Görsel: Pixabay
Yapay zekâ uygulamaları, toplumları gün geçtikçe daha fazla etkiliyor. Yorumcuların çoğu, naif, heyecanlı bir iyimserlik taşıyor - sanki bu uygulamalar egemen güçlerin elinde (oyuncak) olmayacakmış gibi...
Durum, toplumbilimlerdeki uyum ve çatışma kuramları arasındaki zıtlığa benziyor. İyimserler, yapay zekâdan daha fazla uyum, başarı vb. bekliyorlar; ötekiler ise, daha derin çatışmalar... Bu da ‘yapay zeka sosyolojisi’ adında yeni bir alanın doğmasına yol açıyor. Bu kavramı Türkçe’de ilk kez kullanan bu kısa yazıda öne çıkan iki konu, yapay zekânın varolan toplumsal eşitsizlikleri derinleştireceği mi onaracağı mı sorunu ve yaş, cinsiyet, ırk, etnik grup vb. ekseninde değişik toplumsal kesimlere yönelik veri adalet(sizliğ)i... Yapay zekâ, algoritmalar ve büyük veri, ötekileştirmeye bağışık değiller; onlar da ötekileştiriyor.
Varlıklılar ve yokluklular
Birinci konuya bakarsak, üretim aracı olarak kullanılan ve kullanılacak olan yapay zekânın gelir uçurumunu kısa sürede büyüteceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Varlıklılar (haves) daha varlıklı, yokluklular (have nots) daha bir yokluklu olacak. İkinci konuya bakarsak, hukuk kurumlarının gün geçtikçe daha fazla olmak üzere yapay zeka kullandığını görüyoruz.
Bu kullanımlarda temel alınan veriler, geçmiş ve şimdiki zamanların ırkçılığı başta olmak üzere çeşitli ayrımcılıklarla nitelenir durumda. Dahası, yapay zeka sektöründe dengesiz bir dağılım söz konusu: Nüfustaki kadar kadına, ileri yaşlıya, etnik gruba ve dünya ölçeğinde alacaksak ulusal kökene rastlanmıyor. Yapay zeka sektörü halen çoğunluğu temsil eden, eril, beyaz, orta sınıf, orta ve altı yaş ağırlıklı...
Gözetim kapitalizmi
Gözetim kapitalizmi altında yaşıyoruz. Kendimizi internette anonim sanıyoruz ama öyle değiliz. MOBESE kameraları her yerde. Gözetim ağına takılmadan yaşamak olanaksız gibi artık. Yapay zekâ, daha fazla suçun olduğu bölgelerin daha fazla gözetilmesini istiyor. Böylelikle, belli bölgeler bir kısır döngünün içine sokulmuş oluyorlar: Toplumsal sorunlar nedeniyle mi gözetim yoksa aşırı gözetim sonucu doğan toplumsal sorunlar mı...
Nicelik mi verim mi?
Bir olasılık da, yapay zekânın kendi sınıflarını oluşturması; ancak bu, geleneksel kapitalist sınıf bölüntüsünün ne kadar dışına çıkacak tartışmalı... Sözgelimi, insansız üretim yapan bir fabrikanın sahibi, insanlı fabrikanın önüne geçecek. Fakat bunun bir sınırı var. Daha verimli ve böylelikle daha fazla üretim, ürünlerin daha fazla tüketileceği anlamına gelmiyor. Bu durumda, üstünlük bir nicelik değil verim üstünlüğü olacak.
Yeniden emek-yoğun-sermaye-yoğun ayrımı mı?
Aynı biçimde, yapay zekânın yaygın kullanımda olduğu sektörlerde çalışanların diğer sektörlerde çalışanlar üstünde bir ağırlığı olacağı çok açık. İnsansız fabrika, üretim-tüketim zincirine dâhil olmak için yine de insanlara ihtiyaç duyacak. Fakat bu insanlar, üretime katma değer katmakta daha ileri olacaklar.
Böylelikle, endüstri devrimiyle görülen kır-kent ücreti farkını insansız (daha doğrusu az insanlı, çok yapay zekâlı) ve insanlı sektörler, diğer bir deyişle az insanlı ve çok insanlı sektörler arasında göreceğiz. Gerçi, bu bizi bilindik bir ayrıma götürüyor: Emek-yoğun ve sermaye-yoğun üretim. Az insanlı bol yapay zekâlı sektörler ile çok insanlı sektörler arasındaki fark, belki de, emek-yoğun çalışanlarla sermaye-yoğun çalışanlar arasındaki farktan nitel olarak çok da ayrı olmayacak.
Kimi zaman, emek-yoğun üretim daha kârlı olur ve tercih edilir. Dahası, büyük işsizlik dalgasına yol açma potansiyeline sahip bir teknolojik gelişme, toplumsal istikrarı önemsemek zorunda olan devletler açısından arzu edilmeyen sonuçlar doğuracaktır. Devletler, istikrar için emek-yoğun üretimde ısrar edebilir. Bu, kârlı olmasa da, toplumsal olarak kazançlı olacak; düzenin devam etmesini sağlayacaktır.
Kuşak yanılsaması
Çok sık konuşulan bir kavram, kuşak uçurumu. "Z kuşağı" gibi kavramlar öne çıkıyor. Oysa "Bu kuşak kavramsallaştırmaları, Amerikan siyasal tarihine özgü kırılma noktalarına göre oluşturuldu. Türkiye’de bu kuşakların hiç bir geçerliliği bulunmuyor. Eğer bir kuşak düşüncesi geliştirilecekse, bunun, Türkiye’nin siyasal tarihine uyarlanması gerekir.
Bu açıdan, 68 Kuşağı, 78 Kuşağı, 12 Eylül Kuşağı, Gezi Kuşağı gibi sınıflandırmalar çok yerinde olacak. Üstelik, bu X-Y-Z ayrımları, insan kaynakları araştırmacıları tarafından, çalışma yaşamını daha insancıl duruma getirmek için değil, tersine çalışanları daha yakından tanıyıp onların sırtından daha fazla kazanç sağlamak için yapılmış ayrımlar.
Kaldı ki, bu ayrımlar, ABD’de bile, kuşaksal kalıp yargılama ve hatta kendi kendini de kalıp yargılama gibi bir sonuç bile doğurabiliyor. Böylece, kendini doğrulayan bir kehanet gibi, çalışanlar, kendi kuşaklarına uyumlu hale geliyor ya da getiriliyorlar.
Bir de elbette dijital kuşak kavramsallaştırması var. Bu kavramsallaştırma, bütün gençler ya da gençlerin büyük çoğunluğu akıllı telefonlara ve kablosuz bağlantıya erişebilseydi geçerli olabilirdi. Oysa, sınıfsal boyutu olan bir görüngü, kuşaksal sayılamaz. Tüm sınıfların yer almadığı bir gruplandırma ‘kuşak’ olarak adlandırılamaz. Özellikle büyük kentlerden hareketle, kentliler üzerinden küçük kentlere ve kırsal kesimlere genelleme yapamayız.” (Gezgin, 2019, s.167-168)
Ütopyayla distopya sarkacında
Her şeyin veriye dönüştüğü, her verinin meta niteliği taşıdığı bir döneme girdik, giriyoruz. Demokrasi güçleri etkili olursa, bu süreçten toplumsal refah çıkar. İnsan sağlığına en zararlı olan işleri yapay zekâ yapar, böylece ortalama yaşam beklentisi artar. Sağlıktaki ilerlemeler ise, neo-liberal düzende yine sınıfsal olarak dağıtılacak; daha erken ve daha geç ölümler, daha çok bakım ve az bakım/bakımsızlık sarmalında ortalama yaşam beklentisini eşitsiz olarak etkileyecek.
Demokrasi güçleri o ya da bu nedenle etkili olmazsa, sömürü ve baskı çok daha derinleşecek. Kaydı tutulmadık kimse kalmayacak. Bir tür Matrix’in içinde yaşamaya devam edeceğiz... (UBG/EMK)
*Gezgin, U.B. (2019). Eleştirel Psikolojide Bir Yolculuk: Marksist Psikolojiden Politik Psikolojiye ve Ötesine. Ankara: Töz.