Türkiye'de 1968'in baş döndüren bir hızla gelişen olayları sürüyorken, Çekoslovakya'da da dramatik bir süreç yaşanıyordu.
1962'den başlayarak altı dolu yıl boyunca Türkiye İşçi Partisi (TİP) çevresinde kümelenmiş olan her eğilim, kendisinin ne kadar, "millici", "milliyetçi", "ulusalcı", "kökleri bu topraklarda" olduğunu açıklayabilmek için sonsuz sayıda söz sarf etmişti.
"Milli" ya da "Türk" sıfatını herhangi bir politik kavramın başına getirmeden herhangi bir sorunu anlatmaya ya da çözümlemeye girişmek, neredeyse tuhaf karşılanmaya başlayabilirdi.
Ancak son derece paradoksal bir biçimde TİP içindeki çatışmayı tayin edici evresine getiren, her eğilimin uluslararası süreçleri ve: özellikle Çekoslovakya'da olanları değerlendirirken takındığı tavırlar oldu.
Sovyet Orduları Prag'daki Dubçek yönetimini alaşağı edene kadar TİP'te çatışan iki eğilimin de kendilerini SSCB karşısında konumlandırışları arasında neredeyse hiçbir fark yoktu denebilir.
Mihri Belli, kendi konumunu 27 Şubat 1968'de Türk Solu'nda yazdığı "Her Devrim Milli Bir Yol İzler" başlıklı makalesinde şöyle tanımlıyordu:
"Guevara gibi bir halk kahramanının kaderine, devrimci dayanışma ruhu içinde ilgi duymak ona dair şiirler basmak, ya da Castro'nun bir söylevine sütunlarında yer vermek bir şeydir; "Castrocu" olmak başka şey (...) Her Türk anti-emperyalisti... kapitülasyonlar Çin'ini... 700 milyonluk, bağımsız güçlü Çin Halk Cumhuriyeti durumuna yükselten Çin devrimcilerine karşı yakın bir ilgi duyar... Ama bu yakın ilgiyi duymak ya da Çin tutumuna karşı eğilimi bilinen bir Paul Sweezy'nin Ortadoğu üzerine incelemesine sayfalarımızda yer vermek başka şeydir, "Maocu" olmak başka şey"... "Bugün Rusya'yı yöneten Lenin'in kurduğu parti değil de Romanov hanedanından bir Çar olsaydı bile gene de Amerikan üslerinden arınmış bağımsız bir Türkiye'yi gerçekleştirme amacını güden her Türk yurtseveri, Amerika ile Rusya arasındaki çelişkiden kendi milli çıkarı açısından yararlanma gereği duyardı"... "Ama Türkiye'nin, Türkiye emekçilerinin doğru olarak değerlendirilen çıkarları gereği, Sovyetler Birliği'ne bu ülkeyi yöneten partiye karşı olumlu bir
tutumu benimsemek ya da sayfalarımızda Moskova görüşüne yakınlığı bilinen Basil Radivas'ın görüşlerine yer vermek başka şeydir "Moskovacı" olmak başka şey."... " 'Maocu', 'Castrocu', 'Moskovacı' yakıştırmalarına cevabımız şudur: Biz ne oyuz, ne de bu, ve ne de beriki. Biz Türkiyeciyiz. Türkiye emekçilerinin davasının savunucusuyuz biz."
Mehmet Ali Aybar da 21 Kasım 1967'de Ant dergisinde neredeyse Mihri Belli'ninki ile kelime kelime aynı anlama gelebilecek bir "Türkiye sosyalizmi" tasavvuru ileri sürüyordu:
"...Türkiye sosyalizminin üçüncü özelliği kıskançlıkla istiklâlci olmasıdır... Bağımsızlığa kıskançlıkla sarılmıştır. Bu ilke önce dış politikamızın temelidir. Bugün nasıl Amerikan emperyalizmine karşı duruyorsak, yarın hangi yabancı devlet Türkiye'ye göz dikerse ona karşı da aynı azim ve şiddetle karşı koyacağız. Türkiye hiçbir yabancı devletin nüfuzu altına girmeyecektir. TİP'in iktidarında hiçbir devletin Türkiye topraklarında yeri olmayacaktır... Aynı prensibe yabancı sosyalist partiler karşısında da sımsıkı bağlıyız. TİP hiçbir milletlerarası sosyalist örgüte bağlı değildir. Hiçbir enternasyonal ile ilişkimiz yoktur. Bunu üstelik sosyalistçe dayanışmaya da aykırı sayarız... Örneğin yeni bağımsızlıklarına kavuşan milletler, sosyalizm yolunu hiçbir vesait kabul etmeden kendi güçleri ile araştırıyorlar ve buluyorlar. Herhalde biz TİP'liler Türkiye sosyalizmini kendi anlayış çerçevemiz içinde, kendi gücümüzle, yani emekçi halkımızla el ele omuz omuza gerçekleştireceğiz... sosyalizm önce milli ve insancıl anlamda milliyetçi bir harekettir."
SSCB ve Varşova Paktı silahlı kuvvetleri ortak askeri harekat ile Aleksandr Dubçek rejimini alaşağı etmek üzere Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti sınırlarından içeri girip operasyona başlayıncaya kadar, bu ilkeler çerçevesinde gerek Mihri Belli çevresinin, gerekse TİP yöneticilerinin Sovyet müdahalesine karşı çıkacakları sanılabilirdi.
Aybar Dubçek'ten, Belli Brejnev'den Yana
Ancak hiç de sanıldığı gibi olmadı ve önce Türk Solu ardından Aydınlık'ta Mihri Belli çevresi Çekoslovakya'daki reform girişimlerini "karşı devrimci ve revizyonist" olarak gördüklerini açıkladılar ardından Sovyetler Birliği'nin müdahalesini kapitalizme karşı bir savunma önlemi olarak onayladılar.
Bunda sorunu bir dünya sorunu olarak değerlendirme girişiminden daha çok Türkiye'de anti-komünizm cephesinin Çekoslovakya'ya müdahaleyi kınamayı meşruiyet ölçütü haline getiren bir çizgiyi kamuoyunda dayatması olduğu düşünülebilir.
Mihri Belli çevresi Fidel Castro ve Küba Komünist Partisi'nin takındığı tavrı benimseyip, Çekoslovakya'daki karşı devrime ve emperyalizmin "güvenlik kordonu"na saldırısına karşı bir önlem olarak değerlendirerek müdahaleyi onayladı ve anti-komünizm kampının karşısında vaziyet aldı.
Ancak bu vaziyet alışın daha önceleri TKP önderliğinin SBKP ve SSCB ile ilişkilerine yöneltilen eleştiriler karşısında yol açtığı paradoks hala giderilmemiş olarak duruyordu.
Aybar'ın kendisiyle tutarlı davrandığı söylenebilir. Böylesi müdahaleler ortaya çıkmadan önce Aybar hangi tavrı takınmış idiyse onu sürdürdü.
Kamuoyu önüne çıkarak SSCB'nin müdahalesini eleştirdi. Ancak, bu arada "Türkiye sosyalizmi"ni "hürriyetçi ve güler yüzlü" olarak tanımlayarak, TİP yönetimi içinde derin bir çatlak da açtı.
Behice Boran ve Sadun Aren, bu "hürriyetçi sosyalizm" tanımına başkaldırarak Aybar'ın "tek" olan bilimsel sosyalizmden sapmış olduğunu ilan ettiler ve kendisinin genel başkanlıktan alınması için 3.Kongre'ye giderken TİP içinde Aybar'a karşı bir kampanya açtılar.
Aybar, "Türkiye sosyalizmi" tezini yeni ortaya atmış değildi. Bunu çok uzun zamandır TİP tabanında vulgarize edilmiş olarak yayan parti propagandacıları kadar, Boran ve Aren de biliyorlardı.
Ancak Aybar bu kez, açık, dolaysız, üzeri hiçbir şeyle örtülmeye gerek görülmeyen bir "anti-Leninizm", "parlamentarizm" ve "nasyonalizm" sergilemeye, Marx kadar Proudhon'un, Lenin kadar Rosa Luxemburg'un eserlerinin okunmasını birdenbire salık vermeye başlamıştı.
Sosyalist hareket içinde sayıları birdenbire artan yayınlar arasında gençlerin Türk Solu çevresinin de önerilerine uygun olarak Marx ve Lenin okumakta olduğu bir dönemde yapılan bu "okuma" çağrıları derhal anlaşılması gerektiği gibi anlaşıldı.
Sağcı basın, her zaman olduğu gibi çelişkinin üzerine yüklenmiş, Barış Dünyası, Son Havadis, Yeni İstanbul gibi organlarda Aybar'ı göklere çıkaran yazılar yayınlanmaya başlamıştı.
Sadun Aren ve Behice Boran aslında kendileri de Çekoslavakya'ya müdahale konusunda Aybar'dan farklı bir tavır takınmış olmadıkları halde, "sosyalizmin çokluğu" ve "hürriyetçi ve güler yüzlülüğü" tezleri karşısında açık tavır almak zorunluluğu hissettiler.
Aybar'ın kişisel çıkışlarını önlemek ve parti çizgisini "ortodoks" bir zemine oturtmak talebiyle gittikleri 3.kongrede yapılan uzlaşmalar da hiçbir işe yaramayınca Ocak 1969'da gidilen olağanüstü kongrede gene Aybar'ın genel başkanlığı ile sonuçlanınca TİP fiilen iki başlı hale geldi ve Aren-Boran çevresi, SBKP ve Avrupa Komünist Partileri'nin çizgisine uyarlanmış olan bir ideolojik çizgiyi savunan Emek dergisini yayınlamaya başladılar.
Böylelikle daha üç yıl önce çok genel bir "sosyalizm" yada "toplumculuk" kavramı çevresinde hızla gelişecekmiş gibi görünen sosyalist hareket birbiriyle gevşek bir biçimde eklemlenmiş parçacıklardan oluşan üç büyük küme halinde bölündü:
- Mihri Belli ile Doktor Hikmet Kıvılcımlı'nın teorik ve manevi önderliği altında Türk Solu ve Aydınlık çevresinde bir araya gelen, önemli bir bölümü TKP davasından hüküm giydikleri için TİP'e üye olamayan ruhen Lenin ve Stalin'e sadık "eski tüfekler" ve son beş yılda onların çizgisini benimsemiş TİP içinden ve dışından büyük çoğunluğu öğrenci olan genç devrimciler.
- Mehmet Ali Aybar, Kemal Nebioğlu, Tarık Ziya Ekinci çevresinde TİP içinde bir araya gelen, "anti-Leninist", "parlamentarist" ve "legalist" Türk ve Kürt solcuları ve sendikacılar;
- Behice Boran, Sadun Aren, Nihat Sargın çevresinde TİP içinde Emek dergisi doğrultusunda bir araya gelen, FKF/İKP çizgisine yakın, kısmen öğrenci, aydın ve bürokratlardan, kısmen sendikacı ve işçilerden oluşan Kürt ve Türk "sosyalistler"
- TİP içinde ve Ant dergisi çevresinde bir araya gelen büyük çoğunluğu TİP İstanbul şubelerinin yeni ve eski üyeleri Fethi Naci, Doğan Özgüden vb. genç aydın ve öğrenciler.
Doğrudan doğruya TİP'te örgütlenmemekle birlikte onun etkinliklerine dışardan ve dolaysız müdahalelerde bulunan eski Yön çevresinden "asker-sivil aydın zümre" mensupları bu bölünmede 1. kümedekilerle ittifak halindeyken, Bizim Radyo ve Yeni Çağ dergisiyle sürece müdahalelerde bulunan TKP 3. kümeyi destekliyordu.
Bu kümelenme, artık uluslararası alandaki ideolojik teorik ve stratejik tartışmalara da tamamen açılmış olarak birbiri içinden koparak durmaksızın çoğalan günümüzdeki Türkiye sol/sosyalist hareketinin çok parçalı ve çok merkezli yapısının başlıca çıkış kaynağını oluşturacaktı.
Bu parçalanma büyük bir hızla büyük kitle örgütlerine de yansıdı. FKF daha çok 1. ve 2. küme arasındaki çekişmelere konu olurken DİSK yönetiminde çoğunlukla 2. ve 3. kümeden gelenlerin rekabet ettiği görüldü.
Bu kümelenme, artık uluslararası alandaki ideolojik teorik ve stratejik tartışmalara da tamamen açılmış olarak birbiri içinden koparak durmaksızın çoğalan günümüzdeki Türkiye sol/sosyalist hareketinin çok parçalı ve çok merkezli yapısının başlıca çıkış kaynağını oluşturacaktı.
İki büyük öğretmen örgütünden ilkokul öğretmenlerinin İlkokul Öğretmenleri Sendikası (İlk-Sen) 3. kümeye, Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) 1. kümeye yakın durmayı tercih etti.(EZÖ)
* Bu yazı Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeler Ansiklopedisi, 7. ciltten alınmıştır.