2003’de 1 Mart tezkeresini engelledik, fakat otoriter rejimlerin güvencesi olan savaş ve saldırganlıkları engelleyemedik!
2003 yılına kuşkusuz ABD’nin Irak’a saldırısı damgasını vurdu. ABD’nin Irak işgaline gerekçe oluşturmaya başladığı süreçte. Dünyanın bütün önemli kentlerinde yüzlerce savaş karşıtı gösteri yapıldı. Savaş karşıtı gösterilerin en önemli merkezi ise Türkiye oldu. Irak'ı işgale hazırlanan ABD Türkiye'den, bölgeye kuzeyden müdahale etmesine izin verecek bir cephe açmak için Türkiye topraklarını üs olarak kullanma izni istedi. Bu kapsamda 60 ila 80 bin ABD askerinin Türkiye'ye gelmesi planlandı. Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 1 Mart 2003 günü yapılan oylamada kararın onaylanması için gerekli çoğunluk sağlanamayınca tezkere ret edildi.
Konuyu hatırlamak açısından 21 yıl önce yaşanan tarihsel süreci sizlerle dipnot babında yukardaki bilgileri paylaşmak her ne kadar yeterli gibi gözükse de. Toplumsal mücadeleler acısından özellikle hem dünyada hem de Türkiye’deki savaş karşıtı hareketlerin performansını anlamak acısında yeterli değildir.
TBMM’de Irak savaşına ilişkin tezkere görüşülürken Türkiye'nin her yerinden yaklaşık 100 bin kişinin, Sıhhiye Meydanı'nda buluşmasını diğer gösteri ve mitinglerden ayıran en temel özellik, farklı siyasal eğilimlere sahip binlerce insanın "savaşa hayır" sloganı etrafında birleşmesini sağlayan eylem stratejisinin olmasıdır. 1 Mart tezkeresinin meclisten geçmesini engelleyen en önemli neden kitlelerin ortak talebi haline gelen savaş karşıtlığıdır. Bu nedenle mücadele ABD'ye ve savaşa karşı en büyük eylem birliğini sağlamıştır.
Bugün Filistin'de yaşananlar büyük bir katliam, bir insanlık dramıdır. Maalesef 21 yıl önce bütün insanlığın birlikte itiraz ettikleri ve engelleyemedikleri savaşlar da milyonlarca insanın yaşamını kaybetmesine hep birlikte şahitlik etmekteyiz. Irak'ta savaşı durduramamanın faturası Suriye’ye ve Ukrayna’da milyonlarca insanın ölümüne ve yurtlarından göç etmesine neden olmuştur. O dönem Türkiye’nin doğrudan savaşa girmesini engellemek her ne kadar önemli olsa da sonuçta savaş ve gözyaşları bu coğrafyada hiç durdurulamamıştır.
21 yılda dünyada da ve Türkiye’de çok şey değişti. Dünden bugüne baktığımızda, Türkiye’de değişmeyen tek siyasi aktör AKP olmaya devam etti. O günden bugüne AKP’nin hala iktidarda olmasının sırrı toplumu kutuplaştırarak ötekileştirdikleri üzerine kurduğu otoriteyi güçlendirmesidir. Parlamenter sistemin etkisizleştirildiği yeni rejimde tek otoriter rejimi egemen kılmak için seçimlerde kendine sağladığı avantajı kullanmaya devam ediyor. Her seçim ve önümüzdeki 31 Mart yerel seçimleri rejimin geleceği kadar muhalefetin geleceği açısından dönemi hale geldi.
ABD’nin Irak işgalinden bugüne 21 yıl geçti, geldiğimiz nokta bir üçüncü paylaşım süreci savaşını yaşar gibiyiz. Vekâlet savaşları da bir kenara bırakılmış durumda. Artık devletlerin doğrudan, Ukrayna’da ve Orta Doğu’da olduğu gibi doğrudan ABD’nin silahlı güçlerinin devreye girdiği bir dönemi yaşıyoruz. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, "NATO ülkelerinin Ukrayna'ya asker göndermesi durumunda nükleer silahları kullanırım" açıklamasının üzerinden henüz 24 saat geçmemişken, Rusya nükleer saldırı kapasiteli kıtalar arası balistik "Yars" füzesini test etmesi tek adam rejimlerinin salvolarının dışında nelere kadir olabileceklerini kestirmek mümkün değil.
Hegemonya ve paylaşım için silahlar kolay kolay susmayacak gibi görünüyor.
Ukrayna’yı bir kenara bırakalım, Orta Doğu bizim açımızdan son derece kritik bir bölge. Filistin halkı yok edilmeye çalışılıyor; bir halkın yok edilemeyeceği de bilindiği için iradelerinin ve talepleri yok edilmeye çalışılıyor. Katliama dönüşen Filistin savaşı sonrasında sıranın bölgenin çözülememiş tarihsel olarak gecikmiş sorununa yönelik olarak şekilleneceğini hep beraber görebiliriz.
Yani, Kürt halkının hizaya sokulması, Emperyalizmin yaratmak istediği yeni dünya düzenine uygun hale getirilmesi için çalışılacağı gayet açık önümüzde duruyor. Türkiye gibi oyun kurucu olmaya çalışan bir ülkede, Kürt sorununun, ‘asli konu olduğu’, Kürt halkının taleplerinin bu ülkenin dinamiklerini allak bullak ettiği bir ülke bizleri beklemektedir.
Böylesi bir sürecin içerisinde, hele ki ülkenin kendi sorunları içerisinde, ekonomisiyle, eşitsizliğiyle, adaletsizliği ile yolsuzluğuyla birleştiği zaman, önümüzdeki süreçte barış ve demokrasi talebi insanlığın en önemli mücadele tabi olmak zorunda.
Türkiye’de muhalefetin dağınıklığı, ana muhalefet partisinin tek adam rejimini ayakta tutan milliyetçi, muhafazakâr tutumuna karşı tutarlı siyaset geliştirememesi 21 yıldır iktidarın elinde bulunduran AKP’nin elini güçlendirmektedir.
Sosyalist solun muhalefet üzerindeki etkisizliğini de buna eklersek durum Türkiyeli muhalifler açısından çok iç açıcı gözükmüyor.
Küresel şirketlerin dünya insanlığına reva gördüğü, ekolojik kırım ve savaştır. Sonuçları milyonlarca insanın ölümü ve yerinden yurdundan edilmesidir.
Otoriter rejimlerin geleceğinin güvencesi savaşlar ve saldırganlıktır. Dünya halklarının geleceği barış ve demokrasiyi savunmaktır. 1 Mart tezkeresinin geçmesine izin vermeyen savaşa hayır diyen yüz binler hala bu ülkede yaşıyor. Dünyanın her yerinde milyonlarca insanın savaş istemediği ortada iken neden barış mücadelesi zayıfaydı hep birlikte sorgulamalıyız.
(SE/HA/