dışında öğrenciler arasında sık sık etnik kökene dayalı kavgaların patlak vermesi yalnız utanç verici değil, bunlar kendilerinin Sovyet sonrası coğrafyalarındaki etnik çatışmaların öncülleri olduklarını hissettiriyor.
Sovyetler, kitaba göre, Doğu Avrupa’nın bütçe açıklarını kapattığı için Doğu Avrupa’ya göre daha zor durumda. Macaristan’da her tür mal bulunurken Moskova’da mağazalar boş. Üstelik Moskova’da mağazalarda uzun kuyruklar var; çünkü çok sayıda yurttaş kendini mağazalarda çalışıyor gibi göstertip karaborsadan büyük paralar kazanıyor. Onların görüntüdeki kadrodan gelen maaşlarını da idareciler aralarında bölüşüyorlar. Öte yandan yozlaşma, kitaba göre yalnızca maddi değil, ideolojik boyutu da var:
“Puşkin heykelinin önünde gamalı haç bayraklarıyla Hitler’in doğum günü kutlanır hale gelmişti ve bu kutlamaları yapan gençler SBKP Merkez Komite üyelerinin ve yurtdışında, özellikle Batı ülkelerinde görev yapan Sovyet diplomatlarının çocuklarıydı.” (s.196)
Kitaba göre, Sovyetlerin yıkılmasını önlemek için son çabaları gösteren, Andropov’du. KGB şefi olarak sorunların ne olduğunun bilincindeydi; ancak erken ölümüyle Sovyetlerin dağılma süreci ivme kazandı. Brejnev zaten Sovyetlerde saygı duyulmayan, ciddiye alınmayan, ha öldü ha ölecek diye bakılan bir lider.
Sovyetlerin dağılmasının bir diğer öne çıkan nedeni, israf. Kitapta yazar bunu israf edilen ekmek ve tahıl ve yurtlarda boşa harcanan elektrik üzerinden anlatıyor. Buradan, Sovyetlerde aslında sosyalist ekonominin tümüyle uygulanmadığını anlıyoruz; çünkü sosyalizm israf demek değildir. Dolayısıyla, burjuva iktisatçıların ileri sürdüğü gibi, Sovyetlerin sosyalist ekonomi modelinin uygulanması nedeniyle değil uygulanmaması nedeniyle dağıldığını çıkarsıyoruz.
Yazarın iç dünyası
Kitap, bir Sovyet hatıratı kitabı olmasının ötesinde Semir Aslanyürek’in psikolojisine ışık tutuyor. İçtenlikle yazmış, kendisi hakkında olumsuz olan özellikleri ve anıları saklama gereği duymamış. Bu nedenle yazarı kutlamak gerekir. Gerek psikiyatristle konuşmaları gerekse Kazak öğrenci Bahit’le yaşadıkları içeriden anlatımla verilmiş. Yazar, Sovyetlere yaraşır örnek bir insan olmaktan uzak. Sözgelimi, yüklü hesabı tanımadıkları kişilere ödetmek gibi kötülükler yapıyor (s.204). Belki yazarın da Sovyetlerin dağılmasında küçük de olsa bir rolü var diyebiliriz. Bu kadar çok içmeseydi, işine odaklansaydı, Sovyetlerde macera yaşamak yerine alçakgönüllü bir devrimci olarak yaşamış olsaydı belki bu durumdan sinematografisi de olumlu etkilenecekti. Örneğin, Azerbaycan’da öğrenci olarak film çekerken lüks otellerde kalmasına, ziyafetlere, armağanlara hiç mi hiç gerek yoktu. Azerbaycan sinema bakanının limuzini olması (s.242-243) zaten Sovyetlerdeki eşitsizliğin önemli bir göstergesi; ama yazar Türkiye’de bildiğimiz türden bir proleter devrimci olsaydı, bu limuzine binmeyi reddedecekti. Sovyetleri çökerten nedenler, aynı zamanda yazarın yönetmen olarak olumladığı nedenler olarak karşımıza çıkıyor. Yazarın kendi aktarımıyla bir başka çarpıklık şöyle:
“Bakülüler, havaalanına gitmek için ambulans veya itfaiye arabalarını tercih ederler ve onunla hem daha çabuk hem de bir taksinin alacağı paranın yarısıyla havaalanına gidebilirlerdi” (s.243).
Yine de, yazarın, yalnızca yaptığı iyilikleri değil kötülükleri de anlatması övgüye değer.
“Sovyetler Birliği’nde Yedi Yıl” kitabı, Sovyetlerdeki yaşamı ve Sovyetlerin dağılma nedenlerini merak eden okurlara kesinlikle önerilir. (UBG/AS)
* Aslanyürek, Semir (2013). Rüya Gibi: Sovyetler Birliği’nde Yedi Yıl. İstanbul: Yazılama.