60 yıl önce Birleşmiş Milletler'de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin yola çıkış cümleleri, "korkudan ve açlıktan kurtulmuş insanların, içinde söz söyleme özgürlüğüne sahip olacakları bir dünya"ydı.
60 yıl sonra, dünya nüfusunun yaklaşık beşte biri yoksul. Hem de Dünya Bankası'nın birçok iktisatçı tarafından yanıltıcı, gerçek yoksulluğu daha az gösterdiği söylenen ölçütlerine göre. Banka, bu yıl gözden geçirdiği yeni istatistikleriyle, dünyada 1,4 milyar yoksul olduğunu söylüyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), ekonomik kriz nedeniyle, 2009 sonunda işsizlerin sayısının 20 milyon, çalıştığı halde günde 1 doların altında kazanan yoksulların sayısının 40 milyon, 2 doların altında kazanan yoksulların sayısının da 100 milyon artabileceğini açıkladı.
Korkuya gelince, 11 Eylül saldırılarını bahane eden Bush yönetiminin önderliğinde, neredeyse bütün dünya kaynakların birkaç şirketin hesabına aktarılmasını sağlayan savaşların/çatışmaların alanı olurken, halklar "özgürlük-güvenlik" ikilisi yalanına ikna edilmeye çalışılıyor. Hükümetler, özgürlükleri kısıtlamada bir adım önde olan bir başkasını örnek gösterip hak ihlallerine zemin hazırlayan yeni yasaları çıkarmanın peşine düştüler.
60 yıl sonra, "barış hakkı"ndan söz etmek daha gerekli.
Gezegenin iklim değişikliğiyle birlikte giderek daha az yaşanabilir bir yer haline gelmesi de gündeliğin gündeminde bazen yer bulabiliyor.
Bildirgenin emekle ilgili unutulan maddeleri
Bugün, Bildirge'nin üç maddesini anımsamak elzem.
Madde 23: (1) Herkesin çalışmaya, işini özgürce seçmeye, adil ve elverişli çalışma koşullarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
(2) Herkesin hiçbir ayrım gözetilmeksizin, eşit çalışma karşılığı eşit ücrete hakkı vardır.
(3) Çalışan herkesin, kendisine ve ailesine insanlık onuruna uygun bir yasayış sağlayan, gerekirse her türlü sosyal güvenlik araçlarıyla da desteklenen bir ücrete hakkı vardır.
(4) Herkesin, çıkarlarının korunması için başkaları ile birlikte sendika kurmaya ve kurulu bir sendikaya katılmaya hakkı vardır.
Madde 24: Herkesin, çalışma saatlerinin makul ölçüde sınırlandırılması ve belirli aralıklarla ücretli izin dahil olmak üzere, dinlenme ve boş zamanlarını değerlendirme hakkı vardır.
Madde 25: (1) Herkesin gerek kendisi, gerek ailesi için yiyecek, giyecek, konut, sağlıksal bakım, gerekli toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine; işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılıkta ya da geçim olanaklarından kendi iradesi dışında yoksul kaldığı başka durumlarda, güvenliğe hakkı vardır.
(2) Analık ve çocukluk özel bakım ve yardım hakkı doğurur. Bütün çocuklar, ister evlilik içinde, ister evlilik dışında doğsunlar, eşit sosyal güvenlikten yararlanırlar.
Üç önemli gelişme
Türkiye'de emek haklarıyla ilgili son dönemde gerçekleşen üç önemli, olumlu gelişmeyi de anımsatalım.
Sendikalı oldukları için işten çıkarılan Yörsan işçileri, direnişlerinin 352.gününde, işe iade davalarını Yargıtay'da kazandılar.
Türkiye'de yeni ceza yasasının yürürlüğe girmesinden sonra, ilk kez bir işveren temsilcisi, "sendikal haklarının kullanımının engellenmesi" suçlamasıyla sanık sandalyesine oturacak. Aylık Forbes dergisi grafikeri Ender Ergün'ün "sendikal haklarını engellediği" gerekçesiyle şikayet ettiği Turkuvaz Medya Grubu genel müdürü Levent Tayla'nın yargılanması yılbaşında başlıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Tüm Bel-Sen'in açtığı davada, Türkiye'yi mahkum ederken, sendika hakkının yalnızca örgütlenme özgürlüğünü değil, toplu sözleşme hakkını da içerdiğini vurguladı. Böylece hükümetlerin, kamu çalışanlarıyla toplu sözleşme masasına oturmamak için bahanesi kalmadı. (TK)