Türkiye’nin önemli Zehra Ömeroğlu’nun, yeni kitabı “Psikoloji Karikatürleri”, Karakarga Yayınları etiketiyle yayımlandı.
Kendi terapi sürecinin birer meyvesi olan karikatürlerden oluşan kitapta, günümüzün ikili ilişkileri, ebeveynlerin ve müstakbel ebeveynlerin çocuklarıyla kurduğu “yeni” bağ, “görünüyorsam o halde varım” çağının neferleri, Ömeroğlu’nun karikatürlerinde birer aynaya dönüşüyor.
Zehra Ömeroğlu’yla Türkiye’de kadın karikatürist olmanın zorluklarını, “Psikoloji Karikatürleri”ni ve kitapta işlediği konuları konuştuk.
"Kadınlığımızı sakladığımız ölçüde değer görüyoruz"
Kitabınızın arka kapağındaki yazıdan yola çıkarak önce Türkiye’de karikatürcü olmanın neden zor olduğunu, ardından da kadın karikatürcü olmanın neden “40 kaplan gücüne” sahip olunması gerektiğiyle başlamak isterim.
Arka kapak yazısı yayınevine ait ama ben cevap vereyim. Türkiye’de hemen hemen her alanda olduğu gibi karikatürde de kadın olmak daha zor.
Bir kere karikatür, düşüncenin asla kısıtlanmadan özgürce dışa vurulması gereken bir alan fakat kız çocukları hep sahip olduklarını saklamaları öğütlenerek büyütülür. Biz düşüncemizi, bedenimizi, kendimizi sakladığımız ölçüde kabul görüyoruz bu toplumda ne yazık ki.
Kadının üzerine yüklenmiş rollerin dışına çıkıp kendinizi özgürce ifade ettiğinizde karşınızda aileyi, devleti, halkın bir kesimini, tabuları, kalıpyargıları buluyorsunuz. Benim bir davam var mesela, üç yıldır süren.
Leman Dergisi’nde çizdiğim bir karikatürden müstehcenlik suçu işlediğim gerekçesiyle altı aydan üç yıla kadar hapis cezasıyla yargılanıyorum. Bu davanın açılmasında kadın olmamın etkisi büyük çünkü devlet, oluşturmaya çalıştığı kadın modelinin dışına çıkılsın istemiyor.
"Kadın çizerler algıyı değiştiriyoruz"
Yukarıdaki soruya istinaden; kadınların karikatür dünyasında “40 kaplan gücüne” ihtiyaç duyan bir “var olma” haline dönüşmesinde, bizdeki karikatür algısının “belden aşağı” mizahla özdeşleşiyor olmasının alakası var mı?
Bizdeki karikatür algısı belden aşağı mizahla özdeşleşmiyor bana göre. Türkiye’de çok ciddi bir siyasi karikatür geleneği var.
Hatta 80 ve 90’larda muhalefetin en büyük sesi olarak algılanmış mizah dergileri. Belki de bu yüzden bu kadar güçlü olmayı başarabilmiş.
Ama ister siyasi karikatür olsun, isterse de sadece gündelik absürtlükleri ele alan bir karikatür olsun kadının ‘elinin hamuruyla’ bu işlere kalkışması bir kesim ve genellikle egemen kesim tarafından haddini aşmak olarak algılanıyor. Ama biz kadın çizerler bu algıyı değiştiriyoruz.
Şahsen özellikle kadınların “belden aşağı” mizahın bir kadının elinden çıkmasına şaşırdıklarına, aşırı tepkiler verdiğine çok tanık oldum. Bunda cinsiyetçiliği erkeğe mahsus sanan erkek ve kadınların konuyu tam olarak kavrayamamasıyla ilgili bir durum olabilir mi?
Kendi davamdan ve çizdiğim karikatürden örnek vermek isterim. Davaya konu, sözde ‘müstehcen’ karikatürün benzerleri meslektaşlarım tarafından çok çizildi ama bir kadın karikatürist çizdiğinde bu en hafif tanımlıyla edepsiz, haddini aşmış bir karikatür olarak nitelendirildi.
Erkektir yapar anlayışı sanatta da geçerliymiş, onu gördüm. Oysa mizah sadece mizahtır. Kadını erkeği olmaz.
Kitabınıza dönecek olursak… “Psikoloji Karikatürleri” nasıl ortaya çıktı?
“Psikoloji Karikatürleri”nin bir kitap haline gelmesi fikri sanırım kendi terapi sürecimden sonra ortaya çıktı. Psikolojiye her zaman ilgim oldu.
İlk okuduğum kitaplar babamın kütüphanesindeki Freud, Jung ve Adler kitaplarıydı. Hiçbir şey anlamıyordum tabii ki, çocuktum, ama yine de okumaya çalışıyordum. Yıllar içinde bu ilgim, kendimi, insanları anlamaya çalışma çabam devam etti.
Ama terapiye başlamayı hiç düşünmedim. Ta ki uçak fobimin artık yaşamımı, kariyerimi çok kötü etkilediğini fark edene ve bununla ilgili bir şey yapmam gerektiğine karar verene kadar. Terapiye başladım ve beni çok şaşırtan, eğlendiren, zaman zaman öfkelendiren bir süreç oldu. Yavaş yavaş notlar almaya başladım ve böylece gelişti.
Hala uçağa binemiyorum ama ortaya “Psikoloji Karikatürleri” kitabı çıkmış oldu.
"Doğruların ne kadar bayağı olduğun göstermek istiyorum"
Bir karikatüristin en büyük “malzemesinin” klişeler olduğunu düşünüyorum. “Psikoloji Karikatürleri”ni ve daha birçok karikatürünüzü hazırlarken böyle bir sıkıntıya düştünüz mü? Burada kast ettiğim “sıkıntı” aralarından seçme yapmak. Zira epey bir malzememiz var bence…
Hangi espriyi çizsem diye sıraya koymakta zorlandığım oluyor. O kadar çok şey yaşıyoruz ki gündelik hayatta, ilişkilerimizde, sokakta, işte…
Bunların hepsi karikatüre konu olabiliyor. Bazen zihnim çok dağılabiliyor ama geriye dönüp baktığımda, dağınık zihinle de olsa hepsini çizmiş olduğumu fark ediyorum.
Çok ciddi sandığımız bazı şeylerin aslında ne kadar önemsiz olduğunu, mizah filtresinden geçince ne kadar hafiflediğini göstermeyi çok seviyorum. Klişeler çok kabul görmüş doğrular aslında ve o doğruların ne kadar bayağı olabileceğini görmek ve göstermek çok zevkli.
Bu sorular hazırlanırken, kitaptaki karikatürlerinize konu olan diyalogların milyonlarca insan tarafından kullanılmakta olduğunu biliyoruz sanırım. İnsanlar kendilerini -kitabınız özelinde konuştuğumuz için- “Psikoloji Karikatürleri”nde gördüklerinde nasıl tepkiler veriyor?
Bu tepkiler beni çizerken en çok motive eden şey sanırım. Çizerlik, kendi zihnimde oluşturduğum bir şeye okuru ortak etmek aslında. Ve okur karikatürde kendini bulduğunda bu ortaklığa yanıt vermiş oluyor. Bir bağ kurmuş oluyoruz ve bu müthiş bir şey… “Psikoloji Karikatürleri”nden sonra, “Ben de bunu yaşadım… Aynısını hissettim…
Kız arkadaşıma anlatmak için haftalardır uğraştığım şeyi bir karikatürünüzü göndererek anlatmayı başardım!” vs. diyen o kadar çok insan oldu ki. Bir de işin terapist tarafı var. Danışanlarımıza karikatürlerinizden örnekler veriyoruz, anlatmak çok daha kolay oluyor diyen psikolog ve psikiyatristler oldu. İnanılmaz mutlu oldum. Emeklerime değdiğini hissettiğim anlar bunlar aslında.
Bu geribildirimleri sadece “Psikoloji Karikatürleri” kitabımdan değil, bir önceki kitabım “Bitikler için Olumlamalar”dan sonra da aldım. Spiritüelcilerin eline bir şekilde düşmüş olanlardan özellikle.
İkili ilişkiler, ebeveyn davranışları ve daha birçok şey tıpkı sizin yazıp çizdiğiniz gibi aynı tornadan çıkmışken insanların “farklı” olmak değil de, görünmek ve algılanmak için hâlâ büyük bir çaba gösterdiğini ufak bir Kadıköy turuna çıksak rahatlıkla görürüz herhalde. Bu haybeye çabanın anlamsızlığının farkında mıyız sizce?
Kadıköy turuna bile gerek yok, hemen şimdi Instagram’a girip bakabiliriz. Herkes görülmek istiyor. “Düşünüyorum öyleyse varım” dönemi bitti “Bakılıyorum öyleyse varım” çağını yaşıyoruz. Varlığımız ancak başkasının gözünden bakıldığında anlam kazanıyor. İnsan sosyal bir varlık, bunu kabul etmek gerek. Takdir kazanmak, sevilmek, görülmek var olduğumuzu kendimize de kanıtlamanın yolu aslında. Hepimiz en temelde bunun için uğraşıyoruz.
Bu sebeple bana haybeye bir çaba gibi gelmiyor, dışarıdan öyle görünse de. Sadece bazılarımız bunun yolunu biliyor, formülünü çözmüş oluyoruz, bazılarımız ise bunu ustaca yapamadığımız için klişeye düşüp, beceriksizce birbirini tekrar eden paternlere dönüşüyoruz. Ama hepimizin derdi aynı.
Karikatürlerinizde kendinizi koyduğunuz durumlarda daraldığınız oluyor mu? Yoksa zaten bu iş aynayı önce kendinize tutmaktan geçtiği için rahat rahat masa başına geçiyor musunuz?
Çizmek kendimi de sakinleştirmenin bir yolu aslında. Baş edemediğim veya bana çok büyük görünen şeyler karikatüre dönüştüğünde hafifliyor ve sindirmesi kolay hale geliyor.
Çünkü mizah, konuyla arana mesafe koymayı gerektirir. Dışarıdan bir göz gibi, daha uzaktan ve daha az hissederek bakarsın, belki daha az empati yaparak. Çünkü bunu yapmayı beceremezsen duygu yoğunluğunda boğulur ve çizecek kadar mesafelenemezsin. Bu çizerken uzaklaşma hali beni de iyileştiriyor. Belki de o yüzden çiziyorum.
(BS/EMK)