Alman tarihçi Gerhard Brunn, savaş sona erdiğinde halkta sevinçten çok rahatlama duygusunun hakim olduğunu yazıyor. Hatırlamak çok kişisel bir durumdur. Ortak yaşananlar, yaşayan kişinin bakış açısına, içinde bulunduğu duruma ve ortama göre değişiklik gösterir. Örneğin 1945'te Sovyetler'in elinde tutsak olan bir Alman askeri ile savaşı sivil olarak yaşayan bir vatandaşın farklı hatıraları olabilir. II. Dünya Savaşı'nın sona erdiğinin resmen açıklandığı 8 Mayıs, Doğu Prusya'da evini ve tüm varlığını yitiren biri için felaket anlamına gelirken, Nazi rejimi nedeniyle ABD'ye iltica etmek zorunda olan bir Alman için kurtuluşu ifade eder. Bu bağlamda Auschwitz toplama kampından kurtulmayı başaranların neler hissettiğini kelimelere dökmek bile mümkün olmayacaktır.
II. Dünya Savaşı'nın sona ermesi bakış açılarına göre farklı yorumlanıyor. Özellikle Federal Almanya'nın kurulduğu ilk yıllarda bu durum günümüzden çok daha farklı bir şekilde yorumlanıyordu. Bu fark savaş sonrası ikiye bölünen Almanya'da her iki tarafta da kendini gösteriyordu. Federal Almanya'da da, Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nde de tüm sorumluluk ve suçun Hitler'e, dolayısıyla Nazilere atılması eğilimi vardı. Yani sokaktaki vatandaşın olup bitenlerle bir ilgisi yoktu ve yaşananlardan da sorumlu değildi. İki Almanya'nın vatandaşı da on yıllar buyunca 1945'ten önce yaşananlarda kendi sorumlulukları olup olmadığı konusunda kafa yormadı.
20 yılda değişim olmadı
Mesela savaşın sona ermesinden 20 yıl sonra Almanların Nasyonal Sosyalist geçmişlerine ilişkin geldiği noktayı merak edenler, ikinci cumhurbaşkanı Heinrich Lübke'nin 7 Mayıs 1965'de Hamburg'da Sanayi ve Ticaret Odası'nda yaptığı konuşmayı inceleyebilir. Soykırımdan tek kelime etmeyen Lübke, buna karşın ülkede vatanseverlik duygularının azalmasından, vatana sadakat duygularında gerileme olmasından şikayet ediyordu. Cumhurbaşkanı'nın konuşma yaptığı sıralarda Frankfurt'ta Auschwitz davasının da sonuna yaklaşılıyordu.
Almanya'da 8 Mayıs, savaş sonrası ilk 20 yılda toplumsal bir konu olmadı. Bu dönemde savaş kurbanlarından çok ülkenin ikiye bölünmüş olmasından müteessir olunuyordu. Hatta politikacılar, özellikle de Hristiyan Demokratlar Alman İmparatorluğu'na sadakat sözleri vermekten çekinmiyorlardı. Resmi anlamda anma daha çok 20 Temmuz 1944'de Hitler'e yönelik düzenlenen suikast ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nde 17 Haziran 1953'te işçilerin rejime karşı ayaklanmaları bağlamında gerçekleşiyordu. Çünkü iki olayda da Almanlar açısından olumlu yorumlanacak özellikler söz konusuydu.
Buna karşın Demokratik Almanya Cumhuriyeti 8 Mayıs 1945'i baştan beri resmi tatil ilan ederek, kendi varlığının önemini vurgulama aracı olarak görmüştür. Bu tarih faşizmin mağlup edildiği gün olarak kabul edilmiş, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) de bundaki payı, duvar yıkılana kadar her 8 Mayıs'ta vurgulanmıştı. Ancak tarihi bir sorumluluk üstlenme konusuna ise hiç girilmedi.
Federal Almanya'da 8 Mayıs'ın özüne uyan yaklaşım, Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nde olduğu gibi tepeden, devletin resmi ideolojisi çerçevesinde gelişmedi. Federal Almanya'da halk zamanla 8 Mayıs'ı sorgulayan ve sorumluluk noktasından bakan bir yaklaşımı benimsedi.
Bahaneler öne sürülüyor
Hristiyan Sosyal Birlik Partili (CSU) efsanevi siyasetçi, eski devlet bakanlarından Franz-Josef Strauß'un 1968'de, "Bu kadar ekonomik büyüme kaydeden bir halkın Auschwitz'le ilgili artık bir şey duymamaya hakkı vardır" dediği söylenir. Basında çok kez tekrarlanan bu sözü Strauß gerçekten söyledi mi? Bu bilinmiyor. Ama basınla arasının çok da iyi olmadığı bilinen Strauss, böyle bir söz etmemiş olsaydı, gerekli hukuki girişimlerde bulunabilirdi. Ama ne bir tekzip talebinde bulunmuş ne de hukuki bir işlem başlatmış.
Geçmişle yüzleşme konusunda atılan ilk büyük adımın altında ise sosyal demokrat başbakan Willy Brandt'ın imzası var. Brandt 7 Aralık 1970'de Varşova ziyareti sırasında Getto Anıtı'nın önüne gidiyor ve diz çökerek, Alman zulmüne maruz kalanlardan sessizce af diliyordu.
Tarihçi Peter Hurrelmann'a göre bu olay Alman halkının II. Dünya Savaşı sırasında işlenen suçlara iştirak ettiğine dair en önemli sembolik davranış olarak tarihe geçti.
Almanya'nın dördüncü cumhurbaşkanı Walter Scheel'in 1975'de yaptığı bir konuşmada ise Almanların tarihi sorumluluğa bakış açısında büyük bir değişimin yaşadıklarını gözlemlemek mümkün. Savaşın sona ermesinden 30 yıl sonra Alman Cumhurbaşkanı 1933-1945 arasında yaşananlardan dolayı bir kuşağın toptan sorumlu olduğunu söyledi.
1980'li yıllara gelindiğinde 8 Mayıs'ın hangi kategoride ele alınacağı konusunda yaşanan tartışmalar yoğunlaşmıştı. Nihayet dönemin cumhurbaşkanı Richard von Weizsäckers 8 Mayıs 1985'de savaşın sona ermesinin 40'ıncı yıl dönümünde yaptığı konuşmada biraz daha geriye giderek, Almanların tarihi sorumluluklarının Hitler'in 30 Ocak 1933'de iktidara gelmesiyle başladığını vurguladı. İki Almanya'nın birleşmesini sağlayan başbakan olarak tarihe geçen Hristiyan Demokrat politikacı Helmut Kohl ise mağdurlarla failleri aynı kefeye koymaya çalışan tavrı nedeniyle eleştirilere hedef olmuştu. ABD Başkanı Ronald Reagan ile Bitburg'daki Nazi askerlerinin de gömülü olduğu askeri mezarlığa ziyaret düzenlemesi bir fiyaskoya dönüşmüştü. Kohl'ün Almanları da savaş mağduru olarak gösterme girişimi sonuçsuz kaldı. Çünkü Almanlar, II. Dünya Savaşı sırasında Yahudiler veya Sovyet halklarının yaşadıklarını asla yaşamadılar.
İmajı çok iyi
Günümüzde Almanya'da nasyonal sosyalizme yönelik konjenktürel bir bakış açısı oluştu. Televizyonlar, gazeteler, yayın evleri hedef kitlelerini geçmişle yüzleşme konusunda adeta bilgi bombardımanına tutuyorlar. Bu konuda Almanya iyi bir imaj edindi. Bunda 1985'ten sonra oluşan "Nazizmden kurtuluş" imgesi önemli rol oynuyor.
Buna karşın günümüzde Almanların da Hitler rejiminden mağdur oldukları yönünde görüşler ortaya atılıyor. Almanların da sürüldükleri, işkenceye ve tecavüze maruz kaldıkları, bombardımanlarda öldükleri belirtilerek, tarihi sorumlulukla ilgili "hafifletici nedenler"in bulunduğu kaydediliyor. Tarihçi Norbert Frei'a göre bu görüş failleri, destekçileri ve kurbanları birbirine karıştırıyor. Filozof Peter Sloterdijk ise, 8 Mayıs 1945'in temel anlamı revize edilmediği sürece insanların sorumluluklarını azaltmak için bahaneler yaratmaya çalışacaklarını belirterek, "Çünkü Almanları özgürlüğe götüren yol mağlubiyetin iğne deliğinden geçmiştir" diyor. (BK)
* Bu haber Deutsche Welle Türkçe’de yayınlandı.