Van'ın Ahtamar adasındaki Surp Haç Ermeni kilisesinde yılda bir gün ibadet yapılabileceğine dair Kültür Bakanlığı kararı, dün (25 Mart) medyada yer aldı ve genellikle "jest", "açılım", "iyi niyetli adım" olarak değerlendirildi. Hükümetin, söz konusu kararı tam da bu şekilde algılanması için aldığı ortada.
Ancak, gelin, yüzeysel bir bakışın ötesine geçip olayın arkaplanına bakalım ve nasıl bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi görelim. Çünkü Türkiyeli bir Ermeni olarak, kilisenin bir günlüğüne ibadete açılması kararı bende mutluluk değil, "aşağılanma, hor görülme, utanma" duygusu uyandırıyor.
Neden mi?
Önce, ntvmsnbc'nin haberinde yer alan, Bakan Ertuğrul Günay'ın imzaladığı karara bir göz atalım.
"Söz konusu talep doğrultusunda [Van valisi Karaloğlu'nun kilisenin bir günlüğüne ibadete açılması talebi -RK], inanç turizmi kapsamında, Van Akdamar Anıt Müzesinin (Akdamar Kilisesi) ziyaretçi sirkülasyonuna engel teşkil etmeyecek bir bölümünde, sınırlı sayıda ziyaretçinin katılımıyla, yılda bir kez olmak üzere eylül ayının ikinci haftasında, günü, saati ve süresi Valilikçe belirlenmek kaydıyla dini içerikli etkinlik düzenlenmesine izin verilmesi Bakanlığımızca uygun görülmüştür."
Kendimi neden aşağılanmış hissettiğime dair bütün ipuçları bu kısacık metnin içinde yer alıyor. Sorularla açıklamaya çalışayım.
* Ermenilere ait olan, yüzyıllar boyunca da öyle olmuş bir kilisenin ibadete açılması neden "inanç turizmi" kapsamında değerlendiriliyor? Acaba devlet bize, 1915 ve sonrasında Türkiye'den kovulmuş Ermenilerin torunlarının ancak "turist" olarak mı bu ülkeye dönebileceklerini söylüyor?
* Devlet eğer gerçekten iyi niyetliyse, 2007'de restore edilen Ahtamar Surp Haç kilisesini neden aslına uygun olarak, yani kilise olarak değil de, müze olarak açtı? Kilisenin mülkiyeti neden Ermeni Patrikliği'ne iade edilmedi? Asıl adı "Surp Haç Kilisesi" olan yapının adı neden "Akdamar Anıt Müzesi" olarak geçiyor? Dahası, Ermeniler ve tüm yöre halkı adayı ve kimi zaman da kiliseyi "Ahtamar" olarak andığı halde, devlet neden ısrarla "Akdamar" demeyi sürdürüyor?
* Ermeni Kilisesi için en önemli dini merkezlerden biri olan bu kilisede yapılacak ibadetin "ziyaretçi sirkülasyonuna engel teşkil etmeyecek bir bölümde", "sınırlı sayıda ziyaretçinin katılımıyla", "yılda bir kez" gibi koşullara bağlanması, hangi inanç özgürlüğüne, hangi vicdan hürriyetine sığar? Peki, ibadetin "günü, saati ve süresinin valilikçe belirlenmesi" ne anlama geliyor? Valilik o gün, kiliseye kimin girip kimin giremeyeceğine de karar verecek mi? Ayrıca, "dini içerikli etkinlik" ne demektir? Ermeni kilisesinde "dini içerikli etkinlik"ler değil, yüzyıllardır uygulanan dini "ayinler" (badarak) var. Devletin bunu "dini içerikli etkinlik" olarak görmek istemesinin altında hangi zihniyet yatıyor?
* Kültür Bakanı Günay, kilisede neden "bir" gün ibadet yapılabileceğini nasıl açıklıyor? Ya geriye kalan 364 gün ne olacak? Yoksa hükümet, Ermeni meselesinde başı sıkıştığı her seferde kiliseyi "bir gün daha" mı ibadete açacak?
Sorular çoğaltılabilir, ama bu kadarla yetinelim.
Açık ki, AKP hükümeti, parlamentolarda alınan soykırım kararlarından ve Erdoğan'ın "100 bin Ermeni'yi sınır dışı ederiz" tehdidinden sonra oluşan tepkileri dindirmek amacıyla, 24 Nisan tarihi de yaklaşmaktayken bu adımı atarak biraz nefeslenmeye, gündemi biraz da bununla oyalamaya karar verdi. Ancak, Türkiye'de Ermenilerle ilgili temel sorun, tam da bu, "genel bir siyaset belirlemeden, gündelik politikaya göre manevralar yapma" alışkanlığından ileri geliyor. Ermeni meselesi, tarihle yüzleşmeden, 1915'te yaşananlarla hakkıyla hesaplaşmadan, verilmesi gereken hesapları vermeden, sadece diplomatik adımlara ve Türkiye'nin uluslararası ilişkilerdeki gücüne güvenerek, velhasıl kurnazlıkla çözülemez.
Kurnazlıkla çözmeye kalktığınızda, işte Ahtamar'daki kilise örneğinde olduğu gibi, mülkiyeti devlete ait, tepesinde haçı olmayan, adını "müze"ye çevirdiğiniz ve yılda sadece bir gün "dini içeriklikli etkinlik" düzenlenmesine "izin" verdiğiniz bir garabetle karşı karşıya kalırız.
Bu garabet ve benzeri garabetler, 1915'te katledilmiş ve dünyanın dört bir yanına dağılmak zorunda bırakılmış Ermeni halkının acılarını her gün daha da derinleştirmekten, onlarda kendileriyle dalga geçildiği hissi uyandırmaktan ve var olan öfkeyi artırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Türkiye'nin Ermeni meselesinde, böyle kurnazca "jestlere, açılımlara, iyi niyetli adımlara" değil, büyük bir zihniyet dönüşümüne ihtiyacı var.
Bunun için de her şeyden önce samimiyet gerekiyor, riyakârlık değil.(RK/BÇ)