Dünyayı kurtaracak üç kişiden birinin, dizide tanımlandığı şekli ile “Kürt kahraman, savaşçı” olması sonrası çıkan tartışmalarla ülkede daha da popüler hale gelen Netflix yapımı “3 Cisim Problemi” dizisini izledim. Bu konuda kriz geçiren, Türklük egosu yaralanan herkese evvelden geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum elbette. Yapacak ve diyecek çok bir şey yok.
Bu dizi, binlerce uzay temalı filmden, bakış açısı ile ayrılıyor denilebilir. İlgi çekici yanı da bu rasyonalize edilebilirliği olsa gerek.
Dizide ilgimizi çekecek başka şeyler de var. 3 cisim meselesi popüler bilimde tartışılan bir başlık. Liu Cixin’ın bu isimle 2008 yılında bilimkurgu romanı yazması ise mevzunun yıllar içinde patlamasına neden oluyor. Bugün itibariyle bir kitap üçlemesi ve iki dizi uyarlaması var, yapımların artacağına da şüphe yok.
Kitabı henüz okuma şansım olmadı fakat kitapta yer alan tüm karakterlerin Çinli olduğunu, olayın orada geçtiğini biliyoruz. Netflix dizisinde ise olayların özüne az çok sadık kalınsa da karakterler bayağı değişmiş. Sadece karakterler değil, mekanlar da değişmiş, merkez Londra olmuş. ABD yapımı bir iş olmasını da şimdilik kenarda tutalım.
Bu diziye dair esas odağı, adından da yola çıkarak, 3 temel probleme çekmek istiyorum: Pozitivist bilim, kapitalist düzen ve güvenlik ilişkisi.
Haliyle bu bir dizi analizi değil, dizi yoluyla bir tespit diyelim.
Hikâye aslında Arthur Clarke’ın ‘Evrende yalnız olsak da olmasak da ürkütücü bir durum’ olarak tarif ettiği olasılıklar üzerinden okunabilir.
Yine de en sade şekilde dizinin konusunu aktarmak gerekirse;
1969 yılında (Çin devrimi süreci) “Batı emperyalizminin bilimsel tezlerini savunan ve bunu yaymakla” suçlanan bir profesörün infaz görüntüleri ile başlıyor yapım, profesörün kızı Ye Wenjie’yle devam ediyor, daha sonra da sıçramalarla hikâye 2024’te bir grup bilim insanı ve Ye Wenjie hikayesi arasında gel git yapıyor.
Wenjie, büyük bir uydu sistemi ile dünya dışı varlıklarla temas kurmaya çalışan gizli bir Çin askeri üssünde çalışmalara alınır. Wenjie, güneşi aracı kılarak sinyal yollanabileceğini düşünüyor ve çaktırmadan bunu yapıyor. Yıllar sonra iletisine cevap geliyor. “Cevap vermeyin! Uyarıyorum: Cevap vermeyin. Cevap verirseniz geliriz. Dünyanız fethedilir. Cevap vermeyin.”
Wenjie burada bir tercihte bulunup, cevap vererek tüm olayların fitilini ateşliyor ve “Gelin, kurtarın bu insanlığı” diyor.
2016 yılında bir belgeselde evrendeki gelişmelere dair konuşan Hawking, uzayda zeki bir yaşam formu keşfedilmesi veya onların bize mesaj göndermesi durumunda insanoğlu ne yapmalı?” sorusuna “Onlarca cevap vermek konusunda ihtiyatlı davranmak gerekiyor. Gelişmiş bir uygarlıkla karşılamamız halinde Kristof Kolomb ile karşılaşan Kızılderililerin durumuna düşebiliriz. Biliyorsunuz o işin sonu iyi olmamıştı” cevabını vermiş. Anlaşılan Hawking’i dinlemezsek ne olur senaryosu ile karşı karşıya olduğumuz bir film var.
Çinlilerin iletişime geçtiği bu medeniyet, adı Tri-Solaris, kendi içinde bir kaos yaşıyor. Yaşadığı kaos ise 3 cisim problemidir. Üç yıldızın kararlı olmayan bir yörüngede dönüşleri ile sıcak ve soğuk zamanlar ölçülemiyor. Herhangi bir düzen kurulamıyor. Gezegende yaşam uygun bir iklime sahip değil. Yani bu gezegen, iki cisim arasında bir dengeye sahip olan dünya gibi yerler arıyor, stabil ve belli bir düzene sahip alanlar peşinde. Kaos aralığında yaşamak istemiyor. Dünyadan onlara giden mesaj, tüm olayların önünü açarak, dünyaya varışı 400 yıl sürecek ‘istila’ sürecini başlatıyor.
İşte tüm bu olay ve olgular içinde felsefe, bilim, edebiyat alanlarının pek çok sorusu ve kurgusu etrafında dönüyoruz. Günceldeki birçok tartışmaya da kapı aralaması kitabın/dizinin güçlü bir yanı olabilir.
Dizinin bende uyandırdıklarına gelince, yukarıda üç temel başlığa çektiğim çerçevede madde madde gitmek istiyorum.
- Dizi, orijinal anlatıdaki Çin sınırlarından alınarak içine birçok ırkın girdiği, global bir Netflix hinterlandına ve hegemon siyasetin şah damarı Londra’ya çekilmiş. Bunun siyasi bir tutum olduğu açık.
- Bir bilimkurgu olan bu yapım, kapitalist modernite içindeki pozitivist bilimin birçok tarafını cömertçe sergilenmiş. Özellikle fizik alanındaki çalışmaların yüceltildiği, her şeyin nihayetinde bunlara bağlı olduğu vurgusuna müteakip dizide yer alan beş fizikçinin sürekli “çok önemliyim” vurgusu, bir yerden sonra dayanılmaz noktaya geliyor. Öyle ki Kadir İnanır’ın Ceza filminde sarf ettiği ‘Atom fiziğine de profesörlüğe de lanet olsun’ dediği yere varabiliyorsunuz. Bu önemli insanlar bilimsel meseleleri bizlere kolaylaştırmak yerine dizi boyunca, tüm yaşanan felaketlere oranla, özel hayatlarındaki çalkantılar ve bu çalkantılı anlardaki kararları ile ‘bilimsel’ sürece dahil olabiliyorlar.
- Dizi, adını koymasa da küresel siyasete dair bir şey söylüyor bize. Bu da Çin-ABD gerilimidir. Karakterlerin ve mekânın farklılaşmasını biraz buradan okumak mümkün. Bilindiği üzere son iki yıldır Çin küresel ölçekteki resmi düşman kabul ediliyor. Mevcut düzenin karşısındaki en büyük engel olarak aleni ifade ediliyor. Bir metafor olarak dünya ve dünya dışı uygarlık savaşında adeta adı konulmamış bir Çin tasviri var. Bu durum dizinin kitaptan bağımsız, kendi tercihi olduğunu düşünüyorum.
- Kitabın/dizinin temelindeki olayın başlama sebebi bir insanın çocuklunda yaşadığı travma! Bu da bize günlük deneyimlerimizin, hikayemizin; daha doğrusu yaşamdaki liman olan çocukluğumuzun her şeyin ağzında olduğunu söylüyor. Çocukluğu alınmış, travmalarla bezenmiş bir insan tüm dünyayı değiştirme gücüne sahiptir. Bu gücün içinde yoğunca öfke ve intikam duygusu varsa, gerisini tahmin etmek zor.
- Dizi aslında şunu bize diyor: Yaşam ama nasıl bir yaşam? Dizinin kendi önerisi kapitalist bir düzen altındaki yaşamın devamlılığı. Diziyi, tam da bunun bir propagandası olarak okudum. Bunu biraz açmakta fayda var.
Düzen vurgusu dizinin tümünü kaplıyor. Dizinin önermesine göre düzen, güvenlik ile sağlanabilir. Son derece Hobbesvari bir evren!
Lakin ortada bir sorun var, dünya dışı bir medeniyet ile 400 yıl sonra başlayacak bir süreç var ve bu sürece şimdiden müdahale ediliyor. Bu nasıl ve hangi yoldan yapılıyor? Tamamen askeri çözüme girişiliyor…
Yani askeri-güç simetrisi, önümüzdeki hayati tehlikelere dair temel gramerdir tezi işletiliyor.
- Dizinin hemen her yerinde bir “masal” anlatısı var. Yaşamın kendisi bir masal adeta. Mizahın son derece önemli olduğunu söyleyen repliklere sürekli eşlik eden ses: “Masal çok daha önemlidir” oluyor. Çünkü masallar bir yaratıdır. Bizim eksik ya da fazla tüm benliklerimizin hatta medeniyetlerin çıktısıdır.
Dizinin odaklandığı mücadele ve savaş alanı, adeta yeni bir dinin, ırkın mitsel yaratımı. Adeta biz de eskiden böyle oluştuk, der gibidir. Çünkü gelecek olan medeniyete dair şimdiden tarikatlar oluşuyor, onlara biat edenler ve destekleyenler var.
- Dizide, 8 bölüm sonunda çıkan bir sonuç da şu: Mevcut düzeninize şükredin. Kapitalist düzen birçok kaos aralığı göstererek kendini restore ediyor, var olanın en iyi seçenek olduğuna bizi ikna ediyor. Bu düzenin içinde toplum yok elbette. Bu düzen katı hiyerarşik bir güç tesisi ve bunu besleyen pozitivist bir bilimden ibarettir.
- Tartışılmasında fayda olan bir diğer başlık şu olabilir: Düzenden ve yeni medeniyet formlarından bahsederken neden bunun illa bir savaş yoluyla olması gerektiğidir.
Yok etme üzerine kurulu bir hal tam olarak kimin kurgusu?
Bilimin yıkım üzerine kurulması, buradan işletilmesinde bir sorun yok mu?
(ÖA/AS)