Adalet dediğimiz mevzu üzerine bir yazı yazmak yerine 2011 yılında yayınlanan ve şimdiye kadar üç baskı yapan, Fransızca ve Bulgarcaya çevrilip basılan “Gittiler İşte”* kitabımın girizgâhında bir “mesel” var. Onu paylaşmak geldi içimden…
Çok eski zamanlarda çanlarıyla ve kiliseleriyle de anılan eski şehirlerden birinde sormuşlar şehir sakinlerine:
“Çan, dört kezden fazla çalarsa sizce ölen kimdir?”
Sıradan bir vatandaş öldüğünde büyük kilisenin dev çanı bir kez çalınır ve uzun uzun yankılanırmış şehrin meydanında.
Eşraftan biriyse eğer ölen, çan iki kez çalarmış.
Büyük bir devlet adamıysa ölen, üç kez çalınırmış çan.
Her zaman kral ölmez tabii, kral öldüğündeyse büyük yası haber vermek için, çan dört kez çalarmış.
Gel zaman git zaman şehirde sıradan bir olay cereyan eder…
Taraflar kadıya başvurur.
Davanın sanığı olarak gösterilen şahsın ise masumiyetini bütün şehir halkı bilmedeymiş.
Dava herkesin malumu ve beraatla sonuçlanması beklenen bir davaymış.
Ama beklenen olmamış!
Sanık, ağır bir para cezasına mahkûm edilirken, kadı sormuş sanığa;
“Bir diyeceğin var mı?”
Sanık yanıtlamış:
“Hayır!” deyip ayrılmış Kadı Efendinin huzurundan…
Bir süre sonra büyük kilisenin çanı ding-dong sesleriyle çınlamaya başlamış.
Bir, iki, üç, dört ve alışılmışın ötesinde tam beş kez!
Törede görülmemiş bir iş! İlk dördü anlaşılırmış da!
Beş kez çalan çan, neyin nesi ola ki!
Koşarlar kiliseye şehir sakinleri ve bir de bakarlar ki kadı tarafından haksız yere cezalandırılan sanık çalıyor çanı.
Şaşkınlıkla bir de merakla hep bir ağızdan sorarlar:
“Ölen kim ve neden beş kez?”
Yanıt ironiktir:
“Ölen adalettir.”
Sizi bilmem ama, ben mahkeme duvarlarında yargıçların tam arkasında hep yazılı duran “Adalet, mülkün temelidir” cümlesinin anlamını bunca yaşımda hâlen çözebilmiş değilim.
Sokakta “adalet” mevzuu ise, çok derin! İş o kerteye gelmişse, hem de ana muhalefet partisinin liderinin yürüme haliyle!
Sıradan ve sürüden yurttaşın vay haline... (SD/YY)
* Şeyhmus Diken, Gittiler İşte, Aras Yayıncılık, İstanbul