Takvimler, 8 Mayıs 1945’i gösteriyor, gazetelerin manşetleri de “Zafer“i…
72 yıl olmuş…
Tarihin dünya üzerinde en geniş alana yayılmış ve en kanlı savaşını yani II. Dünya Savaşı‘nı başlatan “Faşist Almanya“, 8 Mayıs 1945’te kayıtsız, şartsız teslim oldu…
Böylece milyonlarca insanın ölümüne neden olan savaşın Avrupa’daki bölümü sona erdi. Bu arada savaş Uzak Doğu’da, tüm şiddetiyle devam ediyordu, yani savaş henüz bitmemişti.
Diktatör Hitler, bir hafta önce Berlin’deki sığınağında intihar etmiş, cesedi kendisiyle birlikte intihar eden karısının cesedi ve bu arada öldürülen köpeğiyle birlikte yakılmıştı.
Hitler, “düşmanları“na köpeğini bile bırakmadı. Ama geride yıkılmış ülkesini, bir dönem büyük çoğunluğunu insanlığın efendisi olduklarına dair masallarıyla inandırdığı halkını bırakıp, gitti. Kısa bir süre öncesine kadar, bir büyük taarruzla savaşın kaderini değiştirebileceğine inanıyordu ya da inanmak istiyor, çevresini ve halkı da buna inandırmaya zorluyordu.
Ancak sonunda o da Almanya’nın yenildiğini ve teslim olmaktan başka yol kalmadığını anlamıştı. İntihar ederek teslimiyet anlaşmasına bizzat imza atmak zorunda kalmanın utancını yaşamaktan kurtuldu. Böylece neden olduğu yıkımlardan dolayı fiilen hesap vermek zorunda da kalmayacaktı.
Öyle de oldu… Bizzat “düşman“la teslimiyet koşullarını görüşen, teslimiyet anlaşmalarını imzalayan, teslim olan, esir düşen, insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı mahkemelerde hesap veren, cezalandırılanlar başkaları oldu. Ama elbette insanlık mahkemesinin önüne yaşanan yıkımların, işlenen suçların asıl sorumlusu olarak çıkmaktan kurtulamadı.
II. Dünya Savaşı’nın bitişi zafer ya da “kurtuluş günü“ olarak farklı tarihlerde kutlanıyor.
Avrupa’nın birçok ülkesinde ve Almanya’da “kutlanan“ tarih 8 Mayıs.
7 Mayıs 1945’te ilk ateşkes anlaşması cephede imzalanmış, Almanya kayıtsız şartsız teslim olmuştu. 8 Mayıs saat 23.01 itibarıyla tüm cephelerde ateş kesileceği ilan edilmişti. Asıl teslimiyet anlaşması ise ertesi gün Berlin’de imzalandı. Ancak Berlin’i fethetmiş olan Kızılordu’nun karargahındaki protokol ve imza işlemleri gece yarısına sarktı. Anlaşma imzalandığında tarih Berlin’de halen 8 Mayıs idi, ama aradaki iki saatlik zaman farkından dolayı Moskova’da saat 00.01 olmuştu, takvimler orada artık 9 Mayıs’ı gösteriyordu.
Böylece savaşın Avrupa’daki galipleri için “zafer“, geride kalan Almanyalıların bir bölümü için “teslimiyet“, bir bölümü için de “faşizmden kurtuluş“ günü 8 Mayıs oldu.
Sovyetler Birliği ve sosyalist blok da “zafer“i ve “faşizmin yıkılışını“ 9 Mayıs’ta kutlamaya başladı.
Sosyalist Doğu Almanya’da (DDR) ise bir dönem 8 Mayıs, bir dönem de 9 Mayıs’tı “kurtuluş günü“… Çözülüp, Federal Almanya Cumhuriyeti’ne katılmasıyla Doğu Almanya’daki kutlama kargaşası da sona erdi.
8 ya da 9 mayıs, bunlar girişte de vurgulandığı büyük savaşın sadece bir bölümünün bittiği tarihti. Ama savaş henüz bitmemişti. Asya’da ve Pasifik Okyanusu’nda savaş devam ediyordu. ABD’nin birkaç ay sonra Japonya’ya karşı atom bombalarıyla yıkıp, teslimiyete zorlamasıyla orada da bitti. ABD’yle Japonya arasında imzalanan, Japonya’nın kayıtsız şartsız teslimiyetini öngören ateşkes anlaşması 2 Eylül’de imzalandı. Ve II. Dünya Savaşı resmen sona erdi.
Büyük çoğunluğu sivil 70 milyona yakın insanın öldürüldüğü, tarihin en kapsamlı soykırımının yaşandığı büyük savaş bitmiş oldu.
Tabii burada yine bir büyük parantez açıp, bunun da göreceli bir tespit olduğunu vurgulamak gerekiyor. Evet savaş bir çok ülke için resmen sona ermişti, ancak dünyanın birçok yerinde bölgesel savaşlar, iç savaşlar devam ediyordu. Çin başta olmak üzere birçok ülkedeki iç savaşlar, daha sonra emperyalizme ve o ülkelerdeki yerli işbirlikçilerine karşı kurtuluş ve halk savaşlarına dönüşerek devam etti.
Kimi ülkelerde halk savaşları başarılı oldu, toplumsal devrimlere dönüştü. Kimi ülkelerde yenilgiye uğradı.
Milyonlarca insanın öldürüldüğü, çatışan taraflardan hiç birinin galibinin olmadığı ama başta uluslararası silah tekelleri olmak üzere, emperyalizmi daha da güçlendiren bölgesel savaşlar sürdü gitti. O dönemden günümüze, emperyalizmin bizzat ya da işbirlikçileri aracılığıyla dahil olduğu bölgesel savaşlar, iç savaşlar ve katliamları hatırlayıp, dünyamızın “çatışmasızlık durumu“nu ve “barış“ı aslında hiç yaşanmadığını, dolayısıyla nerede yaşarsak yaşayalım, insanlığa “barış“ hediye etme görevimizin devam ettiğini vurgulayarak, bu parantezi kapatalım.
8 Mayıs, Hitler Almanyası’nın, faşizmin yenildiği, teslim olduğu gün. Almanların bir bölümü için yenilgi, teslimiyet günü, bir bölümü için ise “kurtuluş“ günü.
Buradaki sembolik vurgu, günümüzde halen tartışılıyor. Sosyalist DDR’de bir kurtuluş günü olarak kutlanıyordu, ancak Batı Almanya’da 1985’e kadar, resmi törenlerin yapılmadığı, sadece savaşın bitişin anıldığı bir gündü.
Dönemin Cumhurbaşkanı Weizsaecker, 8 Mayıs 1985’te, 40. yıldönümü vesilesiyle Federal Meclis’te (Bundestag) yaptığı konuşmada, bu tarihi “İnsanlık düşmanı nasyonal sosyalist rejimden kurtuluş günü“ olarak tanımlayarak, Federal Almanya Cumhuriyeti açısından da yeni bir dönemi başlattı.
Bu sözleri sarfeden devlet insanı, savaşa yüzbaşı rütbesiyle katılan eski bir askerdi, bir ağabeyi savaşta neredeyse yanıbaşında vurulup ölmüştü. Babası Nürnberg Mahkemeleri’nde savaş suçlusu olarak yargılanıp, cezalandırılmıştı. Kendisi savaştan sonra hukuk öğrencisi olarak babasını savunan avukatın yardımcılığını yapmıştı ve babasına verilen cezayı “tarihsel ve ahlaki“ olarak haksız buluyordu.
Onun Almanya’nın “yenilgi“ gününü, bir “kurtuluş“ olarak vurgulaması sadece Almanya’da değil, tüm dünyanın dikkatinden kaçmadı elbette.
Onunki kadar dikkat çekmemişti, ancak ondan birkaç gün önce de dönemin Federal Başbakanı Kohl, “Nasyonal sosyalizmin yıkıldığı 8 Mayıs, Almanlar için bir kurtuluş günüdür“ diyerek, bu yeni döneme işaret ediyordu. Her ikisi de muhafazakar kesimden bu devlet adamlarının bu açıklamaları, demokratik çevrelerde ve dış dünyada olumlu yankı buldu. Ancak Almanya’da tarihle ilgili bir tartışmanın başlamasına da neden oldu. Birçok tarihçi halen 8 Mayıs’ın neden bir “kurtuluş günü“ olamayacağını savunuyor, tabii başkaları da…
Eski Federal Başbakanlardan Gerhard Schröder, 15 yıl sonraki yıldönümünde, 8 Mayıs 2000 tarihinde “Bugün artık kimse, ciddi olarak 8 Mayıs’ın bir kurtuluş günü olduğunu, nasyonal sosyalizm rejimden, soykırımdan ve savaştan kurtuluşun günü olduğunu tartışmıyor“ diyerek, belki de bu tartışmalara bir nokta koymaya çalışıyordu, ancak tabii ki o da bunu başaramadı.
Elbette günümüzde bir çok Almanyalı için 8 Mayıs bir “kurtuluş günü“… Ama sayıları her geçen gün artan önemli bir kesim için öyle değil. Bu anlayışların siyasal hareketlere dönüşüp demokratik sistem içinde meşruiyet kazanmasını önleyebilmek umuduyla parlamenter sistemde uygulanan barajlar uzun yıllar etkili olmuştu. Ancak, bu görüşler, işsizlik ve sığınmacı krizi gibi sosyal sorunlardan beslererek artık kitleselleşiyor, tüm barajları aşıyorlar.
Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin gelişiminde olduğu gibi… AfD, yüzde 5 barajını aşarak, birçok eyalet meclisinde temsil edilen bir muhalefet partisi olarak artık “demokratik sistem“in bir parçası haline geldi. Eylül ayındaki genel seçimlerde de benzer bir başarıyla Federal Meclis’e de girmeleri artık kesin gibi…
Yine de Almanya’da büyük kitlelerin halen ülkenin tarihteki en büyük askeri yenilgisini bir “kurtuluş“ olarak gören cephede yer alması, daha iyi ve barış içinde bir dünya özlemi açısından çok büyük bir kazanımdır.
Almanya’nın dünyadaki tarihi, siyasal ve ekonomik ağırlığı açısından insanlık açısından önemli bir gelecek garantisidir.
8 Mayıs, her yıl, ülkenin korkunç tarihiyle yüzleşmesi, önceki kuşakların insanlığa karşı suçlarının yoğun olarak tartışılmasına, bu suçların kurbanlarının en azından hakettikleri saygıyla anılmasına neden olduğu için de önemli bir gün.
8 Mayıs, faşizme karşı tüm demokrasi güçlerinin en geniş cephelerinin kurulması gerektiğini hatırlattığı için de önemlidir.
Umarız Almanya günün birinde yeniden bir “faşizmden kurtuluş günü“ne ihtiyaç duyulan ülkeler arasında yer almaz… (GK/EKN)